Sayın Devletim! Yine sana mektubum var. Ama bu mektubum
aciliyeti olan ve acil cevap bekleyen bir mektup. Daha öncekilerin ulaşıp
ulaşmadığını bilemem ama yine de her ihtimale binaen yazıyorum, belki dahası da
olacak. Her mektubumu mutlak doğallıkla, olanca samimiyetimle, derin bir
hüzünle ve yüreğim kanayarak yazdığımı bil. Bendeniz senin acayip bir
vatandaşınım ve bendenizi böylece hoşgör. Geçelim! Bu mektubumu acil koduyla
gönderiyor ve acil cevap bekliyorum. Belki de ruhumu huzura kavuşturmak için
böyle yapıyorum. Zira ruhumda bir gram huzur yok. Çünkü hep bir tereddüt, hep
bir belirsizlik egemen dünyama. Böylesi bir şeyinde cehennemden farkı yok. Bu
mektubumdan belki bugün, belki yarın haberin olur, belki de hiç olmaz. Fakat bu
mektup bendenizden çıktıktan sonra sen sorumlusun bendeniz değilim. Ama bu
mektubuma bir cevabın olmasını ve cevap verme zorunluluğunun bulunduğunu
bilmelisin. Bendenizin devletimsen bana saygı duymak zorundasın ama hayatımın
tüm boyutlarıyla. Bendenizin Tanrım değilsin ve olmadığını da defaatle ifade
ettim. Şunu da unutma; hiçbir zaman bendenizin Tanrım olmayacaksın. Ne senin
kulunum, ne de kölenim. Özgür bir vatandaşınım ve bademada böyle olacak, böyle kalacak.
Aksini ne sen düşün ne de bendeniz asla düşünmeyeceğim. Binaenaleyh birazcık
özgür ve rahat konuşuyorum, eh artık bunu da tolere edebilirsin. Nihayetinde
ömrünü sana adamış bir vatandaşın var karşında. İkimizde birbirimize karşı
haddimizi bilmek zorundayız. Ki, bendeniz istesem de istemesem de zaten bilmek
zorundayım ve bilirim de ve hiçbir zaman bilmemezlik etmedim de ama sen de
bizahmet bunu gönüllü olarak yap. Ben bilmediğimde sen kuşkusuz bildirirsin ama
ya sen bilmezsen kim bildirecek? İşte bu yüzden gönüllü bilmeni istirham ediyorum.
Sana son nefesime kadar önereceğim tek bir şey var: Allah’ı, Yüce ve Kadim
İnsanlık Umdelerini sakın ama sakın ola ki unutma! Bildiğine eminim; bir şey ne
kadar yükselirse, düşüşü o derecede sert olur. Vatandaşlarının gövdelerine
hükmettiğin için onlara gerçekten hükmettiğini düşünme. Zira bedene zincir
vurulabilir ama ruhlar zincirlenemez. Sen, sen ol ruhlarda egemenlik kurmaya
çalış. Kalenin içine giremedikten sonra etrafını kuşatmış olmak hiçbir anlam
ifade etmez. O kaleyi yıkıp yok edersen de devlet olmanın anlamı kalmaz. Zaten aposteriori
bir mevcudiyetsin, öyleyse ruhlara in ki payidar olabilesin. Söyleyeceğim başka
şeyler olsa da ilk evvelden konunun özüne girmek ve esas durumu yansıtmak
istiyorum. Geçelim!
Sayın Devletim! İstiyorum ki; bugün terörist olarak gördüğün
kişileri, kurumları, yapıları, örgütleri, teşekkülleri ve yarın herhangi bir
sebeple terörist ilan edeceğin kişileri, kurumları, yapıları, örgütleri,
teşekkülleri bana şimdiden bildir ki onlardan uzak durayım, onlarla ilişki
kurmayayım ve iletişime geçmeyeyim. Hatta sen de yol verme onlara asla ve kata,
hiçbir şartta ve koşulda. Çünkü bu bendeniz vatandaşında aldanma yaratabilir ve
o vakit bendenizi itham edemezsin, edebilirsin ama etmemelisin. Hatta ne
yiyeceğimi, ne giyeceğimi, ne dinleyeceğimi, nereleri gezeceğimi, nasıl
konuşacağımı, nasıl ağlayıp güleceğimi, kimlerle oturup kalkacağımı, hülasa;
nasıl yaşamam gerektiğini de bildir ki, ona göre adımlarımı atayım hayat
yolunda. Belki böyle bir talebi daha önce de iletmiş olabilirim ama bu sefer
daha sarih olarak ifade ediyorum. Bu yüzden de acil kodlu mektup olarak
yazıyorum bunu. Açık açık söyle, iş işten geçtikten sonra söyleme. Bilakis
bugün bunları yapmaz da yarınlarda böyle bir şey yaparsan bunun ne telafisi
olur ne de affı. Bunu yap ki, bendeniz vatandaşın bir ömür adadığı, ter, yaş,
kan akıtarak hak ettiği, emek vererek kazandığı haklarından ve en temel
yaşamsal gereksinim olan ekmeğinden olmasın. Ki, insançocuklarını Allah bile
açlığa mahkûm etmiyor ki, sen asla ve kata edemezsin, etmemelisin. Allah’ın
kulları olarak hep şöyle dua ederiz bilirsin; ‘’Allah kimseyi açlıkla imtihan
etmesin!’’ Daha önemlisi huzur içinde yaşayabileyim, hep bir tereddüt, hep bir
belirsizlik egemen olmasın hayatıma ve mütemadiyen diken üstünde yaşamayayım,
beynim daralmasın, ruhum kanamasın. Birazcık merhamet diyorum yani. Aksi
takdirde benim devletim olamazsın. Burada da kusura bakamazsın. Yoksa verdiğim
ömrü gram gram geri isterim, elbette veremezsin ama istemenin de günahı olmaz
ve istemek ihanet değildir, hele de istediğimi devletimden istiyorsam. Ki,
insan denilen de birazda istemek değil midir? Ha gücüm mü var, yapabileceğim
bir şey mi var madden? Hayır, senin karşında tabir caizse bir böcek gibiyim.
İstediğin zaman, istediğin şekilde, istediğin bahaneyle bir böcek gibi ezmeye
kudretin kifayet eder. Ama bendeniz insanım unutma ve münhasıran gövdeden
müteşekkil değilim! Her fiziğin bir metafiziği olduğunu bilirsin. Metafiziği
attığın zaman fiziğin varolması muhaldir. Çünkü huzur içinde yaşamam ve bu
topraklar da yaşamaktan ve dahası senin vatandaşın olmaktan gurur duymam buna
bağlı yani beni tuzağa düşürmemelisin. Çünkü devlet vatandaşına tuzak kurmaz.
Yanlış mı düşünüyorum? Bendeniz masumiyetimin cezasını çekmemeliyim. Zira bendeniz
senin zihnini okuyamam ki ama sen bendenizi her şeyimle bilirsin, ta ki ruhum
istisna.
Sayın Devletim! Yazık değil mi bu toprakların çocuklarına,
vatandaşlarına? Sindire sindire, hazzede hazzede yaşasak olmaz mı? Niye acının
toprakları olur bu topraklar? Bu toprağın çocukları olmak, burada doğmuş ve
burada yaşıyor olmak suç mu? Umudun toprakları olamaz mı, yapılamaz mı bu
topraklar? Niye hep hiçbir anlam ifade etmeyen, enerjilerimizi berhava eden,
hiçbir kimseye bir şey katmayan ama aksine sürekli bir şeyler alan, tedricen
ileri değil ama geri götüren işler olur burada? Niye üretmeyiz de hep
tüketiriz? Niye vatandaşların olarak acılar denizinde yüzeriz mütemadiyen?
Şöyle ağız dolusu gülsek, ağlamalarımızda bile bir anlam olsa, kardeşçe yaşasak
olmaz mı? Dört mevsimi hissede hissede niye yaşayamayız burada? Senin görevin
nedir Allah aşkına? Böyle şeyler bizlerinde hakkı değil mi? Niye olmasın, niye
olmuyor? Niye kendimizin hatalarımızı, günahlarımızı sarf-ı nazar eyliyoruz da,
daima başkalarına hamlediyoruz tüm günahları, suçları? Bugün mektup mahiyetinde
bir yazı okudum içim yandı, kavruldu, küle döndü. Tabi ki de daha önceden
yazılmış, kuvvetle muhtemel birkaç günlük ve duygu yoğunluklu bir paylaşım.
İnsanlar burada yaşamaktan niye mutsuz olurlar? Kimdir mutsuz eden ve niyedir
mutsuz edilirler? Bu dünyaya haksız acılar çekmeye mi geldik? Hayır, böyle bir
sonuçla karşılaşmak için gelmedik. Bu dünyaya köle doğmadık, yaşarken köle
olamayacağız, köle olarakta ölmeyeceğiz. Bu dünyaya yaşamaya geldik ve
yaşayacağız inadına, yaşamı seçeceğiz herkese rağmen, insanca, namusluca,
kendimiz olarak. Doğal acılara eyvallahım olmaz. Doğal sevinçleri tatmaya
geldim. Yaşamak, hayatın doğal akışına bırakmak istiyorum kendimi ama zincirlere
vurulmuş hissediyorum kendimi ve bu hissiyattan kurtaracak olan da sensin beni.
Ha bunu niye söylüyorum? Çünkü böylesi durumlarda bitevi sana atıfta
bulunuyorlar da ondan böyle söylüyorum. Yani bizlerin gözüne çok garip eylemler
olarak yansıyan şeyleri yapan senmişsin gibi söylüyorlar ya o yüzden böyle söylüyorum.
Yani acayip şeylerde hep seni öne sürüyorlar ya ve sen de böyle yapıldığını çok
iyi biliyorsun ya. Zira kapalı değil, direkt olarak açıkça sana atıfta
bulunuyorlar. Eğer gerçek buysa, böylesi bir şeyi niye yaptığını da
çözemiyorum. Şayet payidar olman içinse, şahsi fikrimce doğru olduğunu düşünmüyorum
bu yolun. Zira böylesi bir şey payidarlığı temin etmez ama tedrici olarak
inhitatı ve türabı çabuklaştırabilir. Çünkü böylesi bir şey azim
adaletsizliktir fakat devletler adaletle vardırlar, yaşarlar. Oğul babasının
baba oğlunun suçunu yüklenemez. Başka bir devlet senin vatandaşın olduğum için
beni terörize edebilir mi? Bil ve unutma ki, senin yasalarının üzerinde de bir
yasa vardır ve sen nasıl bizim kaderimize dokunuşlarda bulunuyorsan, senin de
kaderine dokunuşlarda bulunan bir BİR vardır! Bizler insançocukları olarak
nasıl düşünmekle mükellefsek ve düşünmeden edemiyorsak, birazcıkta sen denesen
düşünmeyi, nasıl olur? Bir düşün bakalım, iyiliğini mi istiyorum, kötülüğünü mü
yahut bendenizin istediğim kadar sen kendi iyiliğini istiyor ve kendini
düşünüyor musun? Eylem yoksa, nutuklar öldürücüdür!