Ey insançocukları! Ey kardeşlerim! Ey güzelinsanlar! Nasıl
bir yaşama layık olduğunuzu siz bilirsiniz, siz bileceksiniz. Kader sizin
kaderiniz, çizecek olanlar sizlersiniz. Varoluş kavganızı vereceksiniz ve ya
varolmayı seçeceksiniz ya da asalak gibi yaşayıp, ölüp, yok olup gideceksiniz,
üstelikte hiçbir insançocuğuna ait olmayan ama herkese ait olan yeryüzü
topraklarında. Ya amansız kavga ya yokoluş! Çocuklarınızı düşünün,
çocuklarınızın çocuklarını düşünün, tüm çocukları düşünün, onların yarınlarını
düşünün, başka neyi düşünecektiniz? Layık olduğunuz şeyi başka birisi mi
bilecek, kaderinizi gelip başkası mı çizecek yoksa, kim bilecek, kim çizecek,
çocukları kim düşünecek? Çünkü layık olduğunuzu göreceksiniz, yaşayacaksınız.
Ve çocuklarınız, onlara neyi bıraktıysanız onu bulacaklar, ya rahmet okuyacaklar
ya da lanet. Ne sunduysanız o sunulacak size. Başka bir şey mi bekliyordunuz?
Sunduğunuzu neyle sunduysanız aynıyla geri dönüşünü göreceksiniz. Herkes layık
olduğu muameleyi görür. Ömrümüz sloganlarla geçti. Aç karnımızı sloganlarla
doyurduk. Üzerimizi sloganlarla örttük. Sloganlar atacağız diye tatil yapamadık,
yaşamak nedir bilemedik, aldatılmak nasıl olur anlayamadık. Sanata, bilime,
akla ihtiyacımız olmadı hiçbir zaman, hiçbir şey üretmedik, çünkü sloganlarımız
vardı bizim. Güzel güzel üretiyor, şehvetle haykırıyorduk! Nasıl olsa
tüketeceğimiz şeyleri üretenler vardı! Nasıl olsa birbirine düşman olmaya hazır
kardeşlerle doluydu bu topraklar. Kölelik demekte olsa, üretmeden tüketmek
güzel şeydi!!! Nasıl olsa kardeşimiz düşmanımızdı ve kanını akıtmak helaldi
bize!!! Temcit pilavı gibi önümüze sürüyle slogan konuldu, kulağımıza sürüyle
slogan fısıldandı. Dilimize pelesenk ettik bu sloganları. Ki bu sloganlarla
birbirimize düşman olduk, bu sloganları düşmanlaştırdığımız ve düşman olduğumuz
kendi kardeşimizin suratına haykırdık sanki düşmana haykırır gibi. Ve katilleri
olduğumuz kardeşlerimiz üzerinden ve katilimiz olan kardeşlerimiz üzerinden her
birimize bir tarih yazıldı ve o tarih boynumuza kölelik zinciri gibi geçirildi.
Aynı şeyler her devrin yegâne ayrıcalıklı özelliğidir! Çünkü biz her uyanış
emaresi gösterdiğimizde, onlar her sıkıştıkları anda o tarihe ihtiyaç
duyacaklardı ve bizleri yeniden uyutmaya çalışacaklardı, bir ninni gibi
fısıldayacaklardı kulaklarımıza; o senin kardeşin değil düşmanın, ne çabuk
unuttun sana yapılanları, onunla kardeş olman imkânsız! O zincirden bir türlü
kurtulamadık. Tam kurtulduk diyeceğiz, kucaklaşacağız, kardeşçe konuşacağız,
birleşik güçlere karşı birleşip büyük bir güç olacağız, belki de aydınlığa
giden yolu birlikte bulacağız; tam o anda zincirin ağırlığını hissettik ve
vazgeçtik güzel şeylerden. Birleşik kavga vermektense ve görkemli zafere
ermektense, tek kavgalarda vurulduk, yıkıldık, kurbanlar olduk! Papağan gibi,
ne söylenirse onu tekrar ettik. Ne çalınırsa onu dinledik. Önümüze ne konursa
onu yedik. Kardeşlerimizle oturup konuşamadık, birlikte sorup sorgulayamadık.
Birlikte sorunları tespit edip çözümler üretemedik. Çünkü konuşmak yasaktı,
düşünmek yasaktı, fikir üretmek yasaktı, yasak olmadığı devir olmadı ki! Bu
yüzden de birbirimize ayrı düştük ve düştüğümüz yerlerde birer birer ezildik,
sömürüldük, aldatıldık ve yaşamadık hiçbir zaman. Öylece izledik kardeşimizin
nasıl sömürüldüğünü, ezildiğini, ta ki bir gün o da bizi izleyecekti! Böylece
yaşadık geldik, aynıyla yaşayıp gidiyoruz. Yaşamayı yadırgadıkta yaşamamayı
kanıksadık handiyse. Düşünmedik, sormadık, sorgulamadık, münhasıran itaat
ettik. Hiçbir zaman irademizi, ihtiyarımızı, aklımızı kullanamadık, ki
kullanmakta istemedik, belki de yoktular hiçbiri, hiçbir zaman olmadılar! Biz
yaşamak istiyoruz diyemedik, dediysekte; git bir tane slogan at dendik.
Hamasetle doğduk, büyüdük, yaşıyoruz, öleceğiz ve tek bir cümleyle olsa bile; biz
bu topraklarda doğduk, bu topraklarda güneşin doğuşuna ve batışına tanıklık
ettik, birlikte çalıştık ürettik ve birlikte tükettik, kardeşçe kucaklaştık ve
bu topraklarda gerçekten insan gibi yaşadık diyemeyeceğiz. Çünkü toprak bizimdi
ama yaşayanlar biz değildik! Aldandık, aldattık, aldatıldık! Güçlülerin suçsuz,
günahsız; güçsüzlerinse suçlu ve günahkâr olduğunu göremedik!!! Güçsüzleri hem
suçlu ilan ettik hem de acıdık onlara, oysa acınacak olanlar acıyanlardı
haddizatında ama anlayamadık, anladığımızda hep geciktiğimizi görecektik,
velakin son pişmanlık fayda etmeyecekti, nedamet gözyaşları anlamsız kalacaktı.
Tarih boyunca güçsüzler hep suçluydular zaten! Onların ellerinden haklarını
aldık ve aldığımız hakları gram gram bahşettik ve kendi haklarını kendilerine
bahşettiğimiz için övgü bekledik, yüceltilmek istedik. Yaşamak için savaşmaktan
başka yol olmadığını bilemedik. Bizleri hep malayani ile iştigal ettirdiler.
Kendileri de malayani ile iştigal ettiler. Kardeşim biz yaşamak istiyoruz, biz
kendi topraklarımızın güzelliklerinden özgürce ve istediğimiz gibi istifade
etmek istiyoruz dedikçe, önümüze sürüyle lüzumsuzluklar sürüldü ve biz onlarla
oyalanırken birileri bizim kendi vatanımızda yaşamadıklarımızı,
yaşayamadıklarımızı, yaşatılmadığımız şeyleri geldiler yaşadılar gittiler,
geliyorlar yaşıyorlar gidiyorlar. Sense bir böcek gibi eziliyorsun onların
ayakları altında ama bir Türk dünyaya bedeldir dendi mi derin bir uykuya
dalıyorsun, göğsün kabarıyor, sokaklara çıkıyorsun aynı şeyleri terennüm ediyorsun.
Fakat Türk olarak kendi topraklarında tesis edilmiş otellerde tatil
yapamıyorsun yapıyorsan da canın çıkıyor eziyet görerek yapıyorsun. Çünkü
paranın hiçbir kıymeti yok. Elin insanı seni parasıyla eziyor ve sen süklüm
püklüm oluyor, boynunu büküp bakıyorsun. Susup geri dönüyorsun. Ve demiyorsun
ki; kardeşim bana oyun oynama artık ve beni de oyunla meşgul etme. Bırak artık
şu ahmakça işleri, oturun konuşun tartışın büyük işler yapmak için çalışın ve
benim yaşamamı sağlayın, sizin işiniz bize güzel bir yaşam sağlamaktır. Çelik
çomak oynamak değil. Artık bana nutuk çekme, slogan üretme. Git yaşamak üret ve
ürettiğin yaşamı sun bana demiyoruz. Kimsiniz siz kardeşim, işiniz ne sizin,
devletin kaynaklarından istediğiniz kadar alıp, istediğiniz yaşamı yaşayıp, sıra
bize gelince bizi mal yerine koyup çelik çomakla avutmak mıdır diye
soramıyoruz. Sizin köleniz değiliz ve asla olmayacağız, gerekirse siz bize
kölelik edeceksiniz diyemiyoruz, demek hakkımız olduğu halde. Hesap sormadıkça
da eziliyoruz. Çünkü insan gibi görülmüyoruz, ki kendimizi de insan gibi
görmüyoruz. Değiştirileceğimize ve değiştirilirken aydınlatılacağımıza
kullanılıyoruz. Kullanılmak için cehaletin karanlığına terk ediliyoruz.
Güçsüzleştiriliyor, zayıflatılıyor, haklarımızdan mahrum bırakılıyor, sömürülüyoruz.
Ekmeğimiz elimizden alınıyor. Elimizden alınan ekmeğimiz gramla geri veriliyor
ve bizden de minnet bekleniyor. Kardeşim sizin kirli politikalarınıza, sizin
aşağılık çıkarlarınıza ihtiyacımız yok bizim ve alette olamayız, bizim yaşamaya
ihtiyacımız var ve yaşamak hakkımızı istiyoruz diye haykırmalıyız artık. Bizim
düşmanlığa değil, kavgaya değil, oyuna değil, bizim kardeşçe kucaklaşmaya ve
birlikte üretmeye, ürettiklerimizi birlikte tüketmeye, bu topraklarda doğan
güneşi birlikte seyretmeye, birbirimizi sevmeye, ekmeğimiz birlikte bölüşmeye ihtiyacımız
var diye haykırmalıyız. Biz haykırmadıkça, başkaları kendinde cesaret buluyor,
oysa o cesaret olması gereken yerde, hak edenlerde, yani bizde olmalıdır.
Aldandık, aldanıyoruz, aldatıyoruz, aldatıldık. Ve birgün gerçek göründüğünde
mal mal bakacağız. Güçlüler hep suçsuzdur, güçsüzler suçlu doğmuştur!!! Yaşamak
için savaş ey insan! Ya amansız kavga, ya yokoluş! Unutma; sana verilmeyecek,
sen isteyeceksin hakkın olanı ve gerekirse söke söke alacaksın!
Ey insançocukları, ey kardeşlerim, ey güzelinsanlar! Bizim,
içine saplanıp kaldığımız, bir türlü içinden çıkamadığımız ve bize hep
kaybettiren, kaybettirmekte olan ve anlamaz akıllanmazsak, uyanıp ayağa
kalkmazsak, korkuyu bırakıp daha fazla cesaretli olmazsak, suskunluğa
gömüleceğimize olanca kuvvetimizle haykırmazsak, cehaletin ürettiği karanlıktan
çıkıp aklın üreteceği aydınlığa erişip işletilen melun tezgâhı bozmazsak ve bir
kez de olsa olayların bizim görmemizin istenmediği arka yüzüne bakmayı
denemezsek ilanihaye kaybettirecek olan malum meşum gün Kara Eylül ve ardı sıra
gelen süreçler kasten kurgulandı ve sistematik bir şekilde uygulandı,
uygulanıyor da. O tarihin hafızalardan silinmemesi, her an karşımıza
çıkarılması ve mütemadi olarak o kanaldan uyutulmamız içinde her taraftan nice
kurbanlar verildi. Acı ruhlara gömüldü! Olay tabir caizse kan davasına
dönüştürülerek ebedileştirildi yani zımnen ebedi sömürünün yolu açıldı. Bir
ordan bir burdan giyotine gönderildi taptaze başlar. Gencecik, idealist, kendi
özlerinde samimi, kavgaya atılırken dürüst vatan evlatları aldatılarak
kullanıldı, birbirilerine düşman edildi, biri diğerine vurduruldu ve nihayet
birer birer darağaçlarına gönderildiler. Darağaçlarında nice canların sehpaları
devrildi, gövdeler yere yığıldı. O çocuklar niye birbirlerini dinleyemediler,
niçin oturup konuşamadılar, niçin hiç umursamadan birbirlerine kurşun sıktılar?
Nasıl oldu tüm bunlar, kim yaptı, nasıl yaptı, kimler eliyle yaptı, niçin
yaptı, kim adına yaptı hiç düşündük mü? Düşünmedik, düşünmeyiz, düşünmeyeceğiz.
Sanki aynı şeyleri yaşamak ister gibiyiz. Çünkü taş kafalılarız bizler. Onların
konuşması engellendi, diyalog kurmaları istenmedi, monoloğa mahkûm edildiler,
şimdi onların ölümleri önümüze sürülerek bizlerin konuşmamız engelleniyor ve
yine diyalog yerine monoloğa mahkûm ediliyoruz, ruhlarımıza gömülen acılar
bitevi nüksettiriliyor bilinçli ve farkında olarak. Peki, niçin oldu bunlar ve
niye böyle oldu hiç sorduk mu ya da bu açıdan hiç baktık mı olaya? Haddizatında
bilinmeyen bir şeyde yok ama söylenmeyen çok şey var! Nice nutuklar atıldı,
sloganlar üretildi, marşlar yazıldı masum ölümler üzerinden; hepsi de
duygusaldılar, direkt ruha hitap ediyorlardı, çünkü akıllar durmalı, ruhlar
etki altına alınmalıydılar. Zira gün gelecek duygular şahlandırılacak, hedefler
şaşırtılacak ve kuvvet devşirilip rantlar çoğaltılacaktı. Filhakika tüm bu
alçakça şeyler yapılarak bir miras bırakılıyordu geleceğe. Bir nevi gelecek
ipotek altına alınıyordu. Her kitleye bir tarih yapılıyor, o tarihi
hatırlamaları isteniyor, o tarihe sımsıkı sarılmaları ve asla kendilerine
düşman olarak gösterilen masum kardeşleriyle bir araya gelmemeleri isteniyordu,
bekleniyordu. Başarıldı mı? Kesinlikle başarıldı. Çünkü bir tarihimiz var ve
bize birbirimizle konuşmamamız gerektiğini fısıldıyor ve biz konuşmuyoruz. Çünkü
konuşacağımız kardeşimiz suçludur, ağabeylerimizi vuranların mirasçısıdır!!!
Oysa biz geçmişe değil geleceğe bakmalıydık, geçmişten ders almalıydık, daha
güzel ve aydınlık bir geleceği kurgulamalıydık, birlik olmalıydık, kuvvet
bulmalıydık, birlikte hareket ederek bizi sömürenlerin karşılarında bir duvar
gibi durmalıydık ve bizi bize vurduranlardan hesap sormalıydık. Aldatmanın ve
kazanmanın yapı taşları döşeniyordu zımnen. Siz uyuyordunuz, düşman uyanıktı.
Siz önünüze konulanı yerken, düşman yeni yemekler hazırlıyordu; azıcık
ballandırılmış zehirli yemekler. Siz o tarihe bağlanacaktınız (ki, bu bağlılık
hep duygusal olacaktı, çünkü o tarih düşünmenizi, sormanızı ve sorgulamanızı
yasaklayacaktı, zira böyle yaparsanız ihanet ediyormuşsunuz gibi hissetmenizi sağlayacaktı)
o kara günlerin karanlığından hiç çıkamayacaktınız, birbirinize düşman
olacaktınız, kardeşçe bir araya gelip hemhal olup dertleşemeyecektiniz, asla
bir olup gerçek düşmana karşı savaşamayacaktınız, birbirinizi öldürecektiniz
ama bu arada birilerinin rantı büyüyecekti. Siz küçüldükçe onlar
büyüyecektiler. Küçüldünüz ve büyüdüler. Siz öldürdükçe ve öldükçe onlar
yaşayacaklardı. Öldürdünüz, öldünüz ve yaşadılar. Siz birer birer azaldıkça,
onlar biner biner çoğalacaklardı. Azaldınız ve çoğaldılar. Siz kaybettikçe
onlar daha çok kazanacaklardı. Kaybettiniz ve kazandılar. Sizler ayrı
olacaktınız, onlarsa birlik ve öyle de oldu, sizler ayrı yerlere düştünüz,
onlar aynı yerde buluştular, birleştiler, birleşik güç oldular ve sizi güçten
düşürüp, birbirinizden ayırıp birer birer ezdiler, sömürdüler. Oysa küçücük bir
soru ve sorgulama ile siz kazanabilirdiniz ve onlar sonsuza kadar
kaybedebilirlerdi. Böylece görkemli bir geleceğin yapı taşlarını birlikte
döşeyebilirdiniz. Onlar kurban oldular, peki bizim de kurbanlar mı olmamız
gerekiyor, kim bu tuzağı kuruyor bize diye soramıyoruz. Söylesenize niye
öldürdüler, niye öldüler? Niye öldürelim, niye ölelim? Ha kavga vermeyelim mi?
Hayır, asla ve kata böyle bir şey demiyorum ama kavgamızı namusluca verelim, birlikte
verelim ve birlikte kazanalım. Ölmeyelim, yaşayalım, yaşatalım. Mirasları
üzerine, onlar ölürken bir şekilde yaşamayı kotarmış itler çöksünler ve it gibi
yaşasınlar ama yaşarken de yeni kurbanlar bulsunlar diye mi öldürdüler ve
öldüler? Bizler, onları öldürenler yaşasınlar diye mi öldüreceğiz, öleceğiz?
Bizler şunu hiçbir zaman idrak edemedik; bizim komünist bir dünyaya ihtiyacımız
yoktu, bizim faşist bir dünyaya ihtiyacımız yoktu, bizim islamcı bir dünyaya
ihtiyacımız yoktu, bizim milliyetçi bir dünyaya ihtiyacımız yoktu, bizim
cemaatçi bir dünyaya ihtiyacımız yoktu ama varmış gibi gösterdiler bize ve
inandırdılar da buna. İdeolojimiz hâkim olsa ama adalet olmasa neye yarardı,
iyi mi olurdu, mutlu olur muyduk? Bizim ideolojimiz hâkim oldu diyelim ama adalet
yok, düşmanım adaletsizlik içinde yaşıyor diye sevinç mi duyardım ya da kendim
nolacaktım yani bizim için adalet tali bir şey midir ya da bizler gerçekten mal
mıyız? Şahsım adına söylüyorum, bir ideolojim olsa, egemen ideoloji olmuş olsa
ama adalet olmasa ya da bana adil davransa fakat düşmanıma zulmetse (ki yegâne
düşmanım vahşi emperyalizm, şerefsiz emperyalistler ve aşağılık, alçak
uşaklarıdır), ideolojim egemen diye asla ve kata mutlu olmazdım hatta yerin
dibine batsın böyle ideoloji derdim. Çünkü bendenizin ideolojim egemen olsun
diye bir derdim yok ki, zira ulaşmak istediğim aşağılık çıkarlarım yok ki ve
münhasıran çıkarlarıma kavuşayım diye de ideolojim egemen olsun istemem. Benim
derdim tüm insanlığın gülmesidir, münhasıran bendenizin gülmem değildir. Tüm
insanlık ağlarken bendeniz nasıl gülebilirim, gülüyorsam nasıl insan
olabilirim? Bizim, ideolojilerimizin egemen olduğu dünyaya ihtiyacımız yoktu.
Ama bizim adalete ihtiyacımız vardı. Bizim ahlaka ihtiyacımız vardı. Bizim
onurlu bir şekilde yaşamaya, hürriyete ve bağımsızlığa ihtiyacımız vardı. Bizim
insanlığa ihtiyacımız vardı. Bunu da kimin getirdiği önemli değildi, yeter ki
getirsindi. İdeolojimiz hâkim olmayabilirdi ama biz bunların hâkim olması adına
hep birlikte amansız bir kavga verebilirdik. İdeolojik kavgalarda ayrılırken ve
birer birer ezilirken, yüce erdemler adına birlikte kavga verebilirdik ve
birimiz değil hepimiz kazanırdık. Adalet, ahlak, hürriyet varsa ve insanca
yaşıyorsam bana ne ideolojiden, bana ne şundan bundan? Öyle değil mi? Öyle
değilse sürüm sürüm sürünmeye devam ederiz. Bizim sevgiye, bilgiye, kardeşliğe,
barışa, ekmeğe ihtiyacımız vardı. Bizim terimizin, yaşımızın, kanımızın,
emeğimizin karşılığını bihakkın almaya ihtiyacımız vardı. Bizim yaşamak
sevincini duyumsayarak insanca yaşamaya ihtiyacımız vardı. Bizim vahşi
emperyalizmin kökünü kurutmak, zalim ve acımasız kompradorları topraklarımızdan
sürmek için insanlık değerleri ekseninde insanca savaşmaya ihtiyacımız vardı.
Peki, bizler gerçekten böyle mi düşünüyoruz, bu minvalde bir hayat mı
yaşıyoruz? Hayır, derdimiz, işimiz gücümüz ideolojilerimizi egemen kılmak ama
nasıl olursa olsun egemen kılmak. Ne kadar sefil bir telakki ve ne kadar sığ
bir düşünce değil mi? Birbirimizle konuşmayı bir becerebilsek şayet, kucaklaşmanın
ve birlikte savaşmanın da yolu açılacak ama beceremiyoruz kardeşlerim. Biriyle
oturuyorsunuz, ne işin vardı o faşistle oluyor; yine bir diğeriyle
oturuyorsunuz, ne işin vardı o komünistle oluyor; bir ötekiyle oturuyorsunuz ne
işiniz vardı o İslamcıyla oluyor. Oysa bana ne, sana ne, bendeniz insanım
kardeşim ve tüm insan kardeşlerimle oturabilirim, konuşabilirim, ortak akılda
buluşmak adına müzakere edebilirim. Bendenizi kendin gibi sanma. Sen ahmaksan
bendeniz de ahmak olmak zorunda değilim. Hem sana ne, sen kimsin ki benim
hayatıma müdahil olmaya yelteniyorsun. Bendeniz senin gibi sekter, yobaz,
bağnaz, sefil olmak zorunda mıyım? İstediğim insanla, istediğim gibi konuşurum,
yeter ki iletişim kurabilecek kabiliyete malik olan biri olsun. Niye
birilerinin tezgâhına geleyim, kirli oyunlarının kurbanı olayım. Çünkü ben
ayrıldıkça, kardeşime düşman oldukça onlar kazanacaklar, niye kazandırayım
düşmanlarıma? Uyanın ve görün kardeşlerim! Şu politikacıya bakın nasılda
aldatıyor. Şu şeyhe bakın nasılda uyutuyor. Şu kompradora bakın nasılda
çalıyor. Şu gazeteciye bakın nasılda yalan söylüyor. Niye bu düzenbazların
kurbanı olayım, niye bunlara inanırken kardeşimi yalnız bırakayım, kardeşimle
bir olup bunların düzenlerini bozacağıma ve yerine büyük insanlık düzenini kuracağıma?
Duvarlar yıkılmak içindir ve insanlığın birleşik gücü emperyalizmin yükselttiği
duvarları bir gün mutlak yıkacak toz edecektir ve tüm insanlık birlikte
gülecektir. Ya amansız kavga ya yokoluş!