Ormanda dolanırken bir parça et görür tilki, yanaşır ve
yemeye niyetlenmişken etin etrafında bir tuzak olduğunu hisseder, bakar ki bir
bomba yerleştirilmiş, uzak bir yere çekilir ve beklemeye başlar, etin kokusu
vardır burnunda. Öylece eti gözlerken, bir aslanın yanaştığını görür, aslan
tilkiye yanaşır ve hayırdır der, eti beklediğini söyler tilki, aslan niye gidip
yemiyorsun der, tilki oruç olduğunu söyler ama aslan; ben bekleyemem der ve
hesapsız umarsız etin yanına yanaşır ve tam ete dişlerini geçireceğinde bir
anda patlar bomba ve ağır yaralanır aslan, tilki usulca yaklaşır ve aslanın
ağır yaralı halde yattığını görür ve hemen ete saldırır, aslan hayırdır sen
oruç değil miydin der, tilki gülümseyerek top patladı ya der.
İşte bizim hikâyemiz de böyledir; başkalarının
kaybetmelerinden kazanıyoruz, başkalarının ölümlerinden kazanıyoruz,
başkalarının terleri- yaşları- kanları ve emekleri üzerinden kazanıyoruz,
başkalarının haklarına çökerek kazanıyoruz, başkalarının hayatı tehlikede mi
diye düşünmüyoruz, gördüğümüz tehlikeyi haber vermiyoruz, biriktirerek
kazanıyoruz, kötülüğü ve suçları çoğaltarak kazanıyoruz, insanları suça
bulaştırarak kazanıyoruz, iyileri ve iyilikleri kirli niyetlerimize kurban
ediyoruz, zaten başkalarının hayatları tehlikede olsun ki bizim hayatımız
garanti olsun diyoruz. Yaşamayı başkalarının ölümünde görüyoruz. Gücümüzü,
servetimizi, silahımızı başka hayatları çalmak üzerine kullanıyoruz. Allah
belanızı versin ey servet ve güç sahibi köpekler. Ne hayatları çaldınız şu fani
dünyada, ne sevgileri ve sevenleri öldürdünüz. Gücünüzde, servetiniz de yerin
dibine batsın. İnsanlığı ne hale getirdiniz, iyileri ve iyiliği hiç acımadan
öldürdünüz. Sevgiyi nefrete kurban verdiniz. Herkes birbirine düşman olsun,
aynı sofraya oturamasın ki en büyük biz olalım ve en büyük payı biz alalım
istediniz. Yazıklar olsun ki bize, biz öyle alçak ve aşağılık mahluklar olduk
ki, başkalarının kederi bizim sevincimiz olabiliyor. Başkalarının başına gelen
belalardan, acılardan gizli bir zevk alıyoruz. Suçladığımız insanlar ya
suçsuzlarsa diye bir an bile tereddüt etmeden yargılayıp hüküm verebiliyoruz.
İnsanlar birbirini sevecekler diye, elleri birleşecek insanların diye, aynı
masada buluşacaklar insanlar diye öyle korkuyoruz ki, böylesi bir güzelliği
daha doğmadan boğuyoruz. İnsanlar birbirleriyle asla konuşmasın ama sürekli
dövüşsünler istiyoruz. Sürekli düşmanlar üretip, işte bu sizin düşmanınız
diyoruz insanlara ve birbirlerinden kaçmalarını, birbirlerini vurmalarını
sağlıyoruz. Çünkü ayrılıktan, düşmanlıktan, dağılmaktan ve kandan kazanıyoruz.
Sezdirmeden, insanları birbirlerine öyle bir kinlendiriyoruz ki, bitmeyecek
düşmanlıklar ve kavgalar üretiyoruz. Sevgi daha çiçeklenmeden eziyoruz. Çok zıt
taraflarda da bulunsalar insanlar, bir an bir araya gelipte oturabilirler,
konuşabilirler diye ödümüz patlıyor. Oysa kime ne benim kiminle oturduğum, kime
ne kimin elini sıktığım, kime ne kiminle aynı sofrada, aynı masada buluştuğum.
Ben gövdelere değil yüreklere bakarım. Her insanın benim kardeşim olduğunu
bilirim. Ama birilerine batıyor işte. Çünkü kaybetmekten korkuyorlar. İnsanlar
da bunu bir türlü fark ve idrak edemiyorlar ve gidip kendilerini kendilerine
düşman edenlerin tuzaklarına düşüyorlar, karanlık efendilere hadim oluyorlar.
Ey insanlar! Korkmayın birbirinizden, ne kadar da farklı olsanızda
birbirinizden birlikte oturmaktan korkmayın aynı sofraya ve aynı masaya.
Hesapsız, umarsız paylaşın duygularınızı ve düşüncelerinizi. Ve bırakın herkes
kendisi olsun orada. Saygı duyun, sevgi dağıtın birbirimize. Kırın çarklarını
sizi aldatan, sömüren, ezen pezevenklerin. Yoksa hep öleceksiniz!