BÜYÜK YANILGI VE KARANLIĞIN KUYUSU...4...

Özgür DENİZ - 17.05.2019

İnsanlığın sorunu bilinçtedir. Ne olduğunu bile bildiğimizin sanılmadığı bilinçte. İnsançocukları anlayamıyorlar. Gerçekten anlayamıyorlar. Hani öğretmenler için, yaşadığımız dünyada en büyük sıkıntı ve sorun öğrencinin anlayamamasıdır ya, tıpkı o misal. Burada söylemek istediğim şeyi, öğretmenlik yapanların çok iyi anlayacağına inanıyorum. Hülasa, herkes kendi kategorisinde çocuk gibi, algılıyor ama anlayamıyor. Kuşkusuz bu anlayamama sorununu kâğıt kürekle çözeceğiz, buna adım gibi eminim!!! İşte büyükler de kendi dünyalarında aynı sıkıntıyla ve sorunla mustarip. Münhasıran büyük diplomalara sahip oldukları ve büyük yerlerde bulundukları için anlamaları gerekiyormuş gibi farz ediyorlar ama yine de anlamıyorlar, fakat anlamadıklarının farkında bile değiller. Anlayamama maalesef insanlığın en büyük sorunudur. Sıkıntı hem derinliklerdedir hem de değildir. Gerçekten garip bir yozluk, sığlık, sekterlik hâkim dünyamıza. Bu da bizi maalesef faşizmin kanlı, kirli, karanlık diline mahkûm ediyor, o dile aldanmamıza yol açıyor. Çok vasat bir insanlıkla karşı karşıyayız hem hâkim hem mahkûm bağlamında. Kalitesiz, kabiliyetsiz, donanımsız, çapsız, banal bir yığın. Faşizmin gücüne tapan, o güçle erkeklenen, insanlığı faşizmin kör kuvvetiyle ve adres sormayan kurşunlarıyla korkutmaya yeltenen ve korkuyla boyun eğdirmeye çalışan lümpen bir yığın. Bakıyoruz göremiyoruz, duyuyoruz işitemiyoruz, duygulanıyoruz ama hissedemiyoruz, biliyoruz ama düşünemiyoruz, algılıyoruz ama anlayamıyoruz. Anlayamayan insanlığın içinde yaşarken anlamakta sıkıntı, çünkü direkt olarak hedef oluyorsunuz. Zira anladığınızı ifade etmek istiyorsunuz ve anladıklarınızı insanlığın yararına ortaya koymak derdiyle yanıyorsunuz ama geçit yok. Tabi burada anladığımız iddiası yok, münhasıran anlamaya çalıştıklarımızı anlatmaya çalışmak ama anlatmaya çalışıldığını bile anlamadan vurulmak istenmesi durumu anlatılmaya çalışıyor. Bizler sorunun ne olduğunu, nereden kaynaklandığını, nasıl çözüleceğini çözümleyemiyoruz. Bu gerçekten çok acıklı bir durum değil mi? Öyle ama naparsın, gerçeği söylemek tam bir bela. Çünkü gerçekten korkan ama gücünü de kaybetmek istemeyen tufeylilerin mengenesine sıkışıp kalmışız. Bizler ruhun derinliklerine dalmayı tercih edeceğimize kâğıt kürekle çok şeyi halledebileceğimizi sanıyoruz. Çok zaman geçer, gün gelir yine konuşuruz ama umalım ki biz yanılmış olalım ve aynı yerden konuşmaya başlamayalım. Oysa mesele ruhun içindedir, mesele kağıt kürek eksikliğinde değildir, ki kağıt kürekle çözülsün. Mesele ruhtadır, ruh boyutunda çözülmeyen hiçbir şey çözüme kavuşturulmuş sayılmaz. İşte ileri toplum olarak bildiğimiz ulusların geri toplumlar üzerinde oynadığı oyunda tamda burada başlamaktadır. Ve geri uluslar sürekli görüntüyle uğraştırılmaktadır, bir türlü sorunun özüne inmelerine geçit verilmemektedir. Oysa Franz Fanon’un dediği gibi ezilen ulusların gelecekleri de, ihtiyaçları da ortaktır. Ezilen ulusların düşünme çabası içinde olmalarına karşın ezen uluslar düşünceden mahrumdur ama yine de galip gelenler onlardır. Peki neden? Haddizatında nedeni çok basit ama ifadesi zor. Bugün ezen uluslar ezilen uluslara makine ile galebe çalma peşindedirler ve bunu başarmaktadırlar da. Sürekli ilerlemecilik fısıldanmaktadır insanlığın sağır kulaklarına. Ve bu ilerlemecilik çok sıradan şeylerle empoze edilmektedir. Ama bu meyanda insanlığın ne kadar birikimi ve değerli şeyi varsa çalınmaktadır. Bugün kişisel ve toplumsal bilinçten mahrum olanlar ve gözlerinin önündekini anlamaktan yoksun kalanlar, tüketici olmaya, sömürge olarak yaşamaya ve köleleşmeye mahkûmdurlar. Bireysel ve toplumsal bilinci kuşanmadıkça, kuşatılmaya devam etmekten asla kurtulamayız!

 

İnsanlığın bilinçsizleşmesiyle köleleşmesi arasında doğrudan ilişki vardır. Bu yüzden insanlığı köleleştirmek isteyenlerin insandan ilk çaldıkları şey bilinçleridir. Bilincini kaybetmiş insançocukları, fırtınalı havada savrulan yaprak misali, ordan oraya sürüklenir giderler, ta ki kayboluncaya değin. Bilincini kaybedenin ilk kaybedeceği şey; kendisidir. Kendisini kaybedenin de artık bağımsız bir varoluş sergilemesi muhaldir. O birilerinin kuyruğunda bir uçup bir konan sinek gibidir bundan böyle. İnsançocuklarını bilinçsizleştirmek isteyenler ilk evvelde insanlık üzerinde direkt olarak etkide bulunan olguların mahiyetlerini tahrif ederler ve o olguların istendik şekilde olaylaşmalarına yol verirler. Böylece insançocuklarının kolayca manipüle edilmelerinin yolu açılacaktır ve açılmıştır da. İnsançocukları her şeyin kendi lehlerine işlediklerini sanırlar ama sonucu bir türlü anlayamadıkları için gerçeği hiçbir zaman bilemezler. İnsanı bilinçlendirmesi gereken din bile, insanı bilinçsizleştiren bir araç derekesine düşürüldüyse varın gerisini siz düşünün. Din, insana şerefli bir konum bahşetmiştir ama insan o konumundan indirilerek herkesin elinde bir topa dönüştürülmüştür ve arzulara göre yuvarlanıp durmaktadır. Jean Paul Sartre bile sanki dinin insana bahşettiği yüce değerin farkındaymış gibi, tıpkı dinin kabul ettiği anlamıyla insanı bağımsız ve şerefli bir varlık olarak görmektedir ve tüm varlıklardan ayrı bir konuma oturtmaktadır. Kendi kaderi kendi boynuna asılan insanı, gökle irtibatını sağlayan ipin koparılarak kaderinin sorumluluğunu yüklenmiş bir varlık olarak addetmektedir. İşte burada hem din, hem de egzistansiyalizm insanın kendi yarınlarını kendisinin inşa etmesi iktiza ettiğini kabul eder ve insanı kendi kaderinden mesul kılar. Kendisini değiştirmede asıl gücün yine insanın kendisine olduğunu ifade eden dine mukabil, egzistansiyalizm kişiyi kendisinin Tanrısı ilan eder. İnsan, aklı sayesinde diğer varlıklardan farklı olarak içinde yaşadığı doğaya hükmeder ve doğayı biçimlendirir ve tabiatın tüm güçlerini kendisine ram eder. Böyle bir güce sahip olan insan ise ne acıdır ki kendi benzerleri karşısında boyun eğer, varlığını hiçleştirir ve adeta köleleşir ve kulun kulu olur. Şu bendendir inanmalıyım, bu bendendir inanmalıyım der ve gönüllü aldanmayı kabule der. Sefil bir şekilde yaşar, o sefaleti yaşatanı da bilir ama bunu ikrar edip gereğini yapmaktansa o sefil yaşamı içselleştirir. Oysa insan asildir ve bağımsız olarak vardır ama asaletini kaybetmeden varoluşunu gerçekleştirmek zorundadır. Bu konuda insanın varlığının farkında olan düşüncelerde din ile birleşebilmektedirler.

Tarih: 17.05.2019 Okunma: 870

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?