Köyünüzde, kasabanızda veya kentinizdeki bir sinemaya gidip film izlemeyeli ne kadar oldu?
Haydi, bir soru daha,
Evinizde veya büronuzda masanızı süsleyen radyodan, bir şarkı, bir haber veya arkası yarın programı dinlemeyeli ne kadar oldu?
Büyükten küçüğe herkesin cep telefonu kullandığı, çocukların tablet bilgisayarla oyun oynadığı, masaüstü, dizüstü bilgisayarların bile hızla modasının geçtiği şu ortamda böyle soruları, yersiz ve zamansız bulacaksınız.
Ama olsun.
Bizlerin çocukluğu ellili, altmışlı yıllardır.
O yıllarda bataryalı, pilli ahşap mobilyalı radyolar, evlerin süsü ve aynı zamanda bir zenginlik göstergesiydi. Evin misafir odası veya salonunda, en dikkat çekecek bir köşede üzerine danteller örtülmüş halde dururdu. Arkasında veya yan tarafında bataryalar ve pil yuvaları olurdu. Radyoların markasına göre bir tarafta açıp kapama, bir tarafta istasyon arama düğmesi bulunurdu. Ayrıca uzun, orta ve kısa dalgaları seçmek için düğmeler ve uzun bir anteni olurdu.
Sabahları radyo yayınları, istiklal marşı ile başlar, gece belli bir saatte yine istiklal marşı ile kapanırdı. Akşamları evin büyükleri, uzak yakın akraba ve komşular ajansları (haberler) dinlemek üzere radyo başında toplaşır, büyük bir ciddiyet ve merak içinde günün haberlerini dinler, sonra da yorumlar yaparlardı. İrili ufaklı çocuklar bu kargaşada bir köşeye sığışmış veya annelerinin dizi dibinde büyüklerin hal ve hareketlerini, konuşmalarını izlerdi.
Masa ve mobilya tipi radyoların dalga düğmesinden söz etmiştik. Radyo istasyonlarının her biri bir dalgadan yayın yapardı. Mesela Ankara Radyosu Uzun Dalgadan dinlenirdi. Antalya Radyosu, Çukurova Radyosu, Kıbrıs’ın Sesi Radyosu, Bayrak Radyosu orta dalgadan, Polis Radyosu, Meteoroloji Radyosu kısa dalgadan dinlenebilirdi.
Yetmişli yıllara gelince, evlerin, işyerlerinin başköşesini çoktan ahşap mobilyalı televizyonlar süslemeye başlamıştı. O yıllarda televizyon yayınları siyah-beyazdı. Bir tek TRT televizyonu izlenirdi. Ama sınır boylarında ve deniz kıyılarında komşu ülkelerin televizyon yayınları da alınabilirdi. Anamur’da Bozyazı’da Kıbrıs televizyonun yayınları çok net ve kaliteli izlenebilirdi.
Daha o yıllarda, televizyon halkın tek eğlence ve vakit geçirme aracı haline gelmiş, radyolar çoktan tozlu bir köşeye atılmışlardı. Mesela televizyonda yerli sanatçıların eğlence programları ve haftada bir yerli film saati olurdu. Bu saatlerde uzak yakın komşular televizyon başında toplanırdı. O zamanlarda nedense devletin televizyonunda yabancı dizi ve filmler sıkça yayınlanır, bazı şarkıcı ve türkücüler ekrana çıkarılmazdı.
Ama doksanlı yıllarda bu dayatma ve büyü bozuldu. TRT’nin yanında özel radyo ve televizyon kanalları yayın yapmaya başladı. Yayınlar gece gündüz sürekli hale geldi. Açılışta ve kapanışta okunan istiklal marşı kayıplara karıştı. Özel radyo ve televizyonlarla ciddiyetsizlik, kalitesizlik, “her şey para için” anlayışı hâkimdi. Bir süre sonra aynı hastalık devletin radyo ve televizyonlarına da sıçradı. Evlerdeki televizyonlar sabahtan gece yarılarına hep açık kaldı. Yayınlanan ne varsa küçükten büyüğe herkes izledi. Ülke genelinde radyo ve televizyonların sayısının hızla artması pek çok şeyin bozulmasına neden oldu. Aile yapımız, toplumsal hayatımız değişti. Üreten insan yapısından tüketen bir topluma dönüştük.
Hatırlayacaksınız yetmişli, seksenli yıllara kadar en küçük kasabalarda, hatta köylerde sinemalar vardı. Mesela altmışlı, yetmişli yıllarda küçük bir kasaba olan Bozyazı’da sinema vardı. Yine o yıllarda Anamur’da birden çok sinema salonu her akşam dolup boşalırdı. Hatta köylerden sinemaya gitmek isteyenler için dolmuşlar kalkardı. Bozyazı’dan Anamur’a sinemaya gitmek için yürüyerek gelenler olurdu.
Şehrin önemli noktalarında, sinemaların afiş panoları bulunurdu. Sinemacılar bir araca yerleştirdikleri iki taraflı panoya, oynayacak filmin afişleri yapıştırır, hoparlör ile cadde ve sokakları dolaşır, müşteri toplamaya çalışırdı.
Yazlık veya kışlık sinemalar halkın eğlencesi, hoşça vakit geçirdiği yerlerdi. Hele yazlık sinemada film izlemenin ayrı bir zevki olurdu. Çekirdekler çıtlatılır, patlamış mısır yenir, aralarda soğuk gazozlar içilirdi. Hele kışlık sinemalarda localar masum kaçamaklar ve ilk aşklar, arkadaşlıklar için bulunmaz bir fırsattı. Film sonrası bitmek bilmeyen muhabbet ve sohbetlerin ardı arkası gelmezdi.
O zaman, genç yaşlı her birimizin gönlünde taht kuran erkek veya kadın sanatçı vardı. Gençler Yılmaz Güney gibi, Cüneyt Arkın gibi olmak isterlerdi. Kızlarımızın her biri Fatma Girik, Türkan Şoray veya Belgin Doruktu, Hülya Koçyiğit, Filiz Akındı.
Bir süredir belediyeler, halkı sinemayla buluşturmaya, eski günleri yaşatmaya çalışıyorlar. Bence iyi de yapıyorlar. Bu kapsamda, bir süredir Anamur Belediyesi Dragon Parkında (Rauf Denktaş) halka ücretsiz sinema gösterileri sunuyor. Akşam saat dokuz ile onbir arasında bir nostalji yaşatılıyor.
Benzeri çalışmaların Mersin’in diğer ilçelerinde de başlatıldığını haber alıyoruz. Keşke bu güzel uygulama, beli bir dönem, belli bir yerde değil kentin tamamında yapılabilseydi. Nasıl ramazan ayı boyunca mahallelerde iftar sofraları kuruluyor ve yüzlerce kişinin yararlanması sağlanıyorsa, sinema, tiyatro gösterileri de yapılabilir. İnanın zor bir şey değil. Karşıya bir beyaz perde yerleştiriyor, önüne sandalyeleri sıralıyorsun o kadar. Sinema makinesine bile gerek yok. Bir bilgisayar ve projeksiyon cihazı bu işi görür. Hatta misafirlere ayçiçeği, kabak çekirdeği, kavrulmuş fıstık, patlamış mısır da ikram edilebilir.
Ama gösterilecek filmin iyi seçilmiş olması lazım. Bu arada Anamur Belediyesi tarafından geçtiğimiz dönem Ören Toki Konutları Kültür Merkezinde faaliyete geçen sinema gösterimlerini de yerinde bulduğumuzu ifade edelim. Vizyona yeni giren bazı güzel filmlerin bile büyük kentlerde olduğu gibi gösterime girmesi çok güzel. Ama halkın daha çok sinemaya gidebilmesi için ulaşımın kolaylaşması lazım. Bu kadar anlattıktan sonra bir yazlık sinemaya gidilir ve bu film izlenir.