İnsançocuğu garip bir varlıktır,
aidiyet duygusunun kurbanıdır, çünkü o aidiyet duygusudur ki; kendisini kurban
eder. Zira aidiyet duygusu onun varoluşunun supabı olan hürriyetini gasp eder,
hürriyete giden yolunda can yoldaşı olan bilme yetisini, bilgi edinme
hürriyetini katleder. Çünkü kafana göre öğrenemezsin, gösterilen yolda
yürümeli, öğrenmen gerekenleri öğretildiği haliyle gerektiği kadar
öğrenmelisin. Mevlana diyor ki; ‘’’’dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim
genç yaşta. Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine aydım.’’’’ Evet
derin bir hakikattir bu. Bendeniz de aynı deneyimi yaşadım hayatımda.
Başkaldırı, isyan, direniş üçgeninde bir hayatın yolcusuydum. Tabi olmayı
sevmiyordum, her türlü otoriteye muhaliftim. Çendan o tabiiyette hakkaniyet
olmalıydı, hakikat olmalıydı, değer olmalıydı tolere edebilmem için ama hiçbir
tabiiyette böyle bir hürriyete tanık olmadım. Tabi olmak ağır ağır ölmeyi intaç
edecekti ve kalabalıklar mezarım olacaktı, ölü bir candan farkım kalmayacaktı.
Zira hürriyetini verip tutsaklığı almadan itaatin kabul görmüyordu. Yalanların
karanlığında yaşamayı tolere etmeliydiniz ama yapamazdınız. Böylece kalabalığa
karışmayı dikte ediyordu hayat, karışıyordun ama yine de yalnızlık kader
oluyordu; kalabalıklar içerisinde yalnızlık! Karıştım da, kalabalıklar
denizinde yüzdüm uzun bir süre. Ama bozuyordu kalabalıklar, bilinç yoktu,
hürriyet hayaldi kalabalıklarda. İnsanlığınızı tüketiyordunuz, değerlerinizi
kaybediyordunuz tedricen. Kalabalıklar karanlıktı. Nihayetinde insanın insanca
varolması için kalabalıklara direnmesi, kalabalıkların kalabalık duygularından
ve düşüncelerinden uzaklaşması iktiza ediyordu. Zira kalabalıklar seni kör
itaate, kesin inanca yönlendiriyordu hatta zımnen bunu dikte ediyordu. Kalabalıklarda
her şey dildeydi, gönülde olan ve kalan hiçbir şey yoktu. Anlayış yoktu.
Anlaşılman gerekmiyordu ama anlamak zorunluluktu. Sevilmeyebilirdin ama sevmen
gerekiyordu, savaşmamak suçtu, barış tehlikeliydi. Diyalog imkânsızdı, konuşmak
ve tartışmak yasaktı. Böyle şeyleri yapmak yok sayılmaktı. Binnetice behemehâl
kalabalıklara karşı yürümeye başladım. Çünkü ne anlayabiliyordunuz ne de
anlaşılabiliyordunuz. Kalabalıklar her şeyde kalıba bakıyordu, öze inemiyordu. Öze
inmeyince de ne yapması gerektiğini bilemiyordu. Her şeyin spontane tahakkuk
ettiğine inanıyordu ya da doğru tabirle inandırılıyordu. Oysa öyle bir şey
yoktu. Her şey kalabalıkları yönetmek içindi ama yönetmek içinde her şeyin
doğal seyrinde tahakkuk ettiğine inandırmak gerekiyordu. Kalabalıklar çok kolay
oltaya takılıyordu. Oysa hiçbir şey spontane olmuyordu, her şeyin bir arka
planı vardı. Olan bitenler, kalabalıkların uyanmaması ve her şeyi bizatihi
kendilerinin gerçekleştirmesini engellemek içindi. Böylece kalabalıklara
hükmedenlerin varlığı daim olacaktı. Birer birer yitip gidiyorduk
kalabalıklarda, birer birer dirilip, direnip varolmamız iktiza ederken ve
yapmamız gereken şeyi yapacakken; önce zihniyet devrimini sonra da insanlık
devrimini gerçekleştirecekken.
BÜYÜK YANILGI VE KARANLIĞIN KUYUSU...25...
Özgür DENİZ - 26.06.2019
Tarih: 26.06.2019
Okunma: 835
YORUMLAR
Yorumunuzu ekleyin.