Bu dünyada bazıları çalışır, bazıları
yer, gerçek budur. İnsansak ve insanız diyorsak, gerçekleri konuşmalıyız,
korkmamalıyız gerçeklerden. Çendan insanın şerefli halkedildiği ve şerefli
olduğu iddiasında olan bir Müslüman, gerçekçi olmak zorundadır, tabi şerefe
gerçekten değer veriyorsa, yalan bendense yahut haksızlık bendense ben gerçekçi
olup yalanı öldüremem ve haksızlığa haksızlıktır bu deyip isyan edemem dememelidir,
diyememelidir, onda bunu ona yaptırtmayacak bir vicdan bulunmalıdır. Yalan,
aldatma, zulüm bendense ben benden değilim diyebilmelidir. Çünkü emrolunduğun
gibi dosdoğru olmak bunu önkoşul kılar şeref için. Yoksa kimse bu ayeti diline
pelesenk edip temcit pilavı gibi getirip önümüze koymasın yani birazcık şeref
sahibi olsun. Gerçeklerden korkupta, başka alanlarda ahkâm kesmemeliyiz.
Kiminin sofrasında bir tek aslan sütü eksiktir, kimileri aç kalmamak uğruna bir
dilim ekmek arar çöplüklerde. Birileri şuh kahkahalar patlatırlar şatolarda,
birilerinin akıtmaya tek damla gözyaşı kalmamıştır toprak damlı kapısız
evlerde. Yiyenler, münhasıran eğlenirler, zevklenirler, günlerini gün etmeye
bakarlar, tadını çıkarmaya çalışırlar yaşadıkları her anın ve çalışanların bir
an bile olsa kafalarını kaldırmalarına fırsat tanımazlar, güç, servet, şöhret,
devlet bunlarındır sanki, bunların suçları suç sayılmaz, bunlar günah
işlemezler, insanlığın ortak mülkü olan toprağı monopollerine geçirmişler,
parsel parsel bölüşmüşler ve ellerine kamçılarını almışlar diğerlerini sürü
misali gütmektedirler. Belediyeler, devlet hazinleri vb. bunların
çiftlikleridir, diledikleri gibi kullanırlar halkın alınterini, gözyaşını,
kanını ve emeğini ve tek bir kimse de hesap sormaya tevessül edemez. Çalışanlar
da, üç beş kuruş kazanayım da evime ekmek götüreyim ve bekleyenleri mutlu edeyim
diye düşünür, eğlenmek, gülmek, zevklenmek bunlara haramdır. Çünkü bunlar
çalışmak için, diğerleri eğlenmek için yaratılmışlardır!!! Çalışanların görevi,
yiyenleri eğlendirmektir. Güçsüzlerin görevi, güçlüler için ölmektir.
Çalışanlar ölebilirler ama yiyenler yaşamalıdırlar ki, onlar yaşadıkça birileri
onları yaşatmak için ölmeye devam etsinler. Ve bu paradoksa kimse isyan etmez,
herkes kaderdir deyip sessizce kabullenir kaderini!!! İnsan haksızlığa isyan
etmiyorsa, adaletsizliğe başkaldırmıyorsa, kötülükle mücadele içinde değilse
niye yaşar ki bu dünyada? Hangi boşluğu doldurur ki? Eğer soluk alıp vermek
yaşamaksa, hayvanlarda yaşıyorlar. O zaman sende ki aklın, vicdanın, merhametin
anlamı nedir ki ey insançocuğu? Gözümüzün önünde ki gerçekleri görmeyelim mi,
gözümüzün ardına mı atalım? Hislerimizi toprağa mı gömelim ya da ruhumuzu
çıkarıp atalım mı gövdemizden? Kimin mülkünde kimi aç bırakıyoruz? Kimin
mülkünde kimi sefalete mahkûm etmeye hak sahibiyiz? Kimin mülkünde kendimize
istediğimiz kadar alıp, diğerlerine dilediğimiz kadar bahşediyoruz? Her insan,
insanlık onuruna layık bir yaşamı hak eder ve hak ettiği yaşamı yaşamalıdır,
hak edilen yaşamı gasp etmek kimsenin hakkı da, haddi de değildir. Çünkü hiçbir
insançocuğu, başka bir insançocuğunun mülkünde yaşamamaktadır! Ve bunu herkes
bilmelidir, bilecektir, bilmiyorsa bildirilecektir, ne pahasına olursa olsun.
Kompradorlar, hiçbir işleri güçleri
olmayan, işleri güçleri daha çok sömürüp, çalıp, sömürdükleriyle ve
çaldıklarıyla diledikleri gibi eğlenmek, yemek, içmek isteyen, geri zekâlı
tiplerdir. Büyük servetlere malik olmak hiçbir zaman akla, zekâya delalet
etmez. Düşünsenize, bir adam var ve işi gücü golf oynamak. Elinde ki çubukla
topuna dokunuyor ve topu yuvarlağın içine katıyor. Sevinçten uçuyor, kahkahalar
atıyor, o herhangi bir şey elde ettiği için yapmıyor bunu, sadece zevk
aldığından yapıyor. Oysa siluetine bakıldığı zaman insana benzeyen biridir o.
Ama malayani ile iştigal edip, ahmakça zevklerini tatmin etmesi ve bunun içinde
sevinç çığlıkları atması rezilce ve pis bir hastalıktır haddizatında. İşte
kompradorların hayat görüşleri bu kadar sığ, basit ve banaldir. Politikacılar, sözde
aydınlar, âlim kılıklı şarlatanlar, sahte şeyhler bu tiplere uşaklık
yapmaktadırlar maateessüf. Çünkü hiçbirisi emrolundukaları gibi dosdoğru olamamaktadırlar.
Yahut oluyorlar da biz mi bilmiyoruz, görmüyoruz, duymuyoruz, hissetmiyoruz?
Veyahut ‘’zengin karşısında eğilen dininin yarısını kaybeder’’ Hadis-i
Şerif’ini niçin söylemiştir Hz. Muhammed? Dışarıdan bakınca görkemli bir odun
gibidirler, içleri ise devasa bir boşlukla doludur ama hastalıklıdır aynı
zamanda komprador pisliklerin. Ama onlar bu oyunu, üstün bir zevk olduğunu
tahayyül ve tasavvur ederek yaparlar. Çünkü bu iş münhasıran serveti olanların
ve başka hiçbir kimsenin oynayamadığı bir oyundur ve asıl tatmin noktası
burasıdır. Çünkü kendilerini bu şekilde üstün, özel ve ayrıcalıklı olarak
görmektedirler. Hiç düşünmezler ki, şayet anlamış ve yapmış olsalar ya da
yapacak olsalar, bu dünyaya çok büyük iyilikler yapmaya gelmişlerdir ve böyle
ucuz bir şey için gelmemişlerdir. Ama onların yaptıkları her şeyin ardında,
yanında, sağında ya da solunda zor ve tezvir şebekesinin baş aktörleri de
bulunmaktadırlar. Çünkü bunlar yani zer şebekesinin baş aktörleri, zor ve
tezvir şebekelerinin aktörleri olmadan bir hiçtirler. Filhakika bu üçlü şebeke
birbirilerini besleyen yaratıklardır daha doğru tabirle; bir diğeri olmadan
diğer birinin varlığı anlamsız kalır ve bunlar tüm kirli işlerini birlikte
kotarırlar. Yani muktedir, sermayedar, din tüccarı; bu üçlü şebekenin tezgâhını
çökertmedikçe, bu âlemde insanlığa mutluluk ve huzur haramdır, yoktur, işte bu
yüzden insanlık toprağında bu şebeklerin kirli tezgâhlarını çökertecek ağır bir
devrim gereklidir. İnsançocuklarının bunlara özenecekleri hiçbir durum ya da
sebep yoktur ama yine de özenirler. Çünkü insan gibi yaşamak zor gelir insana.
Çalmadan, çırpmadan, vurmadan, kırmadan, aldatmadan, haram yemeden, paylaşarak,
adil ve ahlaklı olarak, hürriyet uğruna büyük kavgalar vererek, kul hakkına el
uzatmadan, onuruna sahip çıkarak, zulme isyan ederek yaşamak zor geldiği için,
insanlığını unutturacak işlerle iştigal eder ve güya yaşadığı hayatın tadını
çıkarmaya bakar. Tabi ölümü unuturlar bu arada ama ölüm onları hiç unutmaz. Bir
gün zevklenemeyecekleri bir duruma düşeceklerdir, elleri, ayakları kıpırdamaya
mecalsiz kalacaktır. Ve ansızın fark edeceklerdir nasıl bir pisliğin içinde
olduklarını ve o pislik içinde nasıl olupta bunca zaman yaşadıklarını ama isyanları
çare olmayacaktır. Göreceklelerdir ki, bunca zaman servetin tutsağı, zevkin
oyuncağı olmuşlardır ve kendilerine bahşedilen tüm ilahi yetileri
kaybetmişlerdir, en başta da kendilerine büyük bir üstünlük bahşeden,
varlıklarını değerli kılan ‘’hayır’’ deme yetilerini. Binaenaleyh, insan, ruy-i
zeminde Allah’ın halifesi olma hususiyetini yitirdi, tüm kutsi yönlerini,
izzetini ve şerefini, haysiyetini ve namusunu, kendisi dışında hiçbir varlığın
erişemediği ve sahip olamadığı kabiliyetlerini görmezden geldi, unuttu ve
kendini tamamen dünyaya ve tüketmeye adadı. Mütemadiyen övdü, yaltaklandı, kula
kul oldu, zulme yeltendi. Oysa varlığını unutan, başlar önünde baş eğen ve ucuz
menfaatler uğruna yaltaklanan insan, artık insan olamazdı, insan görünümlü olsa
bile. İşte kaderiniz bu türlerin ellerinde ve siz razısınız! Gazali ne güzel
söylemiş; ''Toprağın üstünü kaybedip derinliklerine inmiş olanların pişman
oldukları şeyler için toprağın üstünde kalanlar birbirlerini yiyorlar.''
İnsanı, yaşadıklarına yönelik sormaya
sevkeden ve yaşadığı hayatı sorgulamaya iten, meşguliyetlerinin ve uğraşlarının
kendisini kaybetmesini engelleyen şey, sahip olduğu özbenliğinden fışkıran
özbilincidir. Fakat bunu gerçekten başarabilmek kolay değildir ve içsel bir
mücadeleyi iktiza eder ama fasılasız bir mücadeleyi. Bir insanın kendisini
tanıması yahut kendisine karşı her an müteyakkız olma hali, tüm bilgilerin
ötesindedir. Zaten bu bilgiye malik olan insanın diğer bilgilerden de behresi
olması gayet tabidir ve kuşkusuz olacaktır da. Elbette tabiat bilgiyle ve
bilgiye erişimi sağlayan donelerle lebaleptir. Velakin hiçbir bilgi, insana
kendi nefsinin hakikatinin bilgisini ve kendi varlığının karanlık dehlizleriyle
ilgili bilgiyi veremez. Yani insanın öz varlığına dikkat çekici bilgiler değildir
sair bilgiler. İnsan nefsini tanıdığı kadar değerlidir ve nefsini tutabildiği
kadar güçlüdür. Bugün insanın eğitimine buradan başlanmalıdır ama maalesef bu
da derin bir uyanıklığı önkoşul kılar, akademinin çok çok ötesinde bir şeydir
bu. Haddizatında tam da buradaki acınası durum, bugün insanlığın tabi olduğu ve
çarklarından geçtiği eğitim sistemlerinin ve toplumsal yapıların felaketini
apaçık surette göstermektedir. İnsançocuğu kendisini tanımadığı, bilmediği
ölçüde hakir görülmektedir ve filhakika böyle bir şeyi de, acıdır ama hak
etmektedir. İnsan kendisine olan inancını kaybetmiştir ve derin bir
umutsuzluğun girdaplarında yokluğa sürüklenmektedir. Evet, hakikatte aciz olsa
da hayatın karşısında çokta aciz olmayan insan, kendi kendisine inancını kaybettiği
ve umutsuzluk çukuruna düştüğü için acziyetini de kabul etmekten başka çare
görmemektedir ama bu kabul ediş aynı zamanda yokluğu da kabul ediş anlamına
geleceği için, insan maalesef zavallı bir hayvanın bile kabul etmeyecğei şeyi
kabul ediyor olmaktadır. Bugün hangi alanda olursa olsun o alanların temel
sistemleri emperyalizmin etkisinde olduğu için, emperyalizmin istediği insan
üretilmektedir dünyada. Bu da çok sistemli ve operasyonel bir şekilde
kotarılmaktadır. Herkes memnundur ama neyden memnun olduğunu da bilecek
özbilinçten mahrumdur. Münhasıran bu sebeplerden dolayı, insançocukları bugün,
eleştiri kabiliyetinden, sorma yetisinden, sorgulama meziyetinden, başaramaya
olan inancından yana derin bir acziyet içerisindedir. Kendi kendisini küçük gören
ve bu yolla zımnen kendi kendisini düşüren bir insanlığın kendisinden geriye
bırakabileceği pek bir şey de olmaz, olmayacaktır. İşin en özünde tüm bunlar
insanı kullaştırma ve köleleştirme politikalarının elim ve vahim neticeleridir.
Ki, nihayetinde de öyle değil midir? İnsan kula kul olmaktadır ve köleliğin
cehennemi kucağına oturmaktadır! Ve gönüllü köleliği ve kulluğu değiştirecek
hiçbir şey olamaz. Ancak kullaşan ve köleleşen insanlığın kendisinden başka…