Sayısızsınız,
tarifiniz yapılamaz sayılarla
Habersizsiniz
kendinizden
Sayılarda
değildir güç
Bir
ruh bin gövdeyi yere serebilir
Belki
tek bir söz sallar yeryüzünü
Ağızdan
çıkan söz tükürük gibidir
Kirlidir
ve kirletir
Kalpten
çıkan söz ok gibidir
Temizdir
ve direk kalbe saplanır
Kalp
o sözle paklanır ve aydınlanır
Kalpleri
birbirine bağlar köprü gibi
Ve
dağılmış hakikat o köprüyle toparlanır
Toparlar
dağınık olanları
Azalıyorsunuz
dağılarak
Oysa
çoğalmalısınız toplanarak
Ruhlarınız
tek, farklı da olsa gövdeleriniz
Ama
yabancısınız birbirinize
Körsünüz,
fakat açıverseniz gözünüzü
Görüverseniz
gizlenmek isteyenleri
Gizlenenler
aşikar olunca
Aşikar
olanla sizler kendinizi bulunca
Bulduğunuz
kendinizle gerçek yerinizi alınca
Aldığınız
yerinizde, yerinde olanlarla tanışınca
O
vakit kavuşma vaktidir
Geri
almalısınız sizin olanı
Gerçeğe
dönün yüzünüzü
Gerçeğin
çiğ tanesi soğukluğunu hissedin teninizde
Uyanıp
bir aslan gibi kükreyin
Birleşik
gücünüzle bir avuç güce boyun eğmek yakışmaz insanlık onuruna
İsterseniz
kırabilirsiniz zincirlerinizi
Niye
zincire vuruldunuz ki
İstemeniz
gerekeni istemiyorsunuz
Hayal
gücünüz birleşik gücünüzü doğursun
Birleşik
gücünüz olmaz olanı oldursun
Bir
avuç gücün ellerinde ki küre gibisiniz
Elden
ele dolaşıyorsunuz
Siz
almalısınız avuçlarınıza, sizi avuçlarına alanları
Ve
avuçlarınıza aldıklarınızı bırakıverin boşluğa
Ve
ardından nasılda savrulduklarını, bir hiç olduklarını görün
Ta
ki siz hiçleştiğiniz için hep olduklarını anlayın
Anlamaktır
ki, anahtarıdır kilitli kapıların
KÖPEK
Sen,
insanım diye yeryüzünü kirleten it (((haddizatında ağzımı asla bozmazdım ama
bozmak zorunda kaldım, belki de yanlış yapıyorum, daha güzel bir dille
konuşabilirdim ama ite de it olduğunu bilerek davranmak gerek, hele bu it iki
ayaklı bir itse))), bilmiyorsun ki rüzgâra tüküren kendi yüzüne tükürür. Sen,
hayvan (((ki domuz bile senin yanında pir-ü paktır))) bile olamayacak pislik,
hangi meziyetinle, niteliğinle, kalitenle, liyakatinle yüksek perdeden konuşma
salahiyetini kendinde buluyorsun? Ki, böyle bir durum olsa bile, haddini ve
hududunu bilmelisin. Zira insan dediğin bir seviye üzerinde varolmuştur. Sen,
toprak olmadan ağaç olabileceğini mi sanıyorsun alçak yobaz? Sen, hangi
karanlığa küfredebilir, ışık olabilir, hangi aydınlığa taraf olabilirsin? Sen,
hangi cehaletle savaşabilir, hangi kiri temizleyebilirsin? Sen ki, zaten
karanlık ruhlu, cahil ve paçalarından kir akan bir yaratıksın. Sen, ruh
olmadığı zaman et yığınına dönecek olan gövdenden bihabersin. Sen, hiçbir yere
hiçbir şey katamazsın ama katılmış ve katılmakta olan ne varsa hepsini tek
kalemde silip atarsın. Ama silip atmadan silinip atılmalı ve kendi pisliğinle
baş başa bırakılmalısın. Bilakis, seni bünyede tutmaya devam edenler pislikten
kurtulamazlar. Sen, denizi kirletir, toprağı çölleştirir, ağacı kurutur, insanı
öldürürsün ama her şeyin sebebine tükürmeye yeltenirsin. Kimsin lan sen it oğlu
it? Filhakika, silinip atılacak, hiçbir değeri olmayan sefil bir yaratıksın.
Sen, durduğun yerde durdukça, durdukları yerde olanları da
değersizleştireceksin. Kime yaranmaya çalışıyorsun müptezel, pespaye yaratık?
Köpeğin dudağı değdi diye deniz kirlenir mi sanıyorsun? Bembeyaz, pir-ü pak,
varlığında zerre miskal leke olmadığı halde yine de varlık sahnesine
arındırılarak gönderilmiş ve mevcudiyetin vücuduna sebep olmuş can’a leke
sürmeye mi yeltenirsin? Becerebilir misin sanıyorsun soysuz pislik? Olamadığını
olmadan, olduğunu sandığın şeyi olmuş mu olursun, olabileceğini mi sanırsın
sefil cahil?
EKSTRA:
“”Hicaz’a
(hacca) gidiyorsunuz, Peygamberin huzuruna varıyorsunuz, şeytan taşlıyorsunuz,
dönerken kilolarca hurmalarla, çantalar dolusu tesbihlerle, onlarca
seccadelerle dönüyorsunuz. Peki, Hz. Muhammed’in Ahlakıyla, Hz. Ebubekir’in
bağlılığıyla, Hz. Ömer’in adaletiyle, Hz. Osman’ın hayâsıyla, Hz. Ali’nin
şecaatiyle dönebiliyor musunuz?””
Muhammed İkbal
“”İnsanlar
hile konusunda o kadar ustalaşmışlar ki, şeytanın bu konuda ki şöhreti unutulup
gitmiş.””
Nabi
“”Farz
edelim ki, karşı görüşte bulunanlar görüşlerinde isabet etmemiş olsunlar,
isabetli zannettikleri görüşleri, tam tersine zararlı ve sakınmamız gereken
görüşler olsun. Niçin ikna edici delillerle bunu meydana koyup anlatacak yerde
yalnız şahıslarına düşmanlık ediliyor ve meselenin kendisi bırakılıp
kişilikleri kötüleniyor?!””
Namık Kemal
“”Bir
sürü şerefli insan var, canım, emeklerinin karşılığını alamasalar da, kimseye
boyun eğmeyen, kimseden ekmek istemeyen insanlar var.””
Dostoyevski
“”Sence
halkın ezici çoğunluğu hakikatin ne olduğuna aldırıyor mu? Umurlarında bile
değil! Sadece rahat bırakılmak ve hayal güçlerini besleyecek masallarla
kandırılmak istiyorlar. Peki ya adalet? Şahsi ihtiyaçları karşılandığı sürece
onlar için bu kavramın da zerre kadar önemi yok.””
Vladimir Bartol
“”-
Hey okumuş adam! Neden gençler ölüyor? Neden insanlar ölüyor? Söyle bana.
-
Bilmiyorum.
-
Bütün o kitapların ne işe yarıyor? Sana bunu anlatmıyorlarsa, ne anlatıyorlar?
-
Bana... senin sorduğun tip soruları cevaplayamayan insanların ıstıraplarını
anlatıyorlar.
-
Onların ıstıraplarına tüküreyim..!””
Nikos Kazancakis
“”Ahhh
kadınlar! Masum, mağdur, mazlum ve güzel kadınlar; insan kadınlar, melek
kadınlar, varlığı var eden kadınlar; hayatın supabı, varlığın anlamı kadınlar;
özgürlüğün, barışın, aydınlığın, varoluşun teminatı kadınlar; sevgi çiçeği,
hayat güneşi kadınlar, canavar ruhlu alçak erkeklerin kurbanları kadınlar,
canından can üreten kadınlar, anne kadınlar, anne adayı kadınlar; nasıl olurda
bir hayvana eş, karanlık ruhlu bir barbara güneş olabilirsiniz? Yollarınız
nasıl buluşur canilerle anlayamam bir türlü. Ya siz ey karanlık ruhlu
barbarlar, cani yaratıklar, vahşi hayvanlar, nasıl olurda sevmeyeceğiniz,
üstüne titremeyeceğiniz, örselemekten imtina etmeyeceğiniz, bir çiçek gibi
üstüne titremeyeceğiniz, yaşamak sevincini tattırmayacağınız ve daha iğrenci
onursuzca canına kıyacağınız kadınlara musallat olursunuz ki? Madem yaşatmaktan
acizsiniz, bıraksanız, musallat olmazsanız da yaşasalar olmaz mı?””
Özgür Deniz
“”Kadının
takva ve iffetini işte böyle muhafaza ettik; duvar ve zincirlerle. Bir insana
yaraşır biçimde; düşünce, şuur, eğitim ve bilinç ile değil. Onu eğitilemez,
ehil olamaz, vahşi bir hayvan olarak gördük. Onu engellemenin tek yolunun; onu
kafese tıkmak olduğuna inandık. Kafesin kapısı açık kaldığı vakit kaçacak,
elimizden uçup gidecek sandık. Sanki onun namusu, güneşi gördüğünde yok olan
bir şebnemdi.””
Şehit Doktor Ali Şeriati