Bu dünyayı dip derinliğine değin çözümlediğiniz zaman
kendinizden başka hiçbir şey göremezsiniz. Gördüğünüzü sanırsınız! Devasa bir
dünyada, sayısız görüngüler ortasında, zevahirde sahip oluşluk düşleminde
gibisinizdir ama yapayalnızsınızdır. Katı, sert ve müşahhasmış gibi anladığınız
ve duyumsadığınız hayatın zincirleriyle bağlandığınız, böyle bir hayatın size
dokunuyormuş gibi olduğunu farz ettiğiniz için yaşadıklarınızın gerçek olduğuna
inanmaktasınızdır. Ürpertici bir uğultu hissedersiniz, bir çiçeği titreten
soğuğun karşısında bir çiçek gibi üşürsünüz, çaresiz bir yaprak gibi
savrulursunuz, kıstırılmışsınız gibi hissedersiniz, sonsuzluğunuzda soluğunuz
kesilmiş gibi olur, ne olduğunu bilemezsiniz, dinledikleriniz hikâyeden
ibarettir, gördükleriniz zaten yoktur, yaşadığınız, yaşamakta olduğunuz,
yaşayacağınız her şey boştur, aldatmadır. Sahiplikler bir varsayımdan
ibarettir. Haddizatında ait olmadığınız bir yerde bulunduğunuzu, olduğunuz yere
fırlatılıp atılmışsınız gibi olduğunuzu düşünürsünüz. Çok olduğunuzu, size
benzeyenlerin içinde bulunduğunuzu, benzerlerinize yapışık olduğunuzu
düşünürsünüz ama bir bakmışsınız düşmüşsünüz. Yer diye bir şey yok altınızda! Tarif
edilemeyen bir boşluk içindeymişsiniz… O vakit algılar ve anlarsınız ama zaman dediğiniz
şey tükenmiştir. Münhasıran kendiniz varsınız, kendinizle baş başasınız,
ödülünüz de kendinizsiniz, cezanızda kendiniz. Belki de kendiniz de yoksunuzdur
ama varmışsınız gibi hissetmektesinizdir. Fakat hissediyormuş gibi olduğunuz
kendinizin varlığınızın varsayımında bu yüzden kendiniz olmanız, kendinizi
tanımanız, kendinizi yaşamanız, kendinize ihanet etmemeniz iktiza eder. Çünkü
bir gün ihanet ettiğiniz gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalacaksınız ve o gün gerçekler
suratınıza çarpılacaktır. Çok feci şekilde! Aldatmak kötü, aldatılmak acıdır!
Biri ihanettir, diğeri nefreti doğurur ve nefretin ihanete vuruşu çok ağır olur,
tüm vuruşlarınız boşta kalmıştır. Zaman garip bir şeydir filhakika. Mücerret,
mutlak olarak bir kalıba sokulamayan, herhangi bir şekle sahip olmayan bir
şeydir. Bizler onu ancak yaşamakta olduğumuzu varsaydığımız mukayyet ömrümüzle
müşahhaslaştırabilmekteyiz ve tükettiğimiz günlerle, verdiğimiz ve aldığımız hayali
yaşımızla algılayıp, anlamlandırabilmekteyiz. Ama reel anlamda zaman dediğimiz
şey kimileri için ilaç mahiyetinde olabildiği gibi kimileri için ceza, azap,
acı mahiyetinde de olabilmektedir. Çünkü zaman dediğimiz şey ne kadar bir nehir
gibi akıp gitse de, geride bir tortu bırakıyor istesekte, istemesekte. En
mücerret haliyle tükettiğimiz, tüketmekte olduğumuz, tüketeceğimiz günler
olarak biliriz biz zamanı yahut öyle varsayarız. Ve bildiğimiz zamanların
mahkûmu oluruz. Zaman bizi sömürür mütemadiyen! Bir de dünya realitesi
bağlamında muhtelif zaman dilimleri vardır basit algımızla algıladığımız
haliyle. Bu zaman dilimleri insan olmaklığımız bağlamında büyük öneme haizdir. Bu
dünyada muayyen dört zaman dilimi çok önemlidir ve insan bu dört zaman dilimini
dikkate alarak yaşamalıdır, bu zaman dilimlerinde insanca kalmak uğrunda
savaşmalıdır. Madem yaşadığını varsaymaktadır ve yaşıyormuş gibi
duyumsamaktadır, öyleyse bu dört zaman dilimine zincirlidir. Dikkate
almayabilirsiniz de elbette ama bu dört zaman dilimi sizi fazlasıyla dikkate
alacaktır ve hiç kuşku yok ki dünya realitesi dediğimiz olgu ve olay bağlamında
mutlak adil olacaktır, elbette bu adil oluş kuşkusuz acımasız, insafsız,
merhametsiz ama hakça yargılama şeklinde tecelli edecektir. Bu zaman dilimleri
gerçek-saf duyguların ve düşünlerin apaçık şekilde tezahür ettiği zaman
dilimleridir. Dilediğimizce yaşamlarımıza hakça indirilecek darbelerin
anlarıdır. Normal zamanlarda, gerçek-saf duyguların ve düşünlerin ortaya
konması hem insanca yaşamı hem de birlikte yaşamı imkânsız kılar (((imkânsız
kılmaz, kılmaması icap eder ama insanlık henüz o kerteye ulaşmış durumda değildir,
çünkü insan ahmaktır, böndür, taş kafalıdır, zaten böyle olmasaydı kendisine
dokunduğunu hissettiği ve yaşadığını varsaydığı ve varolduğuna inandığı dünyada
devrim yapardı))), bu kadim bir tespittir ve sizin elinizde olmayan bir şeydir,
dünya dediğimiz şeyin özüdür (((realiteye göre))). Mezkûr zaman dilimleri:
ayrılık zamanı, kopuş zamanı, düşüş zamanı ve ölüm zamanıdır. Ayrılık zamanı;
bir yerde üstteyseniz yahut malik olduğunuz bir gücünüz, servetiniz varsa ya
sizin bulunduğunuz yerden ayrılıp gittiğiniz, ya servetinizin ve gücünüzün
tükendiği ya da altta olanın ayrılıp gittiği yahut sizden daha fazla servete ve
güce malik olduğu zamandır. Kopuş zamanı; her şeyden elinizi eteğinizi
çektiğiniz, her şeyi yapacak gücünüzü tükettiğiniz, başkalarına muhtaç ve
mahkûm hale geldiğiniz, hem eşitlerinizden hem de eşit olmadıklarınızdan kopup
kendi dünyanıza döndüğünüz, dışa dönük ihtiyaçlarınızın anlamsız kaldığı
zamandır. Düşüş zamanı; bulunduğunuz yeri kaybettiğiniz, hükmettikleriniz
nazarında ve karşısında sefilleştiğiniz, eziyet ettiklerinizin eline düştüğünüz
zamandır. Ölüm zamanı; dünya ile tüm bağlantılarınızın sonsuza kadar kesildiği
zamandır. İşte herkesin, ne olduğu, kim olduğu, karakteri, varolduğuna
inandığı, yaşadığını varsaydığı varlık âlemindeki gerçek yerinin ne olduğu bu
zamanlar da net bir şekilde tezahür eder. Ya lanetlenirsiniz ya da şerefle yâd
edilirsiniz: tercihinizi siz yapacaksınız, kaderinizi siz tayin edeceksiniz,
ödülünüzü ya da cezanızı siz belirleyeceksiniz. Böyle bir vakit geldiğinde
yahut böyle bir fırsat ele geçtiğinde hakkınızda söz edenleri asla
suçlayamazsınız, suçlayamayacaksınız. Çünkü tüm insanlığın tanıklık yapacağı
sanık sandalyesine oturtulacaksınız. Çünkü kendi yazdığınız hikâyenizi
okuyacaksınız ya da size okunacak olan; kendi eylemlerinizle, söylemlerinizle
yazdığınız hikâyeniz olacak. Yaptığınız iyilikler varsa alkışlanacak,
yaptığınız zulümler ortaya dökülünce taşlanacaksınız. Ya utanç içinde
kalacaksınız ya da onurlu bir şekilde kaldığınız yerden devam edeceksiniz. Bunu
unutmayacaksınız, bilecek, anlayacak ve buna göre yaşayacaksınız, insanca
varolmak istiyorsanız. Bitmeyen bir varoluş kavgasının tam göbeğindesiniz. Ya
insan gibi varolacak, yaşayacak ve öleceksiniz (((ki, mutlaka öleceksiniz,
keşke bir çaresi olsaydı ama güç sahibi de olarak yani dimdik ayakta
durabilecek yetkinliğe malik olarak yaşamak kaydıyla))) ya da insan görünümünde
ama hayvanlaşmış bir yaratık gibi geberip gideceksiniz, yüzünüze tükürülecek,
belki mezarınız bile olmayacak. İnsanlığın kovduğu gibi toprakta dışarı atacak!
İNSANCA YAŞAMAK...
Özgür DENİZ - 10.11.2019
Tarih: 10.11.2019
Okunma: 463
YORUMLAR
Yorumunuzu ekleyin.