‘’’’Kim bir cinayet veya bir suç işler de daha sonra işlediği
cinayeti ya da suçu bir suçsuzun, günahsızın üzerine atarsa, şüphesiz açık bir
iftirada bulunmuş ve apaçık bir günah daha yüklenmiş olur.’’’’ Nisa-112
İnsançocuğu sadece inandım demekle iktifa eden, insanlığını
yitirmiş bir yaratıktır. Ama neye inandığını, niçin inandığını, nasıl
inandığını, sadece inanmış olmak için mi yoksa inandığını yaşamak için mi
inandığını bilmez, bilse de bilmez çünkü işine gelmez ya da gerçekten katıksız
ahmak olduğu için bilmez yani inanmış olmak için, inanıyor desinler için
inanıyormuş gibi görünür yahut inanıp inanmadığını dahi bilmez. İnsançocuğu hem
bu kadar sahtekârdır, hem bu kadar sekterdir ve hem de bu derece alık ve böndür.
Fakat ne gariptir ki, böyle bir inanmakla da kurtulacağını zanneder, kendisi
dışındaki herkesten iyi olduğunu düşünür. Her türlü kötülüğü yapmaktan zerre
imtina etmez ama tertemizdir, pir-ü paktır!!! İnsançocuğu böyledir maalesef;
cahildir, zalimdir, nankördür. Tiksindirici bir cehalet, kusturucu bir
zalimlik, iğreti bir nankörlük ve ağır
bir zillettir bu. Her şeyi yapar eder de, bir türlü yaptım ettim diyemez, bu
kadarcık yürekten bile mahrumdur, kendini temize çıkarmak için iftira atar da
bir türlü iftira attığını söylemez, güya utanır, yüzünde kızarma olmayanda
hangi utanç oluyorsa?!? İnsanlığı suça iter de, suça ittiği insanlık suçlu olur
ama kendisi tertemiz kalır, nasıl bir temizlikse?!? Ta ki saf hakikat karşısına
konup; ‘’bir de böyle bak’’ denilene kadar. İnsançocukları maateessüf gerçek
anlamıyla ölü ruhlar gibidir. Ne baktığını görüyor, ne algıladığını anlıyor, ne
doğru ile yanlışı tefrik edebiliyor, ne senkronize ve analitik düşünebiliyor, ne
duyumsayabiliyor, ne de sözünü eylemle tamamlayabiliyor. Hakikati biliyormuş
gibi ama yanlışa yanlış demeye yüreği yok. Maalesef çok yoz, sığ ve sefil bir
yaşamın kurbanlarıyız. Yaşamıyoruz ama yaşadığımızı yaşamak sanıyoruz.
Sahtekârlık, alçaklık, hainlik, mürailik, müptezellik, pespayelik, velhasıl
ekstra bir tefessüh etmişlik halinin egemen olduğu bir yeryüzünün çocuklarıyız.
Ama bizim dışımızda da iyi yok, niye çünkü bizim bir dinimiz var!!! Çukurun
içine düşmüşüz hatta dibine gömülmüşüz! Zavallıların, sefihlerin, sefillerin
bahtiyarlık zannettiği, mezellet ve meskenet içinde bir yaşamdır hüküm süren yaşam,
yeryüzünde ve toprağın üstünde. Ama insana yakışan yaşam bu değildir, bilakis
onurla yaşanılan yaşamdır. Dürüstçe ve namusluca yaşanılan yaşamdır. Aldanmadan,
tutsak olmadan, karanlık zindanlara girmeden, el ayak öpmeden, sürünmeden, kula
kul olmadan, hülasa; insanca yaşamaktır. Emperyalizm böyledir işte. Her türlü
pisliğin fışkırdığı kaynaktır ama kendi ürettiği pislikten kendisini asla mesul
tutmaz. Yoksulluğu üretir de, yoksulluktan yoksulları suçlu olarak görür ve
bunu kabul de ettirir tüm insanlığa. Din besleyerek kendisine hizmetkâr eyler. Suçu
ve suçluyu üretir de, suç işleniyor diye bağırır ve karanlık zindanlarında
çürütür insançocuklarını. Ve bir türlü birbirlerini tanıyamayan, anlayamayan ve
bu sebeple kardeş olamayan insançocukları faşist emperyalizmin karanlık
zindanlarında buluşur ve kanlı kamçısı altında inler durur. Emperyalizmin
kirli, kanlı ve karanlık yüzünü afişe etmeye çalışıyorum naçizane, tabi dar ve
sığ anlamda!!! Eğer insanlıktan yoksun olup bir hayvan gibi yaşasaydım,
münhasıran kendi gövdemi düşünmem, insanlığın acılarına, ıstıraplarına,
sefaletlerine sırtımı dönmem ve yaşadığım hayatın tadını çıkarmaya çalışmam
kifayet ederdi. Ama olmuyor… Çünkü hayvan değilim ve olamıyorum…