Bizler hipnotize olmuş
insançocuklarıyız. Hipnoz halinde bir ömür yaşadık. Çünkü insan üzerine
incelemeler yapan psikologlar, sosyologlar vb. insanı çok iyi tahlil
etmişlerdir. İnsançocuğunun fizik ve metafizik boyutunu çok iyi
çözümlemişlerdir. Binaenaleyh, insançocuğu nasıl hipnotize edilebilir sorusunu
sormuşlar ve kendilerince en iyi cevabı da bulmuşlardır ve böylece faşist emperyalizme
en iyi şekilde hizmet verebilmek için gönüllü aracılar olmuşlardır.
İnsançocuğunu hipnotize edebilmek için kesif bir gayret içerisine girmişler ve
istediklerini de elde etmişlerdir. Olguları çok iyi kullanmışlardır amaçlarına
ulaşmak, arzularına kavuşmak için. Dini vb. ortak ve kutsal olguları bile
kullanmaktan imtina etmemişlerdir bu uğurda, bilakis bu olguları bu uğurda
kullanılabilecek en ideal ve uygun olgular olarak telakki etmişlerdir. Diziler
genellikle dinle, vatan duygularıyla soslanarak uyutma seanslarına yardımcı
olmuşlardır. Faşist emperyalizm buradan insanların duygularını tesir altında
bırakmış ve insanları istendik şekilde yönlendirebilmiştir. Bu yüzden de bu
halden bir türlü çıkamıyoruz, çünkü alışkanlık olmuş. Artık hipnoz halinde
yaşadığımız ve yalanlarla hipnotize edildiğimiz için gerçekler bize yalan gibi
gelmekte, yalanlar da gerçekmiş gibi gelmektedir. Öyle değil mi? Kör müsünüz?
Bir pislik olduğu iddiası var, o pislikten eli hiç çıkmamış olan var ama bir
şekilde o pisliğe tam bulanmamış olan var yani ahmakça dokunmuş olan var. O
pislikten eli hiç çıkmayan tertemiz ama o pisliğe ahmakça dokunan tam bir pislik
ve cehennemi hak ediyor. Ve bizim bu aşağılık ve devasa yalanı yutmamız
bekleniyor. Var olduğu söylenen şeye inanmamız bekleniyor, sormadan,
sorgulamadan. Oysa var olduğuna inanmamız istenen çok şey koca bir yalandır.
Sadece biz malız, aptalız, cahiliz, körüz, yobazız, bağnazız, sekteriz. Çünkü
ne kadar yalanlarla yaşarsak, o kadar arzularımıza ulaşmışız, ne kadar
gerçeklerle yaşarsak arzularımızdan yana o kadar yoksun kalmışız. Bu sebeple de
yalanlarla hipnotize edilmeye gönüllü olarak eyvallah etmişiz. Bilakis, basit
bir misal verecek olursak şayet, insanı insana, kardeşi kardeşe düşman
edebilecek ne vardır ya da böyle bir düşmanlık kabil-i mümkün müdür? Bu tür
düşmanlıklar dünya bağlamında kazandırdığı ve insan hipnoz halinde yaşadığı
için mümkün olabilmektedir. Niçin kadim paradoks bir türlü çözülememekte ve
insan bitevi aldanışların, yanlış algıların kurbanı olmaktadır? Çünkü
insançocukları kadim paradoksu normal bir durummuş gibi algılamaktadırlar ve
hipnoz halinde ki insançocuğu sorgusuz sualsiz böyle bir şeye gönüllü teşne
olmaktadır. Zira bizler Spinoza ’nın deyimiyle ‘’arzunun çocuklarıyız.’’ Evet,
belki öyle olmamalıyız, ki öyle de değiliz haddizatında ama kadim bir aldanış
içindeyiz ve aldanışlarımız bizi alışkanlıklarımızın masum kurbanları kılıyor.
Bu sebeple de arzularımız yüzünden ve yönünden çok kolay bir şekilde kumpasa
geliyoruz, kolayca hipnotize edilebiliyoruz. Belki kazanıyoruz ama
kaybettiklerimiz kazandıklarımızı hiçleştiriyor ve böylece bir kazandığımız da
olmuyor filhakika, kazandığımızı sanıyoruz sadece. Garip bir şekilde karşımızda
vuku bulan şeylerin büyüsüne kapılıyoruz. O anda aklımızı ve kalbimizi devreden
çıkarıyoruz. Çünkü düşünmek ve hissetmek tehlikelidir ve uyarıcıdır. Ki, zaten
hipnoz halinde ne düşünebiliyoruz ne de hissedebiliyoruz, münhasıran istendik
tepkileri verebiliyoruz. Kendimizi öyle veriyoruz ki, artık karşımızdaki
şeylerin hareketlerine göre hareket etmeye başlıyoruz. Bazı şeyler öyle tekrar
ediliyor ki, göre göre, duya duya tamam diyoruz demek ki böyle. Çünkü sorgusuz
sualsiz kabullenmeye koşullandırmışız kendimizi. Aklımız düşünmüyor, kalbimiz
hissetmiyor, zira devre dışı bırakılmış durumdadır ve hipnoz halinde bir
aklımız ve kalbimiz olduğunu hatırlama imkânımız da bulunmamaktadır. Bugün her
şey aklımızı ve kalbimizi dondurmak üzere kurgulanmıştır ve aklımız ve kalbimiz
dondurulmuştur da maalesef. Her türlü araç aklımıza ve kalbimize çalışıyor.
Hipnoz halinden kurtulmazsak, ne gerçekleri görebilmemizin, ne kendimiz
olabilmemizin, ne olguların mahiyetlerini anlayabilmemizin ve ne de gerçek
yaşamı hissedip yaşayabilmemizin imkânı ve ihtimali yoktur. Hipnoz halinden
çıkın, sarsılın ve sarsın dünyayı! Ve tüm dünya çok güzel olsun…
Şöyle bir anlık uyanıversek ve tam
uyandığımız anda bir şeyler oluverse de düşünüversek, hissediversek, her şeyin
değiştiğini ve o değişimle birlikte kendimizin de değiştiğimizi göreceğiz.
Yaşamın ne kadarda muvakkat olduğunu, elimizde ne varsa hepsinin bir gün kayıp
gideceğini, biriken şeylerin umulmadık anda bitivereceğini, münhasıran
insanlığın sonsuz ve muhakkak olduğunu anlayacağız ve o anda artık bir daha
aldanmamaya and içeceğiz. Çünkü kendi menfaatlerimiz istikametinde
aldanmadığımızın, bilakis birilerinin kendilerinin kirli, ucuz, basit ve küçük
menfaatleri uğruna aldatıldığımızın idrakine varacağız. Nice şeylerin ne
kadarda aptalca olduğunu, bizleri komik hale düşürdüğünü ihsas edeceğiz.
(İnsanın aklını ve vicdanını kullanmaması, insanı hem komik, hem utanılası, hem
de zavallı hale düşürür. Kendi hayallerimizi kurmak ve kurduğumuz
hayallerimizin peşinden koşmak varken, niçin başkalarının hayallerini gerçek
kılmak uğruna bize armağan edilmiş bu kutsal ömrü ve bu kutsal ömrün kıymetli
dakikalarını harcıyoruz umarsızca, bu nasıl bir aldanıştır ve zavallılıktır?)
Yaşamı yaşayamadan elimizden nasılda kayıp gittiğini, yaşama sevincimizin
nasılda acımadan bizden çalındığını fark edeceğiz. Aldatıldığımızı vicdanımızda
duyumsayacağız ve yüreğimiz burkulacak. Ve bu aldanışımızın bizi hiçbir yere
götürmediğini, bilakis bizden çok şeyi alıp götürdüğünü müşahede edeceğiz ve
kendi kendimizden utanacağız, utandıkça bir isyan kabaracak yüreğimizde ve
artık utanacak bir şey yapmaktan utanacağız. Zira gerçekten hiçte
yapmayacağımız şeyleri yapıyoruz, yapmaya zorlanıyoruz zımnen ve metazori olarak
ama ne yaptığımızın, niçin yaptığımızın farkında bile değiliz, vallahi,
billahi, tallahi farkında bile değiliz. Bir insanın alınterini, gözyaşını,
emeğini, kanını göz göre göre gasp ediyoruz ya da gasp edilmesini seyreyliyoruz
ve hiçbir şey olmamış, hiçbir şey yokmuş gibi davranabiliyoruz. Biz insan mıyız
gerçekten? Farkında olsaydık yapar mıydık bilmiyorum. Kanımca yapmazdık, çünkü
yaptıklarımızın bizleri ne kadar da trajikomik hale düşürdüğü o kadar malum ki,
malumu ilama lüzum kalmıyor. Zira hipnoz halinde olduğumuz için göz göre göre
aldatılıyoruz. Keşke aldatanlar yazığı, günahı, ayıbı bilselerdi ama
bilmiyorlar işte ve çare yine bizim kendimizde oluyor ama çare olduğumuz halde
çare olacak takati kendimizde bulamıyoruz. Hissetseniz lütfen; daha geceyi yaşamadan
gündüz oluveriyor, gündüzü yaşayamadan gün geceye evriliyor, ömür tükenip
gidiyor, yaşam nasılda çarçabuk geçiyor ama bizler öyle malayani şeyler peşinde
koşturuyor, öyle absürt işlerle iştigal ediyoruz ki, gerçekten trajikomik bir
durum. Tam bizden istenilenleri duyarken hipnoz halinden kurtuluversek ne
düşünürdük acaba ve düşünürlerdi karşımızdakiler? Olguların nasılda tersyüz
edilerek ve yanlış amaçlar uğruna zihnimize zerk edilerek manipüle edildiğimizi
anlayabilsek ne olurdu? Olguların nasılda kendi anlamları dışına kaydırılarak,
münhasıran aşağılık menfaatlere mülaki olmak uğruna olmayacak şekilde
olaylaştırıldıklarını ve bizlerinde bu olaylaşma yolunda acımasızca
kullanıldığımızı fark etseydik ne düşünürdük? Belki de artık inanacağımız ve uğruna
bu canı ortaya koyacağımız hiçbir olgu kalmazdı değil mi? Kurtuluşa doğru ilk
adım nasıl atılır? Çok güzelinsanlar olarak çok güzel bir dünyayı sahiden
istemekle ve yapmamız gerekeni inançla ve inatla yapmakla, gitmemiz gereken
yere muhakkak ama muhakkak gitmekle ve ödevimizi hesapsız, umarsız, çıkarsız
ifa etmekle…