İSTEDİK Mİ?...

Özgür DENİZ - 14.09.2019

Cehenneme döndürdük lan dünyayı ve bir zebani oldu insan denilen yaratık. Nere gidiyor bu insanlık görün artık. Ruhu fırlatıp attık, basit bir görüntüden ibarettir artık insanlık. Çırılçıplak kaldık! Geçelim! Biz neyi istedik ki, istedikte ulaşamadığımız ne oldu ki? Kimse kusura bakmasın böyle bir şey olmadı, olmuyor, görülüyor ki olmayacak. Ne bu ülkeyi bir milim ilerletmek ne de bu toplumu düzeltmek gibi bir derdimiz hiçbir zaman olmadı. Tükürürüm suratınıza ve suratsızlığınızdan akan rezil yalanlarınıza! Birgün yiyemeyeceğimiz çok şey kazandık, ama kazandıracak her şeyi kaybettik. Bizim tek derdimiz oldu her zaman; kazanmak, hükmetmek, yok etmek. Hiçbir şey oldurmayanlar sevilmek isteniyorlar, nasıl sevelim, niye sevelim? Verecek bir şeyimiz kalmadı! Sevilecek kim var, varsa kim o? O kim nerede? Tek bir kez bile olsa sevgi hissi uyandı mı içinizde bize karşı? Ki, bizim, insan olmak gibi bir derdimiz olmadı ki, böyle dertlerimiz olsun! Biz hiçbir zaman samimi ve namuslu olmadık ki. Biz hep riyakâr, sahtekâr, korkak, dalkavuk, namussuz olduk. Büyüdük, hayatın içine girdik, hayatı tanıdık, farkettik çarkın nasıl döndüğünü, insanı tanıdık, insandık ve tanıdıkça insanı bozulduk, bozuldukça bozduk, kirlendik ve temizlenmek gibi derdimiz olmadı, çünkü kirli kaldıkça yürüyebiliyor, çarkımızı döndürebiliyorduk ve kazanıyorduk, kirlendikçe yükseliyor, güçleniyor, yüksekliğimiz ve gücümüz düzeyinde üstün insan sayılıyorduk. Anladık ki bir şeyleri ele geçirince, başka şeyleri de elde edebiliyorduk. Elde ettiğimiz ne oldu? Elimizden kalan ne var? Bir koltuk kapmak için vardık artık biz. Kaptığımız koltuğu korumak için yaşıyor, daha üstünü ele geçirmeye çalışıyorduk. Ya sustuk ya yalan söyledik ya da dalkavukluk ettik! Ve bu böylece devam etti gitti; kapmak korumak, kapmak korumak… Bu meyanda insanların ne hallere düştükleri, nasıl yaşadıkları, nasıl doydukları, gülüp gülmedikleri hiçbir şekilde umurumuzda olmadı. Ne gariptir ki, kimselerin umurlarında olmayanlar, kendilerini umursamayanları umursadılar ve önlerinde eğildiler! Yani her taraf bozuktu, çürüktü, işe yaramazdı. İsteyen kimse yoktu, zaten kimse de ne isteyeceğini bilmiyordu! Böyle olduk, böyle yaşadık, böyle yaşıyoruz, görülüyor ki böyle de yaşayıp gidiyoruz. Böyle yaşadığımızı hissede hissede, göre göre, bile bile, duya duya, böyle yaşamıyormuşuz gibi davrandık. Namuslu olmayı sadece öz anlamıyla anladık. Hiçbir zaman samimiyetsiz, sahtekâr, riyakâr, korkak, dalkavuk olmanın da diğer anlamıyla namussuz olmak olduğunu anlayamadık. Belki de anladık ama umursamadık, işimize öyle geliyordu. Hatta öz anlamıyla namuslu olsak bile diğer anlamda namussuzsak, öz anlamıyla namuslu olmanın da anlamı kalmayacağını anlayamadık. Çocuklar sevgiyle büyüsünler istedik mi hiç, istediysek yaptığımız ne oldu bunun için? Ne zaman insanca savaştık, ne zaman sevdik insanca? Ne zaman bir kez bile insanca, onurluca, korkusuzca, kaybedeceğimizi bile bile konuşmayı denedik? Biz savaşmayı da, sevmeyi de öğrenemedik, bilemedik. Hilesiz, hurdasız, kumpassız, tezgâhsız bir hayatımız olmadı bizim. Marifet bildik böyle yaşamayı. Çıkarımız adına savaşmaya adandık. Bir insana, önyargısız, önkoşulsuz, bizden olmadığını bile bile ne zaman elimizi uzattık bir merhaba için? Ve ne zaman tanımadığımız biriyle soluksuz muhabbete dalıp gittik, kim olduğumuzu, kimle konuştuğumuzu unuturcasına, umursamazcasına? Yaşarken aldatmayı sevdik biz ve aldatırken okşamayı ve okşanırken uyumayı sevdik. Biz taş kafalılığı sevdik haddizatında ve ölü gibi yaşamayı yani yaşadığımızı sanmayı ama yaşamamayı. Aldattıklarımızın haklarıyla hayatın tadını çıkarmaya çalıştık, nasıl bir tat aldıysak! Biz savaş naralarıyla yaşadık, savaş tamtamları çaldık, kılıçlarımızı bileyledik durmadan. Biz öldürmeye alıştık. Ölüleri bile öldürdük! Oysa ne güzel gülerlerdi değil mi çocuklar, o tertemiz dünyaları bombalarla karanlığa gömülmese, o küçücük bedenlerindeki canları adressiz bir kurşunla ölüme mahkûm edilmese? Hesapsız, çıkarsız, masum ve onurlu gülerlerdi değil mi? Gülerken can verirlerdi bizlere, tat katarlardı hayata. Biz paylaşmak istedik mi bir dilim ekmeği, doğan günü? Biz, herkese doğan günü, bizim için doğuyor sandık ve başkası doğan güne uyanmasın istedik. Kinle büyüdük, kinle besledik çocukları, kine buladık hayatı, gülemedik bir kez bile olsa. Güldürecek kadınları öldürdük! Nasıl gülebilirdik, bağrımız da kin taşırken insana? Biz acıdık mı ağaçlara, sularda yüzen balıklara, havada uçan kuşlara, kırlarda ki çiçeklere böceklere, mülk üzerinde karnına taş bağlayan açlara? Biz istemedik ki, her şey güzel olsun, çocuklar gülsün, dünya cennet olsun. Çünkü biz hep cehennemden kazandık, biz başkaları ağlarken gülmeyi sevdik, biz öldürürken yaşamaya âşık olan cellatlardık. Sevsinler diye korkuttuk, korkuttuğumuzda sevileceğimizi sandık. Biz kaybettirirken kazanmayı sevdik. Parayla, döneklikle, eğilmekle, köpeklikle soylu olmaya çalışan zevahirde insan batında hayvanlardık. Biz güzel bir şey istemedik ki hiç, biz hep kötü olduk ve kötülüğe boğduk dünyayı, dünya hep kötü kalsın, insanlar kötüler önünde eğilsin istedik. Biz, dünyayı güzelleştirip yaşanılacak yer kılmayı, insanca yaşamayı istemedik ki. Hilesiz, hurdasız, umarsız, hesapsız yaşadığımız zamanlar oldu mu hiç? Alınteri akıttık, toprağı terimizle, kanımızla, yaşımızla kokuttuk mu hiç? Sevdik mi insanları öylesine doğal, öylesine masum, öylesine özgür… Oysa kinleri biriktirmesek, sevgiler çoğalırdı kalbimizin hayat kokan toprağında. Kılıçlarımızı bilemesek ne güzel gülümserdik, kardeşçe, birbirimize değil mi? Paylaşarak çoğalardı oysa insan, toplayarak, biriktirerek ve kendinde çoğaltarak değil. Kendimize küstürmediğimiz ne kaldı şu masivada? Her şeyin kötü olduğunu biliyormuş gibiydik ama kul ve köle olmanın, boyun eğmenin kötü olan her şeyden daha kötü olduğunu bilemedik, anlayamadık. Geceyi kefen yapıp örttük üzerimize, gündüz biriktirdiğimiz masiyetlerimizi, pisliklerimizi görmeyelim diye. Oltaya takılmış balıklar gibi çaresiz hissettik kendimizi, suçluluğumuzu masum gösterelim diye. Acının ve tedirginliğin kıskacında kâbusları yaşadık her zaman. Her şeyi biliyoruz sandıkta, hiçbir şeyin bildiğimiz gibi olmadığını anlayamadık. Böyle yaşadık, böyle yaşıyoruz, ne yaşamayı istedik ne de istediğimizi almak için savaşmayı. Belki birgün sorarız, sorgularız, öğreniriz, biliriz, anlarız, konuşuruz, umalım ki o gün son nefesimizi vermekte olduğumuz gün olmasın. Bir gün bu dünya güzel olacak inanıyorum. Sorulmadık soru, sorgulanmadık suçlu, görülmedik hesap kalmayacak biliyorum. O yüzden konuşuyorum. Yaratılan cehennemde yanmak istemiyorum. Cehennem ateşini söndürmek için ne yaptınız diye soruyorum. Bitirdik, tükettik, öldürdük, yok ettik lan her şeyi! Şimdi ilk taşı kim atacak, ilk sözü hangi dil konuşacak? İnsan düşmüş, insanlık çiğneniyor, hayat yanıyor, hissetmiyor, anlamıyor, farketmiyor musunuz lan sefiller, caniler, namussuzlar, ahlaksızlar, zalimler, şerefsizler, kan emici sömürgenler? Son tahlilde; isteseydik ama gerçekten isteseydik, tüm yüreğimizle isteseydik, istediklerimizin olmaması için hiçbir sebep yoktu. Kim suçlu? Suçsuz kim?

Tarih: 14.09.2019 Okunma: 876

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?