Bu serüvende büyük dalgalanmalar
yaşayarak yürüyecez inşaAllah ve her şey çok güzel şekilde nihayetlenecek. Biz
zevahire baktığımızda ileri ülkelerin ve geri ülkelerin var olduklarını
müşahede ederiz. İleri ülkelerin çok güçlü, geri ülkelerin ise çok zayıf
olduklarını varsayarız. Bu bizim gözümüze yansıyanlardır. Çünkü biz
insançocukları hiçbir zaman arka planı görmeyiz, görmek istemeyiz, göstermek
isteseler dahi, böyle isteyenleri düşman belleriz. Bizim için var da, yok ta
zevahirdir. Biz ancak görmemiz gerekeni görürüz ya da görmemiz gereken kadarı
gösterilir bize. Çünkü akletmeyiz, akledenden de hazzetmeyiz. Ama mütemadiyen,
Allah; ‘’akledin’’ diyor diye sayıklar dururuz ve ahkâm kesmeye bayılırız. Tıpkı,
mütemadi Allah; ‘’emrolunduğun gibi dosdoğru ol’’ diyor diye milyon kez tekrar
ettiğimiz asla öyle olmadığımız gibi. Çünkü dini alanda ahkâm kesmenin kazancı,
getirisi boldur tabi gerçek dine dokunmamak kaydıyla, çünkü gerçek din
yakıcıdır ve herkes dokunamaz ve dokunmakta istemez zaten, zira kaybettirir. Dini
tecime aracı kılmak her zaman kazandırmıştır. Çünkü Allah dediniz mi akan sular
durur tabir caizse. Keşke şu âlemde İslam dünyası pozitif bilimlerle de iştigal
edebilselerdi, felsefeyle ciddi ve samimi bir iltisak kurabilselerdi, sormayı,
sorgulamayı becerebilselerdi, tenkit edebilecek kadar cesaret sahibi
olabilselerdi geçmişte ki gibi. Biz geçmişte ki gibi olamayız ama bitevi
geçmişi anıp, onunla övünmeyi severiz, çünkü din gibi geçmişin de getirisi boldur.
Keşke, keşke demekle ve ahkâm kesmekle olsaydı olması gereken şeyler ama
olmuyor maateessüf. Biz bilmeyiz ki, teknik olarak üstün olmak, her anlamda
üstün olmak anlamına gelmez. İleri ülkeler her zaman geri ülkeler üzerinde
zımni bir baskı kurarlar ve onları kendilerine boyun eğmeye, itaat etmeye
zorlarlar. Çünkü ileri ülkeler madden zengin olan ve her şeyi almaya gücü
kifayet eden ülkeler olarak bilinirler ve öyledir de zahir. Büyük beyinler oraya göçerler, büyük
payelerin arka planda dağıtıcısı onlardır. Politikanın patikalarında onların
yanında olanlar yürümeye güç yetirebilirler. Ve nice alanlarda at koşturanlar,
onların atlarına bindikleri için kolay yol alabilirler. Velakin, istedikleri
kadar dünyaya sahip olsunlar, eğer gerçek bilinse, bu sahiplik tüm dünyaya
sahipliğin yolunu açamaz ve tüm insanlığında bunlar karşısında boyun eğmesini
intaç etmez. Dünya öyle bir yerdir ki, bu algının tam tersi de kabildir. Bu da
insanlığın, kendisini karanlıktan kurtarıp aydınlığa çıkarmasına merbuttur. İleri
ülkeler çok büyük silahlara malik olabilirler, dünyanın zenginliklerini
metazori gasp etmiş olabilirler, büyük beyinlere ipotek koymuş olabilirler,
politikanın görünmeyen hâkimleri olabilirler ama insançocuklarının uyanmaları
ve kendilerinin farkına varmaları tüm bu gidişatı yerle yeksan edebilir. Çünkü cesaret
ve uyanış, dördüncü tür yaratıkların türap oluşlarının ve gelecek güzel günlerin
müjdecisi olacaktır. Nice ayakları çıplak olanlar, derisi ayak derileriyle
birleşmiş olan ayakkabı giyenleri yenilgiye uğratabilirler. Karanlığı, bileşik
güç olmadan yok edemezsiniz. Gerçek güç apayrı bir şeydir!
Dünya da bir aklını kaybetmiş
toplumlar vardır, bir de aklını kullanan toplumlar. Bir ruhunu kaybetmiş
toplumlar vardır, bir de bir ruha sahip olan ama sahip olduğu şeyin ne olduğunu
bilmeyen toplumlar vardır. Bir vicdanı aktif toplumlar vardır bir de vicdanı
ölmüş toplumlar vardır. Bunlardan aklını kullananlar bilime ve tekniğe de sahip
olmuşlardır, aklını kullanmayanlar ise hayatın bu yönünü ıskalamışlar ve
kaybetmişlerdir ama bu arada ruhun o eşsiz gücünden de mahrum kalmışlardır ve
vicdanın aydınlığını da örtmüşlerdir. İşte büyük paradoks burada tezahür
etmektedir. Aklını kullananlar, aklını kullanmasını bilmeyenleri bitevi
aptallaştırmakla iştigal ederler. Dehşetli bir aptallaştırma seansı vardır
dünya sahnesinde, aklını kullananlardan akını kullanmayanlara doğru. Politika
bir araçtır burada. Eğlence sektörü bir araçtır burada. Bilim bir araçtır
burada. Hatta eğitim bir araçtır burada. Görünmeyen ama bitmeyen bir savaştır
bu. İnsançocukları cahilleştirildikleri için, süren bir savaşın olduğunu,
savaşan tarafların kimler olduklarını ve savaşın nasıl sonuçlanacağını
algılayamamaktadırlar. Savaş, zevahirde teknikten ve bilimden mahrum olanların
lehlerine sonuçlanacaktır kuşkusuz. Burada bir çelişki ihsas edilebilir ama
hiçbir çelişki yoktur. Biz sadece bakmaktayızdır. Gördüğümüz zaman gerçeğin
gördüğümüzden çok farklı olduğunu algılayacağız ve anlayacağız. İşin en özünde
savaşın muharriki bilim ve düşüncedir. Ve bir gün, gerçek akılları ıskat
edilmiş, ruhları çalınmış, vicdanları pasifize edilmiş toplumlar, aklın ama
sahte aklın gücüne güvenenleri ekarte edeceklerdir. Uyanıklar, bir yere kadar
uyanıklıklarını devam ettirebilirler ama bir raddeden sonra yani uyutulanların
uyandıkları andan sonra hezimete uğramaya mahkûmdurlar. İnsançocuğu sadece
içinde ki büyük güçten bihaberdir. O güç uyandığı vakit, o gücün önünde hiçbir
güç duramayacak ve o güçte durdurulamayacaktır. Mevzubahis olan güç, bilimden,
sermayeden, teknikten ayrı bir güçtür. Eğer o gücün fevkinde olmazsak, o gücü
uyandıranların karşısında diz çökmeye mecbur kalacağız. Köleler zulme maruz
kalabilirler ama ne kölelik ne de zulüm payidar değildir ve olamaz. Kapitalizm
de bilimin ve tekniğin gücünden güç devşirmektedir ama mutlaka yenilecektir.
Bizler kapitalizmin gösterdiği yoldan gitmekle, onun kof tekniğini ve artık insanlığın
derdine derman olmayan bilimsel yöntemlerini kullanarak kendimizi
kurtaracağımızı sanıyoruz, fakat yanılıyoruz. Zira biz bu yolda ilerledikçe,
haddizatında geriliyoruz, fakat meflûç edilmiş zihinlerimiz bunun farkına
varamamaktadır. Biz içten içe çürüyoruz ve çürümekte olan bir şeyin
tazelenmeyeceğini, bilakis çürümekte olanı yeniden dirilteceğini idrak
edemiyoruz. İleri ülkeler gittikleri yolun çıkmaz sokak olduğunu fark etmişler
ve geri dönmeye başlamışlardır ama bizler hala onların gittikleri yolda gitmeyi
ilerlemek sanacak kadar ahmağız. Kurtuluşun yolunu kaybetmişiz ve ışığı
göremeyecek kadar körüz! Binaenaleyh, faşizmin savaş dilinin, kör şiddetin,
nefretin tutsakları olmaktan kurtulup, bir türlü barışın, sevginin, güzelliğin
elçileri olamıyoruz ve karanlık kuyuda çırpınıp duruyoruz. Bizim için çok güzel
olacak bir dünyayı, kendi ellerimizle çirkin bırakıyoruz.