İnsançocukları hakikati bilmedikleri
ve hakikatin nasıl, ne şekilde uygulanması gerektiğini anlayamadıkları için
layık olmadıkları ama kendilerine layık görülen yaşamın kıskacından bir türlü
kurtulamamaktadırlar. Ki, kurtulmayı da ne kadar istemektedirler? Belki de
layıktırlar layıksın sen buna denilene. Zira herkes layık olduğunca itibar
görür, layık olduğunda bir hayatla yaşar, layık olduğu şekilde tedvir olunur. Üstelik
hakikate göre yaşıyor olduklarını da sanmaktadırlar ve bu sanmaklarla dolu
yaşam, onları süfli bir yaşamın mahkûmu kılmaktadır. İnsançocukları gerçekten
tahminlerin de ötesinde koyu bir karanlıkta yaşamaktadırlar. Ve insançocukları
asla dürüst değillerdir! Lafa bakmıyorum, eylemdir insanı ortaya çıkaran. Bana
lafınla değil hareketinle gel! Gelemiyorsan haddini bil ve sus! Allah, insanı
şerefli mi kılmıştır? Öyle kılmıştır ve öyle kıldığını da buyurmuştur. Hadi
buyur inkâr et yüreğin yetiyorsa. Öyleyse şerefli yaşayacaksın ve şerefsiz
yaşayanı tecziye etmekten imtina etmeyeceksin.
Şerefsizce yaşayanın şerefsiz yaşamını tolere etmeyeceksin ve hayatı da
kuşatmasına imkân tanımayacaksın. Şerefsiz her kim ama her kim olursa olsun
asla ve kata fark etmez bu. Bunu yaptığın için seni hiçbir kimse kınayamaz,
hakkına tecavüz edemez, tecziye edemez ve tecrit edemez, şayet böyle bir
muameleye tabi tutuluyorsan da bunu şeref bil ve al kabul et. Ki, yüreği
yetiyorsa buyursun gelsin ve yapsın yapabiliyorsa, ne yapacaksa. Bana şerefli
olmamı Rabbim emrediyor, emre uymayan ya da emredilene uymamı engelleyen bir
şerefsizin emrine mi tabi olacağım? Çünkü sen şerefsiz yaşamak zorunda
değilsin, şerefsizce yaşama onay vermek zorunda da değilsin ama herkes şerefli
yaşamak, yaşamadığı zaman da bedelini ödemek zorundadır. Keza emrolunduğun gibi
dosdoğru olman emrediliyor mu sana? Emrediliyor ve öyle de olmak zorundasın.
Öyleyse emrolunduğu gibi olunmadığı zaman, türlü bahanelerle orada bulunmak
zorunda değilsin, sonra da ağlayamazsın, ağlarsan da her türlü hakareti göze
almalısın. Çünkü yaşam soytarılık değildir ve soytarılığı tolere de etmez.
Emrolunduğu gibi olmayanların yaşamlarını onaylamak zorunda değilsin ve böyle
bir şeyi de insan isen zaten yapamazsın. Sen şerefli kal ve emrolunduğun gibi
ol! Mülk Allah’ın mı kardeşim? Karar Allah’ın mı kardeşim? O zaman o mülk
herkesindir, o karardan başka da karar tanımam. Kimse benim bahşedilmiş
hürriyetimi gasp edemez. Kimse benim hakkımı yiyemez. Gasp etmek ve yemek gibi
bir hürriyeti yoktur. Eğer böyle bir şeye yelteniyorsa, onu en ağır şekilde
tecziye etmek benim vazifemdir. Bunu böyle bilmek zorundasın eğer şerefine
sahip çıkacaksan ve emrolunduğun gibi dosdoğru olacaksan. Allah, hiçbir kimliğe
üstünlük bahşetmemiş, üstünlüğün takvada olduğunu buyurmuş ve adaleti ve
iyiliği emretmiş. Böyle olmazsan, nasıl olacağını anlatırlar sana mutlaka.
Allah’ın mülküne çöreklen, orayı monopolüne geçir, insanları haklarından et,
sonrada istediğin gibi ve istediğin kadar yaşam sun? Kimsin lan sen? Allah
mısın be? Ben cahilde olsam, beceriksiz de olsam, bu dünyaya doğmuşum ve beni
bu dünyaya getiren bir Allah var. Bana kan vermiş, can vermiş, yaşam vermiş,
yaşa ve sana yaşam verene itaat et demiş. Bana bir de rızk vermiş. Tüm
yeryüzünü de bana açmış, çalış, işle, kazan ve insanca yaşa demiş. Faşist
emperyalizmin bana sunulan yeryüzünü nasıl olur da kendi inhisarına geçirmesine
eyvallah edebilirim? Ama sana benim rızkıma tasallut hakkı vermemiş. Benim
cahil olmam, beceriksiz olmam, susmam ve bana layık görüleni onaylamam anlamına
gelmez, gelemez. Kimsin ki, Allah’ın mülkünü istediğin gibi evirip çevirmeye,
istediğinden alıp istediğine vermeye yelteniyorsun? Kim verdi bu hakkı sana?
Verilmeyen hakla muamele etmeye de hakkın olamaz, oldurmazlar, oldurmayacaklar.
Benim hakkımı, hakkın olmadığı halde türlü şeyler vasıtası ile ve türlü
yollarla gasp edemezsin, etmeye hakkın yok. Bunu yapamazsın, yaparsan bir gün
mutlaka bedelini ödersin, ödetirler. Kahrolsun faşist emperyalizm ve yazıklar
olsun ölümden başka bir şey bilmeyen, insanlığı sadece ölmeye layık gören,
barışın ve sevginin dilinden anlamayan, hayata hiçbir artı değer katamayan ama
kendini insanlığın üzerinde gören alık, bön, ahmak, sekter, dar kafalı faşist
emperyalistlere.
Biz sadece bakıyoruz. Neyi görmemiz
gerekiyorsa onu görüyoruz, nasıl bilmemiz gerekiyorsa o şekilde biliyoruz,
nasıl anlamamız gerekiyorsa öyle anlıyoruz. Nasıl inanmamız gerekiyorsa o yönde
inanıyoruz. Hülasa; istendik bir yaşamın iflah olmayan tutsaklarıyız. Çocuk
gibiyiz. Kesif bir duygusallığın tutsaklarıyız, akıl ölmüş, mantık meflûç. Bu
yüzden de hep aynı yerde sayıyoruz. Ne zihnen, ne fikren, ne ahlaken, ne
vicdanen asla terakki kaydedemiyoruz, bilakis bitevi tedenniye mahkûmuz.
Soramıyoruz. Sorgulayamıyoruz. Öğrenemiyoruz. Saf gerçekleri öğrenmemizden feci
şekilde haşyete kapılıyorlar. Çünkü gerçeklerin ne getireceğini biliyorlar ama
başka neleri getirebileceğini tahmin bile edemiyorlar. Belirsizlik cehennem
gibidir! Olguları, kişileri putlaştıran ve onların varlığına kendi varlığını
feda eden zavallılarız. Hiçbir olguyu, olayı ve durumu dip derinliğine değin
çözümleyemiyoruz. Bu yüzden de üst insan düzeyine hiçbir zaman erişemiyoruz,
badema da erişemeyeceğiz. Önümüze ne konursa iştahla yiyoruz, içinde ne var,
nasıl yapılmış, kim yapmış, niçin yapmış, niçin benim önümde diye tetkik
edemiyoruz. Çünkü aydınlık gibi gördüğümüz karanlıkta yaşıyoruz. Gözümüzün her
şeyi gördüğü yanılgısı, karanlığı aydınlıkmış gibi algılatıyor bize. Bu yüzden
de mütemadiyen fasit daire mengenesinde, yanılgılar içerisinde, yanlışlar
girdabında, yalanlar bataklığında yaşayıp gidiyoruz. Oysa büyük bir gerçek
vardır büyük yalanlar ardında gizlenmiş: ‘’Hiçbir şey göründüğü gibi
değildir.’’ Bunu unutmayın ama üzerinde düşünmeyin de ve herhangi bir yargıya
da varmayın. Zamanı gelince kuşkusuz her şey izah ve izhar edilir. İzahı
yapılmadan ve izhar edilmeden önce de yapılan her türlü yorum, varılan her
türlü yargı, önyargı ile yapılmış her türlü tanımlama kesinlikle yanlış
olacaktır. Çünkü gerçek sadece kafanın ve kalbin emanetidir. Burada ne
yapıyorum? Hayatın bütününe bakıyorum kuşatıcı bir şekilde, her olguyu
çözümlüyorum, her olayı teşrih masasına yatırıyorum, her durumu tetkik ve
tahkik ediyorum ve indi çıkarımlarıma, öngörülerime göre konuşuyorum.
Koşullandırılan biri değilim, önyargılarımla hareket etmem, zihnimin tüm
pencereleri açıktır, kısır bir tarafgirlik duygusuyla yaşamıyorum ve fikrin
bizatihi varlığında mündemiç olan namusuna sadık kalıyorum. Çünkü karanlıkla
savaşıyorum ve savaşmak zorundayım insanca yaşamak ve yaşamak şarkısını tüm
gönlümle terennüm edebilmek için.
İnsançocukları; akletmeyi ve
hissetmeyi beceremedikleri için karanlık bir kuyuda çırpınıp durmaktadırlar.
İnsançocukları özgürdürler ama kendilerini kendi elleriyle köleleştirmişlerdir,
oysa özgürlüklerinden bir milimlik bile taviz vermemelidirler ve çalınan
özgürlüklerini her ne pahasına olursa olsun geri almalıdırlar;
konuşabilmelidirler ama kendilerini susmaya mahkûm etmişlerdir, oysa en çok
konuşmaya hakkı olanlar kendileridirler ve bedeli ne olursa olsun konuşmaktan
bir adım bile geri atmamalıdırlar; asildirler ama kendilerini
vekilleştirmişlerdir, vekilleri kendilerinin tanrıları yapmışlardır, madden de
manen de vekiller birer tanrı gibidirler, asiller ise zavallı köleler
derekesindedirler; hesap sorabilen olmaları gerekirken kendilerinden hesap
sorulan zavallılar derekesine düşürülmüşlerdir. Kardeşim bu topraklar kimin?
Kimin bu mülk? Devlet denilen mekanizma kimin? Kimin bu hazineler, kaynaklar?
Birileri, üzerlerinde istedikleri gibi tasarruf yapabilsinler diye mi
vardırlar? Birileri istediklerine istedikleri gibi istedikleri kadar peşkeş
çekebilsinler diye mi vardırlar? Ben ne oluyorum burada? Ben insanlık dışı bir
yaşama mahkûm olacam ama birileri istedikleri gibi dem sürecekler,
keyfedecekler öyle mi? Benim hakkımın gizli olduğu hazine istenildiği zaman
açılacak, istenildiği kadar, istenildiği şekilde, istenilen yere boşaltılacak
ama ben susacam ve öylece boyun bükecem, birilerinden himmet bekleyecem, böyle
bir şey mi bekleniyor yoksa benden? Bunu yapacağım mı sanılıyor? Öyleyse ne
büyük ahmaklıktır bu. Ne yani hakkım göz göre göre gasp edilecek, alınterim,
gözyaşım, canımın kanı, emeğim ve ekmeğim metazori iç edilecek ama ben eyvallah
deyip geçeceğim. O zaman nasıl olabilir de insan olduğum iddiasında olabilirim,
nasıl hayalini kurduğum yaşamı arzulayabilirim ve hayattan haklı olarak neyi
isteyebilirim ve istemek hakkım olabilir mi? Benden besleniyorsan, icap
ettiğinde besinini kesebilirim ve gıkını bile çıkaramazsın. Kimsin ki? Ne yani
sevince iyi, dövünce kötü öyle mi? Sevilmekten hoşlanıyorsan, icap ettiğinde dövülmeye
de tahammül göstereceksin kardeşim. Ben ne önüne kemik atılacak itim, ne
varlığını başka varlıklara hesapsız ve umarsız feda edecek zavallı bir köleyim,
ne de boynu çekilecek bir koyunum. Ben insanım insan! İnsan olduğumu
bileceksin, bilmiyorsan öğreneceksin, öğrenmek istemiyorsan öğretileceksin! Ben
şerefime sahip çıkıyor ve emrolunduğum gibi dosdoğru olmaya çalışıyorum,
öyleyse haddini ve hududunu bileceksin ağzını bağlayıp dinleyeceksin ve yapman
gerekeni de yapacaksın; şerefine sahip çıkıp emrolunduğun gibi dosdoğru
olacaksın.
Bize her şey yanlış öğretilmiş!
Kendimiz öğrenme çabası içinde olmadıkça da hiçbir şeyin gerçeğini
öğrenemeyeceğiz ve öğrendiğimiz yalanlar yüzünden yaşamı yaşamayı bırakın
koklayamayacağız bile ve ilanihaye karanlığa mahkûm kalacağız. Birileri
gelecekler; büyük yalanlar üfürecekler ve bizler inanacağız, onlar konuşacaklar
ve bizler susacağız, onlar kim olduklarını bilmeden dövecekler ve bizler kim
olduğumuzu bildiğimiz halde hem dayak yiyeceğiz hem de alkışlayacağız, onlar yiyecekler
ve bizler bakınacağız, onlar yaşayacaklar ve bizler gebermeye devam edeceğiz,
onlar bulundukları konum gereği spontane haklı olacaklar, bizler bulunduğumuz
konum gereği spontane haksız olacağız. Ama tüm bunlar muvacehesinde bir kez
bile akletmek, sormak ve sorgulamak düşüncesi içerisinde olmayacağız. Bu nasıl
oluyor ya, bu işte bir terslik olmalı diye bir kez bile sormak cesaretini
gösteremeyeceğiz. Onların münhasıran markalarına bakıp, ha tamam bu bendenmiş
deyip inanacağız, yoksa dillerine, eylemlerine, yaşamlarına, yaklaşımlarına
bakarak değil. Üstelikte bizlere istedikleri gibi davranacaklar, istedikleri
gibi muamelede bulunacaklar ve bizler öylece susup oturacağız dizlerimiz
üstünde. Ne diyelim, böyle bir yaşama kendi ellerimizle tutsak olurken ama
insanız derken utanmadıktan sonra, it gibi yaşamak mı utandıracak bizleri?
Gerçek özgür değildir maalesef, bu yüzden de özgürlüğümüz yalandır ve insan hep
yalan kalamaya mahkûmdur. İnsan düşmüştür ve düşkündür maateessüf! Bizler hep
başkalarının akıllarına göre yaşamışız. Bizim varoluşumuzda, her daim,
imanımız, ideolojimiz, ait olduğumuz yapılar, partilerimiz aklımızdan önce
gelmiş hatta aklımızı handiyse iptal etmişler. Bu durum da, bizim, aklımızı saf
dışı bırakmamıza neden olmuş ve kör teslimiyetin yolunu açmış. Düşünme hayal
olmuş, eleştiri boğulmuş ve akıl kaçıp gitmiş. Biz hiçbir zaman öğrenmek,
anlamak ve yaşamak derdinde olmamışız. Biz hiçbir zaman bizden olan da bize
yalan söyleyebilir diye düşünmemişiz. Biz hiçbir zaman, hiçbir olgu üstünlük
bahşetmez ve hiçbir kimse herhangi bir olguya sahip olduğu için yaptığı her şey
doğru olarak görülemez diye bakmamışız. Münhasıran sahip olmak kifayet etmiş
bize. Dinimiz var mı? Var, tamam, olay bitmiş. Kimliğimizde İslam ve Türk
yazıyor mu? Yazıyor, tamam, olay bitmiş. Ve kendimizi de bu olgulara malik
olduğumuz için hep üstün görmüşüz, ayrıcalıklı bilmişiz ve kendi
dışımızdakilere istediğimiz gibi davranma, bu topraklar üzerinde istediğimiz
gibi yaşama, hazineden kendimize istediğimiz kadar pay alma hakkını görmüşüz
kendimizde. Maalesef insançocuklarının sormalarından ve sorgulamalarından çok
korkuluyor. Bu yüzden de felsefeyle iltisak kurmaları, bilimselliğe önem
atfetmeleri istenmiyor. Oysa doğa da pozitif bilimler diye de bir bilim alanı
var ve o bilimler olmasa insan yarım kalır. Ama biz her nedense o bilimlere hep
uzak durmuşuz. Haddizatında birileri bizim yani insançocuklarının
aydınlanmamızı gerçekten istememişler. Yani insançocuklarının karanlıkta
yaşamaları, böyle kalmalarını isteyenleri gayet memnun ediyor. Çünkü karanlıkta
yaşayanlar, yaşama karşı kör kalırlar. Yanlışı doğru, yalanı gerçek, kötüyü iyi
diye bilirler ve bu da birilerini hep memnun eder. Çünkü biz kaybederken, onlar
hep kazanmaktadırlar. Yazık!
Hz. İbrahim’in imanı yok muydu? Böyle
soru mu olur değil mi? Aklın yoksa olmaz, aklın varsa hiçbir soru sorun olmaz.
Ama O, sahip olduğu kavi imana rağmen Allah’ı aradı ve mutmain olmak için
bitevi sordu, sorarken de sordurdu. Sora sora buldu ve oldu, olduğunda da
olduramaması için hiçbir sebep yoktu! O putları kırmıştı, şimdi dünyamız
putlarla lebalep oldu. O putları kırarken özgür bir varlık olarak yeryüzünden
gökyüzüne doğru yükseliyordu, bizler yeni yeni ve türlü türlü putlar yaratırken
kendi kendimizi tutsak kılıyor ve en dibe doğru, yerin karanlığına doğru
alçalıyoruz. Allah, aklını kullanmayanı muhakkak alçaltır. Zira akıl her daim
öncedir. Akla dayanmayan iman da, imanla beslenmeyen akıl da büyük tehlikeleri
tevlit eder. Ki, aklı olmayanın imanı olur mu? Faraza oldu, nasıl bir iman olur
o? Oysa Allah buyurmuyor mu: -‘’Allah, aklını kullanmayanları rezillik içinde
bırakır ve onların üzerlerine pislik yağdırır.’’ Diye? İnsançocukları ne zaman
aklı ayaklar altına aldıysa, kendisini ayaklar altına aldırmaktan
kurtulamamıştır. Çünkü aklı olmayanın imanı olsa dahi o imanı da çalarlar ya da
o imanı kullanarak onu bitevi sömürürler, merhametsizce, zalimce. Münhasıran
imanım var diye aldanmam diye yahut imanı var aldatmaz diye bir şey yoktur.
Böyle bir şey saflığın daniskası olur. Gayet tabi çok basitçe aldatabilir ve
aldatılabilirsin, aldanabilirsin. Ama aklın varsa ve aktifse, işte o zaman
buyursunlar gelsinler de aldatsınlar da, aldan da görelim. Akıllı iman mı,
akılsız iman mı, hangisi daha muteberdir? Eğer iman akıldan yoksunsa, aklı
öldüren zorbaların önünce diz çökmekten kurtulamazsın; din adına ne söylenirse
hemen inanırsın; bidatler ihata ederler hayatını; sahte şeyhler, din adına
konuşan madrabazlar, sahte peygamberler türerler ve her şeyi mahvederler;
birilerini layüsel görür ve her söylediğine imanın gereğiymiş gibi inanır ve
itaat edersin; çoğunluğun gücünü hakikatin gücene yeğ görürsün ve güç
karşısında boyun eğer, hakikate diklenirsin. Ve fakat iman akıl ile bir olursa,
işte o zaman kement vurulamaz gövdene ve dizginlenemez cesur bir yürek olur,
tüm dünyaya meydan okuyabilirsin; din namına ne söylenirse söylensin, sormadan,
sorgulamadan inanmazsın; hiçbir kimseyi layüsel görüp ahmakça itaat edip, kul,
köle olmazsın; hiçbir kimse aldatamaz seni; güç karşısında değil hakikat
karşısında boyun eğersin; kulların emrettiği gibi olmaz, kula kulluk etmez,
seni halkedene kulluk edersin; bir köle gibi değil insan gibi yaşarsın. Ey
insançocukları! Her ne pahasına olursa olsun, bedeli ne olursa olsun, şartlar
ve koşullar ne olursa olsun ve neyi gerektirirse gerektirsin, aklınıza,
imanınıza ve vicdanınıza sahip olun. Bunları az bir pahaya satmayın!
Hakikati unutan, hakikate
yabancılaşan, hakikatle iltisaklarını ve merbutiyetlerini kaybeden, felsefeyle
ve bilimle de zaten hiçbir ilintileri bulunmayan insançocukları maateessüf
kendisine karşı kör bir teslimiyet içerisine girdikleri faşist emperyalizm ve
emperyalist faşistler tarafından eşekleştirilmişlerdir ve kendilerini
eşekleştirenleri sırtlarında taşımaktadırlar. İnsançocukları da, gariplerim, bu
yükü taşımaktan büyük ve derin bir zevk alıyorlarmış gibidirler. Çünkü iflah
etmeyen kör bir karanlığın dehlizlerindedirler. Alıştırıldığın ve alıştığın
vakit eşeklikte güzel gelmeye başlar!!! Zihinler narkozlanmış ve hipnotize
edilmiştir, bireysel ve toplumsal bilinçler çalınmıştır, hak batıl olarak
batılda hak olarak gösterilmiştir, yalanlar gerçek, gerçekler yalan olmuştur.
İnsançocuğu acımasız bir zehirli yılan olmuştur. İnsançocukları her şeye,
herkese hemen inanıveriyorlar; önlerine ne konursa yemekten imtina etmiyorlar;
çünkü inandıklarının önlerine kötü bir yemek koymayacaklarını farzediyorlar,
velakin feci şekilde yanılıyorlar. Zira eşeğin sırtına binenler, eşek değil mi
taşımak için vardır diye düşünürler, ne halde olduğunu, yorulup yorulmadığını,
dinlenmeye ihtiyacı olup olmadığını, suya ve yiyeceğe gereksinim duyup
duymadığını düşünmezler, ta ki hedeflerine varıncaya değin, orada da önüne
atılacak olan bir tutam ottan başka bir şey değildir. Mesela; bir kez bile
merak edip, durup, sormak gereği duymuyoruz: ben insanım ve bana benzeyen
herkeste insan. Çendan siluet olarak öyle ve bana benzeyenlerin benden bir
farkı yok. Yaratan aynı, gelinen dünya aynı, hayat aynı, gövdenin organları
aynı, devlet aynı, ülke aynı, din aynı, toprak aynı, gidilecek yer aynı.
Kimsenin kimseye üstünlüğü, kimsenin kimseden ayrıcalığı olamaz ve olmamalıdır
da. O zaman, eğer bir şey hakikatse, niçin o hakikati başkalarının söylemesini
bekleyeyim ki ya da niçin hakikate başkaları hakikat dedikten sonra inanayım
ki? Ne yani birisi kudretli olacak ya da herhangi bir yapının başı olacak yahut
mülkiyetli olacak ve gerçeği söyleyince gerçeği söyledi olup hiçbir şekilde
sorumlu olmayacak ama aynı şeyi ben söylediğimde senin gerçeği söyleme hakkın
yok denilecek ama bende bu isyan yüklü ruhumda bunu tensip edecem öyle mi?
Yahut birileri istedikleri gibi düşünecekler, düşüncelerini söyleyecekler ve
hiçbir günah yüklenmeyecekler ama aynı şeyi ben düşünüp söylediğimde günah
olacak ve cezasını çekecem velakin gün gelecek benim düşündüğüm ve söylediğim
için cezaya çarptırıldığım şeyi başkaları düşünecek ve söyleyecek fakat onlara
hiçbir şey olmayacak. Tükürürüm böyle dengenin, böyle ahlakın ve böyle adaletin
içine! Böyle olabileceğini kim demiş, kime demiş, nasıl demiş, niçin demiş, kim
adına demiş? Bilakis büyük bir halt yemiş. Kulların kulu olmadığıma, kula
kulluk edecek kadar aşağılık bir mahlûk olmadığıma göre de niçin saf hakikati
ya da hakikat olduğuna inandığım bir şeyi izah ve izhar etmekten imtina edeyim?
Yahut imtina etmediğim vakit niçin tecziye edileyim, tecziye etmeye yeltenecek
kişi kim ki böyle bir şeye yeltenecek? Nihayetin de ben de üstün ya da alçak
olan biri değil, eşitiz ve eşitler yaşam sahasında her şey de eşit
olmalıdırlar. Eşit değiliz deniliyorsa, onu da bilmek hakkımız olsa gerektir.
Gerisi lafı güzaftır!