SORULAR VE ÇAĞRI...

Özgür DENİZ - 20.04.2019

Şimdi ilk evvelde ifade edeyim, ki hep ifade ettim bademada ifade edeceğim; benim için her şeyden önce insan vardır. Ta ki senden önce de! Çünkü sende insan ürünüsün ve sonuçsun. İnsan olmayaydı olur muydun? İnsan ihtiyaç duymayaydı ve koşullar varoluşuna uygun gelişmeyeydi ortaya çıkar mıydın? Ki, varoluş koşullarını, ortaya çıkış sürecini gayet iyi biliyorum. Biliyorum derken, burada devletim olarak seni kastetmiyorum, devlet olgusunu kastediyorum. Bendeniz varolup yaşadığım kadar varolur ve yaşarsın. Bendeniz yaşamazsam, sen hiç yaşayamazsın. Ki, var mısın, yok musun, ölü müsün, canlı mısın orasını da bilmiyorum işin gerçeği. Varsan da, benim misin, değil misin? Ve bu sorular kadim sorulardır, içimde derin bir yaradırlar. Beynimin ve kalbimin derinliklerinde yığınla sorum var ama hepsi cevapsız kalmaya mahkûm. Daha derinlere inince beynim çatlayacak gibi oluyor, çünkü sorularım başka yönlere de kayıyor ve daha tehlikeli bir hal alıyor. Yine de insan yoksa hiçbir şey yoktur; faraza vardır, bendeniz için anlamsızdır ve yine de yok hükmündedir. Hayatımda hiçbir zaman üne, rütbeye, statüye, şöhrete, makama, maddeye, güce değer atfetmedim. Her şeyi olupta insanlığı olmayana asla saygı duymadım ve kalbimde sevgi taşımadım. Her şey ya insanla değerlidir ya da insanla değersizdir. Eğer, insan sahip olduğu şeylerle değer kazanırsa ya da değerlerini sahip olmak istediği şeyler için feda ederse, sahip olduklarını kaybettiğinde değerini de, değerlerini de kaybeder. Bu yüzden, insan, kendi değeriyle, sahip olduklarını değerli kılmalıdır. Sahip olduklarıyla değerli olmamalıdır. Zaten değerli olan kolay kazanılmaz, kolay elde edilenin de değeri olmaz ve bu durum insanın değerinin ölçüsünü de belirler. İnsanın varlığı yokluğu meselesi hayati bir meseledir. Çünkü insan varsa her şey vardır, insan yoksa hiçbir şey yoktur. İnsan bir hazinedir! Ve devlet, o hazineye sahip çıkıp o hazineyi koruduğu kadar kuvvetlidir ve düşmanlarını alt edebilir. Bilakis o hazine tükendikçe devlette tükenir ve nihayet yok olur. Misal; en başta sen, insanın olduğu yerdesin; ahlak, insanın olduğu yerdedir; adalet, insanın olduğu yerdedir; soru ve sorgulamak, insanın olduğu yerdedir; sevgi, barış, kardeşlik, özgürlük, anlayış, umut, aydınlık, insanın olduğu yerdedir; yaşamak, insanın olduğu yerdedir; hayat, insanın olduğu yerdedir. İnsanın olmadığı yerde bunların hepsi sadece var gibidirler. Anlam insandadır, insanla anlamlıdır her şey. Bu yüzden insana çok değer veririm. Kimliğim insandır, dilim insandır ve insandır dinim benim. Çünkü insansızlığı iliklerine kadar hissetmiş biriyim ve hayatım da haddizatında bir insanlık kavgasından ibarettir. İnsanlığın olup olmadığını da çok kolay ihsas ederim. Zira çok çabuk belli olur. İnsan şerefli kılınmış bir varlıktır. O, kendi şerefini çiğnemedikten sonra, onun şerefini çiğneyebilecek hiçbir kuvvet yoktur. Yaratılışta insanlık üstündü, yaşarken insanlık üstün, kıyamete kadar ve kıyamette de insanlık üstün olacak. İnsanlık mertebeyle, statüyle yükselmez ama mertebe ve statü insanlıkla yükselir. Çünkü insanlık hepsinden üstündür ve hepsi insanla vardır ve anlam kazanır. Hiçbir kimse işte ben şu kadar güce sahibim, büyük bir statüdeyim, şu kadar sermayem var öyleyse ben insanım diyemez ve insanlığa karşı gösterilen her tavrında haklı olamaz. Çünkü bunlar insanlığın ölçütü olamazlar. Nihayetinde de insan ve insanlık kazanacaktır ve kazanmaktadır da zaten.


Şimdi yasaların var. Ve yasalarınla insanlığı korkutabilirsin ve korkutuyorsun da. Ama sevmelisin ve sevdirmelisin de aynı zamanda. Ölçü ve denge meselesi! Hakikati inkâra lüzum yok. Kötü bir şey de değil ve olumsuz anlamda da söylemiyorum bunu. Ki, insanların bir şekilde kötülük yapmalarına engel oluyorsun böylece ve bu durum da insanlığın hayrına oluyor zımnen. Ama korkutmak kahir ekseriyetle çok absürt şeyler için olmaktadır ve işte yanlış olan budur. Korkan insanlar çok kolay bir şekilde kendileri olarak ortaya çıkamıyorlar ve kendilerini ifade edemiyorlar. Oysa bu çok tehlikeli bir şeydir. Çünkü korkak insanlarla varolamazsın ama cesur insanlar senin için ölürler. Keza korkutmak güçlü kılmaz ve güçlü olunduğunu ifade etmez. ‘’’’Biz bir nesli “korkacaksın!” nidasıyla heba ettik’’’’ der büyük şair Mehmet Akif Ersoy ve sonsuzcasına isabet eder. Korkak insan siner, silikleşir ve böylesi insanlarla da bir milimlik bile yol yürünmez. Korkak insan aynı zamanda çok kolay ihanet eder. Korkunun olduğu yerde üretim olmaz, yaşam olmaz, cesaret olmaz, ilerleme olmaz. Korku; cehaleti, köleliği, mezelleti ve meskeneti tevlit eder. Korku; birliği, beraberliği, bütünlüğü ve kuvveti de yok eder. İnsanları özgür bırak, özgür bırak ki yaşasınlar, yaşamak sevincini tatsınlar ve sana minnet duysunlar. Bendenizin ise senden korkmama hiçbir sebep yok, zira Allah’tan korkan ama gerçekten korkan biri için, korkacak başka hiçbir şey olamaz. Ki, niye korkayım? Kötülüğüm, yanlışım, ihanetim yoksa ve birde ömrümü senin uğrunda harcamışsam ve dahi elanda sana hizmet ediyorsam korkmama sebep ne olacak? Hakikati söylediğim için mi korkmalıyım? Korkmuyorum diye herhalde bendenizi yok edecek değilsin ya da terimin, kanımın, yaşımın ve emeğimin ürünlerine el koyacak değilsin hatta koydurmamalısın da. Zaten varolup varolmadığında burada tezahür edecektir! Bak, bedenizin devletimsin ama sanki ifadelerimin derinliklerinde bir korku gizli gibi, oysa böyle bir şeyin tasavvuru ve tahayyülü bile kabil olmaması icap etmez mi? Zira seninde bir vicdanın olması iktiza eder ve sen de o vicdanla ve o vicdanın tezahürü olan adil uygulamalarınla varlık sahnesinde varolmayı ve varlığını idame ettirmeyi hak etmektesin. Adaletin kadar güçlüsün ve varsın. Devlet, adil olduğu kadar güçlüdür ve sözünün geçerliliği olur. Adaletin varsa da korkuya mahal yoktur. Adaletin yoksa da varlığının pekte anlamı olmayacaktır. Ki, zaten Allah’ta adaleti ve iyiliği emretmiyor mu? Bu meyanda Allah’ın da yasaları var. Peki, burada ne yapacaz? Sanki bir dilemma tezahür ediyormuş gibi oluyor, ki oluyor da. Peki, senin yasalarınla Allah’ın yasaları çatışırsa ne olacak? Benim yasalarıma tabi olmak zorundasın diyebilir misin? Bilakis, sen hakikat yasalarına tabi olmak zorunda değil misin, oradan ilham alman icap etmez mi? Bazı yerler vardır ki, oralarda elbette sükût iktiza eder ama öyle yerler vardır ki, orada Allah’ın yasalarına tabi olmaktan başka yol yoktur. Fakat gönül ister ki, emsalsiz bir terkip oluşsun ama ikisinin terkibi nasıl olacak ve ortaya ne çıkacak, çıkan nasıl uygulanacak? Ve keza, bu yasalar kimin için? Güce göre mi yasa, yasaya göre mi hareket? Zira öyle şeyler oluyor ki, güçlüler suçlu olsalar dahi ellerini kollarını sallayarak arz-ı endam eyleyebiliyorlar ama güçsüzler çaresizlik içerisinde acılardan acılara sürgün oluyorlar. Bunu nasıl izah edebilirsin? Sen güçlülerden korkup, gücünü güçsüzlere mi gösteriyorsun ya da burada ki amansız paradoksu nasıl anlayalım, açıklayalım? Allah’tan korkuyorsam senden korkamam, bendenizi de anlıyorsun, anlamalısın. Bir kalpte iki sevgi yoksa iki korku da olmaz. Sana ihanet edemem ama senden korkmam da. Korkutmak istiyorsan elbette korkutabilirsin ama o korku sana olan sevgiyi ve sadakati toz duman eder, bunu da bilmelisin. Ve insanları asla ve kata çaresiz bırakmamalısın. Gövdelere zincir vurulabilir ama ruhlar zincirleri tolere etmezler ve paramparça ederler. 


Şimdi bendenizi, alıştığın vatandaşların ve sana alışan vatandaşların gibi görmemelisin. Çünkü bendeniz hakikate inanırım, taparım. Bu yüzden de bildiğin Cemaatçilerden, Solculardan, Milliyetçilerden, İslamcılardan, Kemalistlerden sanma bendenizi. Ne onlar gibi olabilirim ne de onlarla bir şey olacağına inanırım. Çünkü bendeniz ideolojik körlükle hareket etmem ve tezgâhlara, kumpaslara kolay inanmam. Elbette her cephenin istisnasız tümünü kastetmiyorum ama kahir ekseriyetini kastediyorum. Velakin her şeyi de ayan beyan müşahede ediyorum, zira her şey tam karşımda tahakkuk ediyor ve bendeniz de hayatın içinde yaşıyorum. Bendeniz sana sahip olmak için kavga vermiyorum, senin adil olman ve güçlü olman için kavga veriyorum. Diğerlerinden farkımda budur. Benim olma ama adil ol, iyi ol, güçlü ol ve koru beni, yaşat beni, emeğimi çaldırma, terimi, yaşımı, kanımı sömürtme, beni güç karşısında naçar koyma. Bendeniz bunu istiyorum. Amma velakin herkes kendisi sahip olmak ve senin gücünle kendi dışında kalanlara hükmetmek istiyor, bu da bendenizin inandığım dünyanın gelmesini geciktiriyor. Oysa böyle bir şey bendenizin felsefeme mugayirdir. Gün gelir Solcunun adalet ve insanlık anlayışına, gün gelir Milliyetçinin vatan ve insanlık anlayışına, gün gelir İslamcının ahlak ve insanlık anlayışına, gün gelir Kemalistin cumhuriyet ve insanlık anlayışına, gün gelir Cemaatçinin din ve insanlık anlayışına karşı çıkarım ve dahi senin bile yanlış uygulamalarına karşı çıkmakta tereddüt etmem. Zira bendeniz Allah dışında hiçbir kimseye, zümreye, yapıya kulluk ve kölelik etmedim, etmem, etmeyeceğim. Solcunun adaletsizliğini, Milliyetçinin vatan düşüncesini, İslamcının ahlaksızlığını, Cemaatçinin din algısını, Kemalistin cumhuriyete bakış açısını ve yeri geldiğinde seninde güçlüye ve güçsüze tavrını şiddetle tenkit ederim. Onlar hakikat olan bir şeye, peşlerinden gittikleri ve inandıkları insanlar işte hakikat bu dedikten sonra hakikate inanırlar, bendeniz ise hakikate inandığım için zaten hakikatin ne olduğunu kendi bilincimle idrak ederim. Onlar başkası işte bu hakikat derse ona küfrederler, hakaret ederler, onu itham ederler ama aynı şeyi inandıkları insanlar söylediklerinde hiçbir hicap duymadan ve küfürlerini de unutarak başkasının söylediğine inanmak zorunda kalırlar. Aramızda ki farklardan biri de budur. Çünkü bendeniz büyük insanlık rüyasındayım ve büyük bir insanlık devrimini düşlüyorum. Bendeniz yaşamak istiyorum. Dünyanın derdine düşmek ve dünya nimetlerini kapmak kavgası vermek istemiyorum. Beni koruyan, kollayan, hakkımı yedirmeyen, yaşamak sevincimi çaldırmayan, adaletten taviz vermeyen, beni hür bırakan, beni güçlüyle eşit gören bir devletim olsun istiyorum, bana ait bir devlet değil. İşte bendenizin diğerlerinden farkım budur ve bu sebeple de bendenizi diğer vatandaşlarınla aynı görme, aynı görüpte sonradan şaşırma. Zaten söylemlerimden de anlıyorsundur neyin ne olduğunu.  


Şimdi gelelim sadede; biliyorsun ki malum meşum bir süreç içerisinden geçtin, geçtik. Çok şeyler yaşandı. Derin yaralar alındı, vartanın eşiğine kadar gelindi. Büyük bir savrulma, dağılma döneminden geçildi. Hep bir belirsizlik hâkim oldu. İthamlar, suçlamalar, yargılamalar, tutsaklıklar döneminden geçildi. Hatta böyle bir dönemi fırsat bilen namussuzlar, müfteriler, hasidler, fesatlar zuhur ettiler, iftiralara yeltendiler ve kendilerini düşündüler, çıkarlarına ulaşmak derdiyle hareket ettiler. Alçakça, ahlaksızca iftiralara tevessül ettiler ve nice bigünah insanların hayatlarını kararttılar. İnsanın düşüşüydü bu! Hakikatin tükenişi, ahlakın ve adaletin ölüşüydü bu! Kuşkusuz böyle bir dönemde hatalar olabilirdi ve oldu da. Zira zifiri karanlıkta ve tarifsiz belirsizlikte net bir görüntü olamazdı, isabetli çözümleme ve yargılama da yapılamazdı. Ha bu meyanda gücün son raddesine değin kullanılarak elden gelen de yapılmalı mıdır? Elbette yapılmalıdır ve yapılmalıydı da. Güçlü güçsüz tefriki olmamalıydı. Zira sana karşı bir suç işlenmişse, bu suçu işleyenin güçlüsü güçsüzü olmazdı, olamazdı, olmamalıydı. Ama zevahire bakılınca sanki böyle bir algı oluştu. Bu ise gönülleri gücendirdi. Oysa senin adaletin şaşmazdı, şaşmamalıydı. Sen her daim affedici olabilmeliydin. Sen birilerinin değil herkesin babasıydın. Tüm çocuklarını şefkatle kucaklamalıydın. Zira sen devlettin. Ve adaletin en üst icra yeriydin. Elanda bazı sıkıntıların olduğu malumdur. Ve bu sıkıntıları bir an önce gidermelisin, gücenen gönülleri tamir etmelisin. Suçlu suçsuz tefrikini çok iyi yapmalısın ve güçlü güçsüz tefrikine asla ve kata yol vermemelisin. Çünkü her bir vatandaşının senin varoluşunda bir tuğla olduğunu asla ve kata unutmamalısın. Ki, güçsüzlerin daha çok katkısı olduğu da ölümsüz bir hakikattir ve bunu da sen çok iyi bilirsin. Şu an nice insanların nahak yere acılar çektiklerini de çok iyi biliyorsun ve bu acıları bir an önce dindirmelisin bir baba şefkatiyle, adalet merhemiyle. Ki, bendeniz de, vatandaşlarının içerisinde bu şekilde olanları biliyorum. Mesela; biri doktor, biri hâkim; iki insan. İkisi de “açık”talar. Ta ki malum meşum zamanın ilk gününden bu yana. Böyle bir şeyin nasıl kabil olduğu da derin bir sorundur. İkisi de gariban Anadolu çocukları. Yoksul aile çocukları. İkisinin de “bylock”u yok. İkisinin de bankası yok. İkisinin de sendikası yok. İkisi de, şerefim ve namusumla temin ederim ki ve dahi Allah, Muhammed, Kur’an üzerine yemin ederim ki tanımlandırdığın gibi terörist olamayacak kadar haysiyetli ve helal süt emmiş insanlardır, çocuklardır. Tamamen, kanı ve sütü bozuk insan kılıklı yaratıkların, kompleksli ve kıskanç mahlûkların kurbanlarıdırlar. Fırsatı ganimete çevirmek derdiyle yanan namussuz, şerefsiz, haysiyetsiz yaratıkların biçare kurbanlarıdırlar. Ve tüm kalbimle bilincimle inanıyor ve dahi iman ediyorum ki; en büyük ve en güçlü olan Allah’tır. Kalbim ürperiyor, gövdem sarsılıyor, aklım duruyor olanlar karşısında. Peki niçin? Peki nasıl? Bana burada ki aklı ve vicdanı kim ispat edebilir? 


Son tahlilde; bir zamanlar sana inandığımı ve güvendiğimi söylemiş ve sana yanlış yapanlara çağrı da bulunmuştum. Devletinize inanın, güvenin, dayanın ve yolunuz yanlışsa değiştirip devletinizin şefkatli göğsüne sığının ve bir daha da devletinize ihanete asla yeltenmeyin demiştim. Şimdi de sana diyorum ki, sana tüm kalpleriyle, gövdeleriyle sığınan insanlarını, vatandaşlarını olanca adaletinle, merhametinle, şefkatinle kucaklamalısın ve gerçekten suçsuz ve bigünah olanları bulup, görüp, anlayıp affedebilme büyüklüğünü göstermelisin. Onlar arasında asla ve kata ayrıcalıklı bir tavır göstermemelisin. Sana bu halkın üzerine kurşun yağdıranları affet demiyorum. Sen ne dediğimi çok iyi biliyorsun. Onların seni kaybetmelerine, senin de onları kaybetmene fırsat vermemelisin ve böyle bir şeyi vahşi hayvanlar gibi bekleyenlerin ellerini boş çıkarmalı, avuçlarını ovuşturmalarına imkân tanımamalısın. Vicdanımla vicdanına sesleniyorum ve anladığına tüm kalbimle ve aklımla inanıyorum. Keza adaletine güveniyorum.


En son tahlilde; Hakikati söyleyeni tecziye edebilirsiniz ama hakikati tecziye edemezsiniz, öldüremezsiniz ve hakikat bir gün gelir sizi en ağır biçimde tecziye eder ve öldürür. Çünkü hakikat; Allah’ın sözüdür, yasasıdır. Dünya, tarih, insan, hayat ve bunlara dair her şey o yasaya göre yürür. Biz kabul etsekte, etmesekte. 

Tarih: 20.04.2019 Okunma: 896

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?