İnsanlığın sorunu bilinçtedir. Ne olduğunu bile bildiğimizin
sanılmadığı bilinçte. İnsançocukları anlayamıyorlar. Gerçekten anlayamıyorlar.
Hani öğretmenler için, yaşadığımız dünyada en büyük sıkıntı ve sorun öğrencinin
anlayamamasıdır ya, tıpkı o misal. Burada söylemek istediğim şeyi, öğretmenlik
yapanların çok iyi anlayacağına inanıyorum. Hülasa, herkes kendi kategorisinde
çocuk gibi, algılıyor ama anlayamıyor. Kuşkusuz bu anlayamama sorununu kâğıt
kürekle çözeceğiz, buna adım gibi eminim!!! İşte büyükler de kendi dünyalarında
aynı sıkıntıyla ve sorunla mustarip. Münhasıran büyük diplomalara sahip
oldukları ve büyük yerlerde bulundukları için anlamaları gerekiyormuş gibi farz
ediyorlar ama yine de anlamıyorlar, fakat anlamadıklarının farkında bile
değiller. Anlayamama maalesef insanlığın en büyük sorunudur. Sıkıntı hem
derinliklerdedir hem de değildir. Gerçekten garip bir yozluk, sığlık, sekterlik
hâkim dünyamıza. Bu da bizi maalesef faşizmin kanlı, kirli, karanlık diline
mahkûm ediyor, o dile aldanmamıza yol açıyor. Çok vasat bir insanlıkla karşı
karşıyayız hem hâkim hem mahkûm bağlamında. Kalitesiz, kabiliyetsiz,
donanımsız, çapsız, banal bir yığın. Faşizmin gücüne tapan, o güçle erkeklenen,
insanlığı faşizmin kör kuvvetiyle ve adres sormayan kurşunlarıyla korkutmaya
yeltenen ve korkuyla boyun eğdirmeye çalışan lümpen bir yığın. Bakıyoruz
göremiyoruz, duyuyoruz işitemiyoruz, duygulanıyoruz ama hissedemiyoruz,
biliyoruz ama düşünemiyoruz, algılıyoruz ama anlayamıyoruz. Anlayamayan
insanlığın içinde yaşarken anlamakta sıkıntı, çünkü direkt olarak hedef
oluyorsunuz. Zira anladığınızı ifade etmek istiyorsunuz ve anladıklarınızı
insanlığın yararına ortaya koymak derdiyle yanıyorsunuz ama geçit yok. Tabi
burada anladığımız iddiası yok, münhasıran anlamaya çalıştıklarımızı anlatmaya
çalışmak ama anlatmaya çalışıldığını bile anlamadan vurulmak istenmesi durumu
anlatılmaya çalışıyor. Bizler sorunun ne olduğunu, nereden kaynaklandığını,
nasıl çözüleceğini çözümleyemiyoruz. Bu gerçekten çok acıklı bir durum değil
mi? Öyle ama naparsın, gerçeği söylemek tam bir bela. Çünkü gerçekten korkan
ama gücünü de kaybetmek istemeyen tufeylilerin mengenesine sıkışıp kalmışız.
Bizler ruhun derinliklerine dalmayı tercih edeceğimize kâğıt kürekle çok şeyi
halledebileceğimizi sanıyoruz. Çok zaman geçer, gün gelir yine konuşuruz ama
umalım ki biz yanılmış olalım ve aynı yerden konuşmaya başlamayalım. Oysa
mesele ruhun içindedir, mesele kağıt kürek eksikliğinde değildir, ki kağıt
kürekle çözülsün. Mesele ruhtadır, ruh boyutunda çözülmeyen hiçbir şey çözüme
kavuşturulmuş sayılmaz. İşte ileri toplum olarak bildiğimiz ulusların geri
toplumlar üzerinde oynadığı oyunda tamda burada başlamaktadır. Ve geri uluslar
sürekli görüntüyle uğraştırılmaktadır, bir türlü sorunun özüne inmelerine geçit
verilmemektedir. Oysa Franz Fanon’un dediği gibi ezilen ulusların gelecekleri
de, ihtiyaçları da ortaktır. Ezilen ulusların düşünme çabası içinde olmalarına
karşın ezen uluslar düşünceden mahrumdur ama yine de galip gelenler onlardır.
Peki neden? Haddizatında nedeni çok basit ama ifadesi zor. Bugün ezen uluslar
ezilen uluslara makine ile galebe çalma peşindedirler ve bunu başarmaktadırlar
da. Sürekli ilerlemecilik fısıldanmaktadır insanlığın sağır kulaklarına. Ve bu
ilerlemecilik çok sıradan şeylerle empoze edilmektedir. Ama bu meyanda
insanlığın ne kadar birikimi ve değerli şeyi varsa çalınmaktadır. Bugün kişisel
ve toplumsal bilinçten mahrum olanlar ve gözlerinin önündekini anlamaktan
yoksun kalanlar, tüketici olmaya, sömürge olarak yaşamaya ve köleleşmeye
mahkûmdurlar. Bireysel ve toplumsal bilinci kuşanmadıkça, kuşatılmaya devam
etmekten asla kurtulamayız!
İnsanlığın bilinçsizleşmesiyle köleleşmesi arasında doğrudan
ilişki vardır. Bu yüzden insanlığı köleleştirmek isteyenlerin insandan ilk
çaldıkları şey bilinçleridir. Bilincini kaybetmiş insançocukları, fırtınalı
havada savrulan yaprak misali, ordan oraya sürüklenir giderler, ta ki
kayboluncaya değin. Bilincini kaybedenin ilk kaybedeceği şey; kendisidir.
Kendisini kaybedenin de artık bağımsız bir varoluş sergilemesi muhaldir. O
birilerinin kuyruğunda bir uçup bir konan sinek gibidir bundan böyle.
İnsançocuklarını bilinçsizleştirmek isteyenler ilk evvelde insanlık üzerinde
direkt olarak etkide bulunan olguların mahiyetlerini tahrif ederler ve o
olguların istendik şekilde olaylaşmalarına yol verirler. Böylece
insançocuklarının kolayca manipüle edilmelerinin yolu açılacaktır ve açılmıştır
da. İnsançocukları her şeyin kendi lehlerine işlediklerini sanırlar ama sonucu
bir türlü anlayamadıkları için gerçeği hiçbir zaman bilemezler. İnsanı
bilinçlendirmesi gereken din bile, insanı bilinçsizleştiren bir araç derekesine
düşürüldüyse varın gerisini siz düşünün. Din, insana şerefli bir konum
bahşetmiştir ama insan o konumundan indirilerek herkesin elinde bir topa
dönüştürülmüştür ve arzulara göre yuvarlanıp durmaktadır. Jean Paul Sartre bile
sanki dinin insana bahşettiği yüce değerin farkındaymış gibi, tıpkı dinin kabul
ettiği anlamıyla insanı bağımsız ve şerefli bir varlık olarak görmektedir ve
tüm varlıklardan ayrı bir konuma oturtmaktadır. Kendi kaderi kendi boynuna
asılan insanı, gökle irtibatını sağlayan ipin koparılarak kaderinin
sorumluluğunu yüklenmiş bir varlık olarak addetmektedir. İşte burada hem din,
hem de egzistansiyalizm insanın kendi yarınlarını kendisinin inşa etmesi iktiza
ettiğini kabul eder ve insanı kendi kaderinden mesul kılar. Kendisini
değiştirmede asıl gücün yine insanın kendisine olduğunu ifade eden dine
mukabil, egzistansiyalizm kişiyi kendisinin Tanrısı ilan eder. İnsan, aklı
sayesinde diğer varlıklardan farklı olarak içinde yaşadığı doğaya hükmeder ve
doğayı biçimlendirir ve tabiatın tüm güçlerini kendisine ram eder. Böyle bir
güce sahip olan insan ise ne acıdır ki kendi benzerleri karşısında boyun eğer,
varlığını hiçleştirir ve adeta köleleşir ve kulun kulu olur. Şu bendendir
inanmalıyım, bu bendendir inanmalıyım der ve gönüllü aldanmayı kabule der.
Sefil bir şekilde yaşar, o sefaleti yaşatanı da bilir ama bunu ikrar edip
gereğini yapmaktansa o sefil yaşamı içselleştirir. Oysa insan asildir ve
bağımsız olarak vardır ama asaletini kaybetmeden varoluşunu gerçekleştirmek
zorundadır. Bu konuda insanın varlığının farkında olan düşüncelerde din ile
birleşebilmektedirler.