İnsançocukları olarak şu hakikati hiçbir devirde
fehmedemiyoruz; devlet ya da devlet bünyesinde zaman içerisinde tahakkuk etmiş
ve kökleşmiş olan statüko felsefeden asla hazzetmez. Çünkü mevcudiyetinin ve
eylemlerinin sorgulanmasından imtina eder. Üstat Nurettin Topçu’nun ((mütemadi
üstadın adını anan, bitevi ondan sitayişle bahseden birisi olarak ondan söz
etmiyorum burada, onun fikirlerini dinleyen, çözümleyen ve fikirlerinden
istifade etmeyi marifet bilen biri olarak söz ediyorum yani ondan bahsederken
sahtekâr değilim, samimi ve namusluyum, aksini şahsiyetsizlik telakki ederim.
Elbette bu ara düşünceyi bilinçli ve kasıtlı söylüyorum. Zira biz böyle
insanlardan en yüksek perdeden söz ederek prim yapmayı seven insanlarız ama
onların sözlerinden asla ders almayız, çünkü korkarız. Aliya’dan bahsederiz,
İkbal’den bahsederiz, Meriç’ten bahsederiz, Topçu’dan vb. isimlerden bahsederiz
ama onların ne söylediklerini asla ve kata dikkate almayız, zira bizleri kati
surette yalanlarlar. Geçelim!)) beliğ ifadesiyle felsefe şahsiyet inşa
eyleyicidir. Şahsiyetin ne demek olduğunu da herhalde bilmemiz iktiza eder.
Bilmiyorsak zaten diyecek pekte bir şey yoktur. Şahsiyetli olmak, hesap
sorabilmek ve hesap verebilmek demektir, hesap sorabildiğimiz ve hesap
verebildiğimiz müddetçe şahsiyetli olarak varoluşumuzu gerçekleştirmiş oluruz. Bilakis mal gibi, koyun gibi, iti gibi yaşar
gideriz, böyle yaşam mı olur deriz ama o yaşamın kendimize layık gördüğümüz
yaşam olduğunu bile anlayamayacak kadar ahmağızdır en hafi tabirle. Statüko,
yanlış yaptığında bizim o yanlışı tolere etmemizi bekler. Felsefesiz toplumlar
ya da fertler de statüko yanlış yaptığında o yanlışı sahiplenmeyi marifet
addeder. Asla sormaz ve sorgulamaz. Statüko düşünceden ve düşünenden nefret
eder. Statüko dün şunu yapar, bugün onun mutlak tersini yapar, bugün şöyle der
yarın böyle der ve bizde mal gibi bakarız, yeriz, her şeyi normal görürüz. Çünkü
düşünen ve sorgulayan birey, düşüncesizlikten beslenen ve robot kişiliklerle
varlığının idamesini temin eden statükonun temellerini sarsar ve kendi
varoluşunun önünde ki barikatları tarumar eder.
Soru ve sorgu, düzen bozucudur ama diğer yandan da şahsiyet inşa
edicidir. Karanlığın bulutları böylece dağılır, aydınlığın şavkısı bu şekilde
vurur yüzlere. Binaenaleyh, inadına felsefe otağında demir atmalıyız ve cesurca
felsefe talim etmeliyiz. Bilakis, aldatılmaktan, ezilmekten, sömürülmekten,
hülasa; karanlıktan kurtulmamız kabil-i mümkün değildir. Biz kullanılmak için
değil, icap ediyorsa kullanmak için varız. Biz statükoların değil Yaradan’ın
kullarıyız. Öyleyse şahsiyetli bir şekilde varolmak zorundayız. Kötülüğü
arkadaşım yapıyor diye kabullenmek gibi bir şahsiyetsizlik sergileyemeyiz.
Bendenize tek bir insançocuğu çıksın ve desin ki; devlet ya
da herhangi bir şahıs, devletin ve milletin yücelip yükselmesini istiyor,
arzuluyor. Böyle bir iddia büyük bir iddiadır ve Yaradan herkesi iddiasıyla
sınar. İndi mülahazama göre böyle bir şey gerçek değildir. Zira sözlerin
gerçekliğinin ispatı eylemlerdir. Böyle değildir ama sanki böyleymiş gibi poz
verilir her daim, tabi yersek! Çünkü devlet ve herkes maalesef,
insançocuklarını ideolojik bağnazlığa ve yobazlığa itmektedir. İdeolojik
yobazlığın ve bağnazlığın çukuruna düşen hiçbir insançocuğu da asla iflah
olamaz, sorumluluğunu bihakkın ifa edemez, devlete de, millete de faydalı
olamaz. Hele şeyler bir de Yaradan’a hamledilirse işte orada durum daha da
vahimdir, zira bu şekilde hiçbir kimse şeylere inanmamazlık edemez. Sorgusuz
sualsiz her şeyi tolere biri bitevi çatışma halinde olur kendi dışındakilerle,
ki kendisiyle bile. Çatışmada kuvvet yitimine yol açar, tefrikayı körükler.
Kuvveti yiten ve tefrikaya düşen bir toplum ise devletinin varlığını sağlam
temeller üzerine bina edemez ve idamesini temin edemez. Ki bırakın devleti,
kendi mevcudiyetini bile sağlayamaz. Bizler varoluşumuzu ne acıdır ki,
insançocuklarını böylesi rezil bir karanlığın içine atarak sağlamaya
çalışıyoruz. İdeolojik bağnazlık ve yobazlık hür düşüncenin katilidir. Hür
düşünemeyen insançocukları duvarların içerisine hapsolunurlar ve mağara devri
insanları derekesine düşerler. Hizmet etme, faydalı olma istidatlarını
yitirirler. Maateessüf çocuklarımızı kendi ellerimizle katlediyoruz. Diyelim
ki, zeki bir çocuğumuz var, çocuk olduğu için zihninin tüm pencereleri açık ve
olabildiğince özgür düşünüyor, kelebekler gibi uçuyor, o çiçekten şu çiçeğe
konuyor ve biz bunu çok masum, doğal addediyoruz ve tepkisiz kalıyoruz. Velakin
gün geliyor o çocuk çok güzel başarılar kaydediyor ve güzel yerlere geliyor,
yine kısmen aynı şekilde yaklaşımlar sergiliyoruz. Fakaaat bu çocuğumuz devlet
sınırları içerisine girince, yani maişetini temin edeceği mesleğini eline
alıpta o mesleği yapacağı dört duvar arasına girince işler şirazesinden
çıkıveriyor vehleten. Ne mi oluyor? Kendini abuk sabuk prosedürler, kanunlar,
tüzükler, yönetmelikler, yasaklar içerisinde buluyor. Zaman içinde hür düşünce
ölüyor, daha doğrusu öldürülüyor ve hürriyetin yerini korku alıyor. Ve tüm bu
olan bitenler o çocuğu öyle boğuyorlar, öyle daraltıyorlar ki, şimdi ki çocuk
eski çocukluğunu kaybediyor ve monotonlaşıyor, adeta alıklaşıyor ve tüm
istidatlarını tedricen yitiriyor. Peki, böyle bir nesil yaratan devlet ve her
kimse, nasıl olur da devletin ve milletin yücelip yükselmesini arzulayabilir ve
biz nasıl olurda lafta kalan arzunun gerçekliğine itimad edebiliriz? Büyük
işler başarabilme kabiliyetine malik olan çocuk zamanla küçük işleri bile
beceremeyen ahmak birine dönüşüyor. Vakit, birazcıkta olsa düşünme vakti değil
mi lütfen?
Bizler insançocukları olarak Yaradan’a gerçekten inanıyor
muyuz? Bireysel düşüncemi söyleyeyim; ne âlimiyle, ne gazetecisiyle, ne
politikacısıyla, ne aydınıyla, ne kompradoruyla Yaradan’a gerçekten iman etmiş
tek bir kişinin varolduğuna asla ve kata inanmıyorum. İnanıyormuş gibi
yapıyoruz. Hadi bendeniz ve bendeniz gibi olanları geçiyorum. Bizler kuvvetsiz,
servetsiz, şöhretsiz insanlarız ve üzerlerinde kanunların acımasızca
uygulandığı ve kanunlar uygulandığı zaman iflah olmayacak insanlarız. Yani bizler
bir nevi özgürmüş gibi hisseden tutsaklarız. Boşver gitsin, ne olacaksa olsun
diyemeyiz. Sözümüzü esirgemesek, zulümde bizden esirgenmez ve zulmün kırbacı
indiği zaman sırtımıza asla doğrulamayız. Ama ya âlim dediğimiz kişi gerçekten
inanıyorsa şayet neyden imtina eder? Ya yükünü tutmuş komprador gerçekten
inanıyorsa neyden imtina eder? Ya zorluğa düştüğü an iyisiyle kötüsüyle tüm
dünyanın arkasında olacağı politikacısı, gazetecisi, aydını gerçekten
inanıyorsa neyden imtina eder? Peki, biz kimden korkuyoruz? Yani biz gerçekten
hesaba inanıyor muyuz? Ama inanmıyorlarsa imtina ederler işte ve ediyorlar da.
Bilakis, gerçek iman edenin dünyaya meydan okuyacağı bir ruy-i zeminde, niçin
cesaret elbisesini giyemez bunlar? Üstelikte Yaradan’ın yasaları ayan beyan malum
olduğu halde. Nasıl olurda insanların ürettiği yasalar uğruna Yaradan’ın
yasalarını çiğneyebiliriz, hem de bile isteye, göz göre göre, farkında olarak?
Nasıl olurda hakikatleri bedihi olarak bildiğimiz halde ortaya koyamayız,
koymaktan imtina ederiz, gizleriz? Ne adına, kim adına, hangi ucuz çıkarlar
uğruna? Ki, bizler yani kendimiz, nasıl olurda bizleri aldatan bunlara inanırız
ve bunlar için yaşamaktan vazgeçeriz, bunların varolmaları ve egemen olmaları
adına kavga veririz? Eğer bildiğimiz hakikat, ortaya konduğunda, suçlu sayılan
suçsuzu temize çıkaracak ve haksızlıktan koruyacaksa ve biz hakikati
gizlediğimiz için o insan bir ömür suçlu sayılacaksa bizi hangi iman
kurtaracaktır? Ya da biz gerçekten haysiyetli ve onurlu bir yaşamı hak etmiş
olarak nasıl yaşayacağız bir ömür boyu? Yani bu saydıklarım yalanı ve gerçeği
bilmiyorlar mı yani? Vallahi de, billahi de, tallahi de bunların kahir
ekseriyeti neyin yalan olduğunu da, neyin hakikat olduğunu da çok iyi
biliyorlar ama susuyorlar, göz göre göre dilsiz şeytan oluyorlar. Çünkü
menfaatleri böyle gerektiriyor. Devlet yanlış yapamaz mı Yaradan aşkına?
Devletin her yasası mutlak doğru mudur? Ama biz, devleti Tanrı gibi görüyor ve
devleti Yaradan’a tercih ediyoruz. Burada devlete ihanet edin demiyorum (ki, devleti
bunlardan daha çok savunmuyorsam dünyanın en şerefsiz insanıyım ama bunlar
devleti savunduklarını söylerken saf ihanetlerini gizliyorlar, bu detay sonsuz
derin bir detaydır ve üzerinde tafsilatlı müzakere yapmak icap eder) ama
insanlık vazifenizi namusluca yapın diyorum. Bugün niceleri doğru
olamadıklarından dolayı nedamet gözyaşları dökmüyorlar mı? Çok kişiyi biliyorum
böyle. Hep susmuş olan ama konuşmanın anlamı kalmadığında konuşmaya çalışan
yani asla kurtulamayacak namusunu kurtarmaya çalışan. Yazık, günah değil mi?
Hiç mi vicdanlarınızın sesine kulak vermiyorsunuz? Geceleri gökyüzüne bakıp hiç
tefekkür edip akletmiyor musunuz? Gerçek gözlerinizin önünde değil mi? Niçin
gizliyorsunuz? Gerçeği gizleyen kimdi? Aha şu insançocukları karanlığın perdesini
sıyırıverseler bi, ah bir becerebilseler bunu…
Fiziksel gereksinimlere, ruhsal gereksinimlerden daha fazla
değer atfeden, varoluşlarını, görünebilirliklerini, dünyasal hazlarını, reel
etkilerini fiziksel gereksinimlerine bağlayan alık ve bön tipler, yüksek
düşünlerden nefret ederler. Yukarıda da bahsettiğimiz mezkûr tiplerdir bunlar
kahir ekseriyetle. Çünkü böyle düşünler, onların kofluklarını, hakikatte
zevksiz ve bayağı oluşlarını açık eder. Zira yüksek düşünler muvacehesinde
kendilerinin etkilerinin anlamsız kalacağını, gerçek yüzlerinin faş olacağını
tahayyül ederler ve bu tahayyül ediş onları çıldırtır. Onlar, kafaların
işlemediği, vicdanların işlevsiz kaldığı, eylemden ziyade lafın mebzul olduğu,
her şeyin maddeyle anlam ifade ettiği bir yaşamı tasavvur ederler. İdeal olanın
reel olanı ezdiği bir dünyadan tiksinirler, tıpkı bizlerin bu türlerden
tiksindiğimiz gibi. Çünkü idealizm ruhları ihata ettikçe, kafalar bastıkça,
zihinler açıldıkça dördüncü tür bu yaratıklar etkilerini kaybedeceklerdir, etkileri
kaybolunca havaları kaybolacaktır, havaları kaybolunca da insan yerine
konulmayacaklardır ve sıradanlaşacaklardır. Bunlar için sıradanlaşmak züldür,
yaşamaktan beterdir, ölseler yeridir. Aksi takdirde ise tatlı tatlı yaşayıp
gitmektedirler, karanlıkta yaşayan insançocuklarının omuzlarına basarak.
İnsançocukları bunların süfli yaşamlarına temayül gösterdikçe hayvan yerine
konacaklardır ama tam tersi istikamette yol alırlar ve yönlerini bulurlarsa
yine hayvan yerine konacaklardır ama insanmış gibi muamele göreceklerdir, tabi
ki uyanmamaları için. Ama insançocukları behemehâl uyanmalıdırlar ve karanlığın
perdesini yırtıp atmalıdırlar! Ki, yarınlarda hayatımız, dünyamız çok güzel
olsun.