BÜYÜK YANILGI VE KARANLIĞIN KUYUSU...21...

Özgür DENİZ - 17.06.2019

İnsançocukları hakikati bilmedikleri ve hakikatin nasıl, ne şekilde uygulanması gerektiğini anlayamadıkları için layık olmadıkları ama kendilerine layık görülen yaşamın kıskacından bir türlü kurtulamamaktadırlar. Ki, kurtulmayı da ne kadar istemektedirler? Belki de layıktırlar layıksın sen buna denilene. Zira herkes layık olduğunca itibar görür, layık olduğunda bir hayatla yaşar, layık olduğu şekilde tedvir olunur. Üstelik hakikate göre yaşıyor olduklarını da sanmaktadırlar ve bu sanmaklarla dolu yaşam, onları süfli bir yaşamın mahkûmu kılmaktadır. İnsançocukları gerçekten tahminlerin de ötesinde koyu bir karanlıkta yaşamaktadırlar. Ve insançocukları asla dürüst değillerdir! Lafa bakmıyorum, eylemdir insanı ortaya çıkaran. Bana lafınla değil hareketinle gel! Gelemiyorsan haddini bil ve sus! Allah, insanı şerefli mi kılmıştır? Öyle kılmıştır ve öyle kıldığını da buyurmuştur. Hadi buyur inkâr et yüreğin yetiyorsa. Öyleyse şerefli yaşayacaksın ve şerefsiz yaşayanı tecziye etmekten imtina etmeyeceksin.  Şerefsizce yaşayanın şerefsiz yaşamını tolere etmeyeceksin ve hayatı da kuşatmasına imkân tanımayacaksın. Şerefsiz her kim ama her kim olursa olsun asla ve kata fark etmez bu. Bunu yaptığın için seni hiçbir kimse kınayamaz, hakkına tecavüz edemez, tecziye edemez ve tecrit edemez, şayet böyle bir muameleye tabi tutuluyorsan da bunu şeref bil ve al kabul et. Ki, yüreği yetiyorsa buyursun gelsin ve yapsın yapabiliyorsa, ne yapacaksa. Bana şerefli olmamı Rabbim emrediyor, emre uymayan ya da emredilene uymamı engelleyen bir şerefsizin emrine mi tabi olacağım? Çünkü sen şerefsiz yaşamak zorunda değilsin, şerefsizce yaşama onay vermek zorunda da değilsin ama herkes şerefli yaşamak, yaşamadığı zaman da bedelini ödemek zorundadır. Keza emrolunduğun gibi dosdoğru olman emrediliyor mu sana? Emrediliyor ve öyle de olmak zorundasın. Öyleyse emrolunduğu gibi olunmadığı zaman, türlü bahanelerle orada bulunmak zorunda değilsin, sonra da ağlayamazsın, ağlarsan da her türlü hakareti göze almalısın. Çünkü yaşam soytarılık değildir ve soytarılığı tolere de etmez. Emrolunduğu gibi olmayanların yaşamlarını onaylamak zorunda değilsin ve böyle bir şeyi de insan isen zaten yapamazsın. Sen şerefli kal ve emrolunduğun gibi ol! Mülk Allah’ın mı kardeşim? Karar Allah’ın mı kardeşim? O zaman o mülk herkesindir, o karardan başka da karar tanımam. Kimse benim bahşedilmiş hürriyetimi gasp edemez. Kimse benim hakkımı yiyemez. Gasp etmek ve yemek gibi bir hürriyeti yoktur. Eğer böyle bir şeye yelteniyorsa, onu en ağır şekilde tecziye etmek benim vazifemdir. Bunu böyle bilmek zorundasın eğer şerefine sahip çıkacaksan ve emrolunduğun gibi dosdoğru olacaksan. Allah, hiçbir kimliğe üstünlük bahşetmemiş, üstünlüğün takvada olduğunu buyurmuş ve adaleti ve iyiliği emretmiş. Böyle olmazsan, nasıl olacağını anlatırlar sana mutlaka. Allah’ın mülküne çöreklen, orayı monopolüne geçir, insanları haklarından et, sonrada istediğin gibi ve istediğin kadar yaşam sun? Kimsin lan sen? Allah mısın be? Ben cahilde olsam, beceriksiz de olsam, bu dünyaya doğmuşum ve beni bu dünyaya getiren bir Allah var. Bana kan vermiş, can vermiş, yaşam vermiş, yaşa ve sana yaşam verene itaat et demiş. Bana bir de rızk vermiş. Tüm yeryüzünü de bana açmış, çalış, işle, kazan ve insanca yaşa demiş. Faşist emperyalizmin bana sunulan yeryüzünü nasıl olur da kendi inhisarına geçirmesine eyvallah edebilirim? Ama sana benim rızkıma tasallut hakkı vermemiş. Benim cahil olmam, beceriksiz olmam, susmam ve bana layık görüleni onaylamam anlamına gelmez, gelemez. Kimsin ki, Allah’ın mülkünü istediğin gibi evirip çevirmeye, istediğinden alıp istediğine vermeye yelteniyorsun? Kim verdi bu hakkı sana? Verilmeyen hakla muamele etmeye de hakkın olamaz, oldurmazlar, oldurmayacaklar. Benim hakkımı, hakkın olmadığı halde türlü şeyler vasıtası ile ve türlü yollarla gasp edemezsin, etmeye hakkın yok. Bunu yapamazsın, yaparsan bir gün mutlaka bedelini ödersin, ödetirler. Kahrolsun faşist emperyalizm ve yazıklar olsun ölümden başka bir şey bilmeyen, insanlığı sadece ölmeye layık gören, barışın ve sevginin dilinden anlamayan, hayata hiçbir artı değer katamayan ama kendini insanlığın üzerinde gören alık, bön, ahmak, sekter, dar kafalı faşist emperyalistlere.

 

Biz sadece bakıyoruz. Neyi görmemiz gerekiyorsa onu görüyoruz, nasıl bilmemiz gerekiyorsa o şekilde biliyoruz, nasıl anlamamız gerekiyorsa öyle anlıyoruz. Nasıl inanmamız gerekiyorsa o yönde inanıyoruz. Hülasa; istendik bir yaşamın iflah olmayan tutsaklarıyız. Çocuk gibiyiz. Kesif bir duygusallığın tutsaklarıyız, akıl ölmüş, mantık meflûç. Bu yüzden de hep aynı yerde sayıyoruz. Ne zihnen, ne fikren, ne ahlaken, ne vicdanen asla terakki kaydedemiyoruz, bilakis bitevi tedenniye mahkûmuz. Soramıyoruz. Sorgulayamıyoruz. Öğrenemiyoruz. Saf gerçekleri öğrenmemizden feci şekilde haşyete kapılıyorlar. Çünkü gerçeklerin ne getireceğini biliyorlar ama başka neleri getirebileceğini tahmin bile edemiyorlar. Belirsizlik cehennem gibidir! Olguları, kişileri putlaştıran ve onların varlığına kendi varlığını feda eden zavallılarız. Hiçbir olguyu, olayı ve durumu dip derinliğine değin çözümleyemiyoruz. Bu yüzden de üst insan düzeyine hiçbir zaman erişemiyoruz, badema da erişemeyeceğiz. Önümüze ne konursa iştahla yiyoruz, içinde ne var, nasıl yapılmış, kim yapmış, niçin yapmış, niçin benim önümde diye tetkik edemiyoruz. Çünkü aydınlık gibi gördüğümüz karanlıkta yaşıyoruz. Gözümüzün her şeyi gördüğü yanılgısı, karanlığı aydınlıkmış gibi algılatıyor bize. Bu yüzden de mütemadiyen fasit daire mengenesinde, yanılgılar içerisinde, yanlışlar girdabında, yalanlar bataklığında yaşayıp gidiyoruz. Oysa büyük bir gerçek vardır büyük yalanlar ardında gizlenmiş: ‘’Hiçbir şey göründüğü gibi değildir.’’ Bunu unutmayın ama üzerinde düşünmeyin de ve herhangi bir yargıya da varmayın. Zamanı gelince kuşkusuz her şey izah ve izhar edilir. İzahı yapılmadan ve izhar edilmeden önce de yapılan her türlü yorum, varılan her türlü yargı, önyargı ile yapılmış her türlü tanımlama kesinlikle yanlış olacaktır. Çünkü gerçek sadece kafanın ve kalbin emanetidir. Burada ne yapıyorum? Hayatın bütününe bakıyorum kuşatıcı bir şekilde, her olguyu çözümlüyorum, her olayı teşrih masasına yatırıyorum, her durumu tetkik ve tahkik ediyorum ve indi çıkarımlarıma, öngörülerime göre konuşuyorum. Koşullandırılan biri değilim, önyargılarımla hareket etmem, zihnimin tüm pencereleri açıktır, kısır bir tarafgirlik duygusuyla yaşamıyorum ve fikrin bizatihi varlığında mündemiç olan namusuna sadık kalıyorum. Çünkü karanlıkla savaşıyorum ve savaşmak zorundayım insanca yaşamak ve yaşamak şarkısını tüm gönlümle terennüm edebilmek için.

 

İnsançocukları; akletmeyi ve hissetmeyi beceremedikleri için karanlık bir kuyuda çırpınıp durmaktadırlar. İnsançocukları özgürdürler ama kendilerini kendi elleriyle köleleştirmişlerdir, oysa özgürlüklerinden bir milimlik bile taviz vermemelidirler ve çalınan özgürlüklerini her ne pahasına olursa olsun geri almalıdırlar; konuşabilmelidirler ama kendilerini susmaya mahkûm etmişlerdir, oysa en çok konuşmaya hakkı olanlar kendileridirler ve bedeli ne olursa olsun konuşmaktan bir adım bile geri atmamalıdırlar; asildirler ama kendilerini vekilleştirmişlerdir, vekilleri kendilerinin tanrıları yapmışlardır, madden de manen de vekiller birer tanrı gibidirler, asiller ise zavallı köleler derekesindedirler; hesap sorabilen olmaları gerekirken kendilerinden hesap sorulan zavallılar derekesine düşürülmüşlerdir. Kardeşim bu topraklar kimin? Kimin bu mülk? Devlet denilen mekanizma kimin? Kimin bu hazineler, kaynaklar? Birileri, üzerlerinde istedikleri gibi tasarruf yapabilsinler diye mi vardırlar? Birileri istediklerine istedikleri gibi istedikleri kadar peşkeş çekebilsinler diye mi vardırlar? Ben ne oluyorum burada? Ben insanlık dışı bir yaşama mahkûm olacam ama birileri istedikleri gibi dem sürecekler, keyfedecekler öyle mi? Benim hakkımın gizli olduğu hazine istenildiği zaman açılacak, istenildiği kadar, istenildiği şekilde, istenilen yere boşaltılacak ama ben susacam ve öylece boyun bükecem, birilerinden himmet bekleyecem, böyle bir şey mi bekleniyor yoksa benden? Bunu yapacağım mı sanılıyor? Öyleyse ne büyük ahmaklıktır bu. Ne yani hakkım göz göre göre gasp edilecek, alınterim, gözyaşım, canımın kanı, emeğim ve ekmeğim metazori iç edilecek ama ben eyvallah deyip geçeceğim. O zaman nasıl olabilir de insan olduğum iddiasında olabilirim, nasıl hayalini kurduğum yaşamı arzulayabilirim ve hayattan haklı olarak neyi isteyebilirim ve istemek hakkım olabilir mi? Benden besleniyorsan, icap ettiğinde besinini kesebilirim ve gıkını bile çıkaramazsın. Kimsin ki? Ne yani sevince iyi, dövünce kötü öyle mi? Sevilmekten hoşlanıyorsan, icap ettiğinde dövülmeye de tahammül göstereceksin kardeşim. Ben ne önüne kemik atılacak itim, ne varlığını başka varlıklara hesapsız ve umarsız feda edecek zavallı bir köleyim, ne de boynu çekilecek bir koyunum. Ben insanım insan! İnsan olduğumu bileceksin, bilmiyorsan öğreneceksin, öğrenmek istemiyorsan öğretileceksin! Ben şerefime sahip çıkıyor ve emrolunduğum gibi dosdoğru olmaya çalışıyorum, öyleyse haddini ve hududunu bileceksin ağzını bağlayıp dinleyeceksin ve yapman gerekeni de yapacaksın; şerefine sahip çıkıp emrolunduğun gibi dosdoğru olacaksın.

 

Bize her şey yanlış öğretilmiş! Kendimiz öğrenme çabası içinde olmadıkça da hiçbir şeyin gerçeğini öğrenemeyeceğiz ve öğrendiğimiz yalanlar yüzünden yaşamı yaşamayı bırakın koklayamayacağız bile ve ilanihaye karanlığa mahkûm kalacağız. Birileri gelecekler; büyük yalanlar üfürecekler ve bizler inanacağız, onlar konuşacaklar ve bizler susacağız, onlar kim olduklarını bilmeden dövecekler ve bizler kim olduğumuzu bildiğimiz halde hem dayak yiyeceğiz hem de alkışlayacağız, onlar yiyecekler ve bizler bakınacağız, onlar yaşayacaklar ve bizler gebermeye devam edeceğiz, onlar bulundukları konum gereği spontane haklı olacaklar, bizler bulunduğumuz konum gereği spontane haksız olacağız. Ama tüm bunlar muvacehesinde bir kez bile akletmek, sormak ve sorgulamak düşüncesi içerisinde olmayacağız. Bu nasıl oluyor ya, bu işte bir terslik olmalı diye bir kez bile sormak cesaretini gösteremeyeceğiz. Onların münhasıran markalarına bakıp, ha tamam bu bendenmiş deyip inanacağız, yoksa dillerine, eylemlerine, yaşamlarına, yaklaşımlarına bakarak değil. Üstelikte bizlere istedikleri gibi davranacaklar, istedikleri gibi muamelede bulunacaklar ve bizler öylece susup oturacağız dizlerimiz üstünde. Ne diyelim, böyle bir yaşama kendi ellerimizle tutsak olurken ama insanız derken utanmadıktan sonra, it gibi yaşamak mı utandıracak bizleri? Gerçek özgür değildir maalesef, bu yüzden de özgürlüğümüz yalandır ve insan hep yalan kalamaya mahkûmdur. İnsan düşmüştür ve düşkündür maateessüf! Bizler hep başkalarının akıllarına göre yaşamışız. Bizim varoluşumuzda, her daim, imanımız, ideolojimiz, ait olduğumuz yapılar, partilerimiz aklımızdan önce gelmiş hatta aklımızı handiyse iptal etmişler. Bu durum da, bizim, aklımızı saf dışı bırakmamıza neden olmuş ve kör teslimiyetin yolunu açmış. Düşünme hayal olmuş, eleştiri boğulmuş ve akıl kaçıp gitmiş. Biz hiçbir zaman öğrenmek, anlamak ve yaşamak derdinde olmamışız. Biz hiçbir zaman bizden olan da bize yalan söyleyebilir diye düşünmemişiz. Biz hiçbir zaman, hiçbir olgu üstünlük bahşetmez ve hiçbir kimse herhangi bir olguya sahip olduğu için yaptığı her şey doğru olarak görülemez diye bakmamışız. Münhasıran sahip olmak kifayet etmiş bize. Dinimiz var mı? Var, tamam, olay bitmiş. Kimliğimizde İslam ve Türk yazıyor mu? Yazıyor, tamam, olay bitmiş. Ve kendimizi de bu olgulara malik olduğumuz için hep üstün görmüşüz, ayrıcalıklı bilmişiz ve kendi dışımızdakilere istediğimiz gibi davranma, bu topraklar üzerinde istediğimiz gibi yaşama, hazineden kendimize istediğimiz kadar pay alma hakkını görmüşüz kendimizde. Maalesef insançocuklarının sormalarından ve sorgulamalarından çok korkuluyor. Bu yüzden de felsefeyle iltisak kurmaları, bilimselliğe önem atfetmeleri istenmiyor. Oysa doğa da pozitif bilimler diye de bir bilim alanı var ve o bilimler olmasa insan yarım kalır. Ama biz her nedense o bilimlere hep uzak durmuşuz. Haddizatında birileri bizim yani insançocuklarının aydınlanmamızı gerçekten istememişler. Yani insançocuklarının karanlıkta yaşamaları, böyle kalmalarını isteyenleri gayet memnun ediyor. Çünkü karanlıkta yaşayanlar, yaşama karşı kör kalırlar. Yanlışı doğru, yalanı gerçek, kötüyü iyi diye bilirler ve bu da birilerini hep memnun eder. Çünkü biz kaybederken, onlar hep kazanmaktadırlar. Yazık!

 

Hz. İbrahim’in imanı yok muydu? Böyle soru mu olur değil mi? Aklın yoksa olmaz, aklın varsa hiçbir soru sorun olmaz. Ama O, sahip olduğu kavi imana rağmen Allah’ı aradı ve mutmain olmak için bitevi sordu, sorarken de sordurdu. Sora sora buldu ve oldu, olduğunda da olduramaması için hiçbir sebep yoktu! O putları kırmıştı, şimdi dünyamız putlarla lebalep oldu. O putları kırarken özgür bir varlık olarak yeryüzünden gökyüzüne doğru yükseliyordu, bizler yeni yeni ve türlü türlü putlar yaratırken kendi kendimizi tutsak kılıyor ve en dibe doğru, yerin karanlığına doğru alçalıyoruz. Allah, aklını kullanmayanı muhakkak alçaltır. Zira akıl her daim öncedir. Akla dayanmayan iman da, imanla beslenmeyen akıl da büyük tehlikeleri tevlit eder. Ki, aklı olmayanın imanı olur mu? Faraza oldu, nasıl bir iman olur o? Oysa Allah buyurmuyor mu: -‘’Allah, aklını kullanmayanları rezillik içinde bırakır ve onların üzerlerine pislik yağdırır.’’ Diye? İnsançocukları ne zaman aklı ayaklar altına aldıysa, kendisini ayaklar altına aldırmaktan kurtulamamıştır. Çünkü aklı olmayanın imanı olsa dahi o imanı da çalarlar ya da o imanı kullanarak onu bitevi sömürürler, merhametsizce, zalimce. Münhasıran imanım var diye aldanmam diye yahut imanı var aldatmaz diye bir şey yoktur. Böyle bir şey saflığın daniskası olur. Gayet tabi çok basitçe aldatabilir ve aldatılabilirsin, aldanabilirsin. Ama aklın varsa ve aktifse, işte o zaman buyursunlar gelsinler de aldatsınlar da, aldan da görelim. Akıllı iman mı, akılsız iman mı, hangisi daha muteberdir? Eğer iman akıldan yoksunsa, aklı öldüren zorbaların önünce diz çökmekten kurtulamazsın; din adına ne söylenirse hemen inanırsın; bidatler ihata ederler hayatını; sahte şeyhler, din adına konuşan madrabazlar, sahte peygamberler türerler ve her şeyi mahvederler; birilerini layüsel görür ve her söylediğine imanın gereğiymiş gibi inanır ve itaat edersin; çoğunluğun gücünü hakikatin gücene yeğ görürsün ve güç karşısında boyun eğer, hakikate diklenirsin. Ve fakat iman akıl ile bir olursa, işte o zaman kement vurulamaz gövdene ve dizginlenemez cesur bir yürek olur, tüm dünyaya meydan okuyabilirsin; din namına ne söylenirse söylensin, sormadan, sorgulamadan inanmazsın; hiçbir kimseyi layüsel görüp ahmakça itaat edip, kul, köle olmazsın; hiçbir kimse aldatamaz seni; güç karşısında değil hakikat karşısında boyun eğersin; kulların emrettiği gibi olmaz, kula kulluk etmez, seni halkedene kulluk edersin; bir köle gibi değil insan gibi yaşarsın. Ey insançocukları! Her ne pahasına olursa olsun, bedeli ne olursa olsun, şartlar ve koşullar ne olursa olsun ve neyi gerektirirse gerektirsin, aklınıza, imanınıza ve vicdanınıza sahip olun. Bunları az bir pahaya satmayın!

 

Hakikati unutan, hakikate yabancılaşan, hakikatle iltisaklarını ve merbutiyetlerini kaybeden, felsefeyle ve bilimle de zaten hiçbir ilintileri bulunmayan insançocukları maateessüf kendisine karşı kör bir teslimiyet içerisine girdikleri faşist emperyalizm ve emperyalist faşistler tarafından eşekleştirilmişlerdir ve kendilerini eşekleştirenleri sırtlarında taşımaktadırlar. İnsançocukları da, gariplerim, bu yükü taşımaktan büyük ve derin bir zevk alıyorlarmış gibidirler. Çünkü iflah etmeyen kör bir karanlığın dehlizlerindedirler. Alıştırıldığın ve alıştığın vakit eşeklikte güzel gelmeye başlar!!! Zihinler narkozlanmış ve hipnotize edilmiştir, bireysel ve toplumsal bilinçler çalınmıştır, hak batıl olarak batılda hak olarak gösterilmiştir, yalanlar gerçek, gerçekler yalan olmuştur. İnsançocuğu acımasız bir zehirli yılan olmuştur. İnsançocukları her şeye, herkese hemen inanıveriyorlar; önlerine ne konursa yemekten imtina etmiyorlar; çünkü inandıklarının önlerine kötü bir yemek koymayacaklarını farzediyorlar, velakin feci şekilde yanılıyorlar. Zira eşeğin sırtına binenler, eşek değil mi taşımak için vardır diye düşünürler, ne halde olduğunu, yorulup yorulmadığını, dinlenmeye ihtiyacı olup olmadığını, suya ve yiyeceğe gereksinim duyup duymadığını düşünmezler, ta ki hedeflerine varıncaya değin, orada da önüne atılacak olan bir tutam ottan başka bir şey değildir. Mesela; bir kez bile merak edip, durup, sormak gereği duymuyoruz: ben insanım ve bana benzeyen herkeste insan. Çendan siluet olarak öyle ve bana benzeyenlerin benden bir farkı yok. Yaratan aynı, gelinen dünya aynı, hayat aynı, gövdenin organları aynı, devlet aynı, ülke aynı, din aynı, toprak aynı, gidilecek yer aynı. Kimsenin kimseye üstünlüğü, kimsenin kimseden ayrıcalığı olamaz ve olmamalıdır da. O zaman, eğer bir şey hakikatse, niçin o hakikati başkalarının söylemesini bekleyeyim ki ya da niçin hakikate başkaları hakikat dedikten sonra inanayım ki? Ne yani birisi kudretli olacak ya da herhangi bir yapının başı olacak yahut mülkiyetli olacak ve gerçeği söyleyince gerçeği söyledi olup hiçbir şekilde sorumlu olmayacak ama aynı şeyi ben söylediğimde senin gerçeği söyleme hakkın yok denilecek ama bende bu isyan yüklü ruhumda bunu tensip edecem öyle mi? Yahut birileri istedikleri gibi düşünecekler, düşüncelerini söyleyecekler ve hiçbir günah yüklenmeyecekler ama aynı şeyi ben düşünüp söylediğimde günah olacak ve cezasını çekecem velakin gün gelecek benim düşündüğüm ve söylediğim için cezaya çarptırıldığım şeyi başkaları düşünecek ve söyleyecek fakat onlara hiçbir şey olmayacak. Tükürürüm böyle dengenin, böyle ahlakın ve böyle adaletin içine! Böyle olabileceğini kim demiş, kime demiş, nasıl demiş, niçin demiş, kim adına demiş? Bilakis büyük bir halt yemiş. Kulların kulu olmadığıma, kula kulluk edecek kadar aşağılık bir mahlûk olmadığıma göre de niçin saf hakikati ya da hakikat olduğuna inandığım bir şeyi izah ve izhar etmekten imtina edeyim? Yahut imtina etmediğim vakit niçin tecziye edileyim, tecziye etmeye yeltenecek kişi kim ki böyle bir şeye yeltenecek? Nihayetin de ben de üstün ya da alçak olan biri değil, eşitiz ve eşitler yaşam sahasında her şey de eşit olmalıdırlar. Eşit değiliz deniliyorsa, onu da bilmek hakkımız olsa gerektir. Gerisi lafı güzaftır!

Tarih: 17.06.2019 Okunma: 904

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?