‘’’’Bizim yarattıklarımız içinde öyle bir topluluk olur ki,
hakka rehberlik ederler ve onunla adaleti ikame ederler.’’’’ Araf-181
Herhalde iman ediyoruz diye, hakkı haykırma çabasında
bulunuyoruz diye, yeryüzü toprakları üzerinde ve nev-i beşer arasında hüküm
süren her türlü zulme ve zulme el ayak olan emperyalist zalimlere ve
işbirlikçilerine karşı isyan ediyoruz ve adaletin bihakkın ikame edilmesi
uğruna kavga verme yolundayız diye itham edilmiyoruzdur. Böyleyiz napalım? Biz Hakka
tapmışız, Hak karşısında boyun bükmüşüz ve boynumuzda Haktan başka yerin önünde
eğilmez. Bizler Allah’a tapanlarız. Kişiler, kurumlar, şöyle böyle sosyal yapılar,
ideolojiler bize göre değil, bize göre de olmadı hiçbir zaman. Zaten bizde bize
göre diye bir bakışta bulunmadı, bulunmaz da. Biz yanlış kimden kime yönelirse
yönelsin yanlışa yanlış dedik ve bademada demeye devam edeceğiz. Hani Yahudi
bir kadın vardı da, Filistin zulmüne matuf olarak ‘’zulüm bizdense ben bizden
değilim’’ diyerek isyan etmişti ve kendi devletinin tankları altında ezilmişti.
İnsançocuklarının bu dünyada ki vazifeleri kendilerine emredilen şekilde
yaşamaktır. Kendi ailesinin içerisinde, kendi kardeşi yanlış yapsa bile o
yanlışı yanlış bilip karşı çıkmasıdır kendisini kurtaracak olan yoksa kardeşim
diyerek yanlışı yok etmek değil. Her
zaman her insanın küçük dünyasını tanımaya, duygularını ve düşüncelerini
anlamaya çalıştık, aksini de yapamazdık zira. Çünkü hiçbir insançocuğu ne
mutlak suçlu olabilirdi, ne de mutlak suçsuz. Yanlış kendi özbenliğimden kendime karşı
yapılsa da yanlıştır. Yüreğimiz tüm insanlara açık oldu her daim. Ne insan
ayırdık ne de aramıza duvarlar ördüğümüz insanlar oldu. Selam verene daha
güzeliyle selam verdik. Bir merhabayı esirgemeyene, yüreğimizi açtık. Merhabasız,
selamsız olanlara da eyvallah dedik geçtik, kin duymadık. İnsansak, bize emanet
edilmiş canı, tüm emanet canlar için feda etmek ödevimizdir. Öyleyse fazlada
takmamak gerek, takılmaya değer olmayanları. Çünkü kutsal bir yolda isek, çakıl
taşlarına takılacak kadar ne vaktimiz vardır ne de öyle bir lüksümüz
bulunmaktadır. Bir şeyi anlamışsak, anladığımıza yüreğimizle emin olmuşsak onu
haykırmayı kutsal bir ödevmiş gibi gördük ve ödevimizi yapma derdinde olduk.
Yanlış kendi içimizdeyse de, yanlıştır ve onu haykırmak insanlığın gereğiydi.
Hangi konuda olursa olsun farketmedi bu, yeterki anlamış olduğumuza emin olmuş
olalım. İğneyle kuyu kazar gibi bir çaba içerisinde oluyorsak hakikati ararken,
bulduğumuz hakikati haykırmamak döktüğümüz tere, akıttığımız yaşa, harcadığımıza
emeğe, verdiğimiz kana, kalbimize, aklımıza, gözümüze ihanettir. Bizde ihanetin
sokağını henüz bilemedik, bulamadık. Ki, aramadıkta! Tüm derdimiz, yeryüzü
topraklarında ve nev-i beşer arasında hüküm süren ve insanlığın kanını, yaşını,
terini, emeğini hiç eden sömürünün nihayet bulması, emperyalist düzenin
çökmesi, mazlumların kadim acılarının son bulması ve yekpare insanlığın
gülmesidir. İşte hakikati söylersem, benden olana darbe vurmuş olurum ama
benden olan varolmalı, isterse küçücük adaletsizlikler yapabilir, böyle yaptı
diye onu yok edemem deme gibi ne lüksümüz vardır ne de ödevimiz. Hülasa; bizim
insanlık ödevimiz ve kulluğumuzun gereği, adaletin bihakkın ikame edilmesidir.