Anı yaşayan, ana mahkûm olan, hiçbir
değer ve ideal taşımayan insan için artık ne dün, ne bugün, ne de yarın önem
taşımaktadır. O sadece akşamdan sabaha çıkabilmek, sabahtan akşama ulaşabilmek ve
karnı doyduysa yan gelip yatabilmek düşüncesindedir. Yaşıyorsa karlı
saymaktadır kendisini. Tüm insanlık ölse bile umurunda değildir, kendisi
yaşıyorsa, insanlığın ölmesinin ne önemi olabilir ki? Ölen, ölmesi gerektiği
için ölüyordur ve kaderdir! Sebebi ise düşünülmeye değmeyecek kadar tali bir
meseledir. Bu yüzden de gidişata ayak uydurmaya, adımlarını ona göre atmaya
çalışmaktan başka hiçbir şey yapmamaktadır. Kendisini mahrum hisseden insan, mahrum
kaldıklarına erişebilmek için hayatta kalmak mücadelesi vermekten başka hiçbir
şey düşünmemektedir. Nelerden mahrum olduğunu, niye mahrum olduğunu
sorgulamaktan da korkmaktadır ama. Bir şeyin niye olduğu, olan şeye kimin sebep
olduğu onu hiç mi hiç ilgilendirmemektedir. Çünkü o münhasıran hayatta kalmak
ve hayatta olduğu her anın tadını çıkarmak için burada olduğuna inanmıştır. İnsanların
nasıl yaşadığı, hangi şartlarda yaşadığı, hangi acılara duçar kaldığı, acılar
karşısında nasıl naçar kaldığı umurunda bile değildir. Çürüyen insan düşünmez,
hissetmez, anlamaz, öfkelenmez, isyan etmez. O sadece susar! İnsanın olmadığı
yerde susku vardır çünkü. Her şey kadere hamledilir ve sorumluluktan
kurtulunduğu sanılır. Kim neredeyse, ne haldeyse hak ettiği için oradadır,
öyledir. Koşulların gücüne boyun eğiştir bunun adı. Yorumlamaktan zevk alırız
ama değişmekten, değiştirmekten korkarız. Fakat bilmeyiz ki söz eyleme
dönüşmedikçe hiçbir şey ifade etmez ve hayat özü itibariyle sözden öte
eylemdir. Çünkü insanı da, dünyayı da, koşulları da değiştiren şey eylemin ta
kendisidir. Varolmanın tohumu da eylemdir. Bugün insanlar ölüme terkedilmişse,
ölümlerden zere hicap duyulmuyorsa, her şey kadere hamlediliyorsa, ölümleri
bile ranta çevirmenin derdindeyse ve kenara çekilip izliyorsa insan olan biten
her şeyi ve sızlayan bir yürekten mahrumsa, çürümenin en bariz göstergesidir
bu.
Yanılgıların tutsağı olmak, her
söylenene ve gösterilene inanmak, benden diye önüne gelene aldanmak, yalanı
hakikate tercih etmek, madde peşinde koşturmak ve ömrünü kandırılmış biri
olarak tamamlamak; maalesef, insanların yaşamı böylesi bir kıskaçta geçip
gidiyor. Gerçeği ne söyleyen var ne de inanan var gerçeğe. Ki, gerçekten,
dehşetli derecede korkuluyor. Bu yüzden de tüm canlılar içinde, münhasıran
insan, sürekli tiksinti uyandıran biri olarak ön plana çıkıyor. Çünkü her şey
insanda başlıyor ve insanda bitiyor, zira insan varlık âleminde tüm şeyler
muvacehesinde özne konumundadır. Bugün çürüme devasa boyuttadır ve her
taraftadır. Hem de tiksindirici derecede bir çürüme vardır. Ahlak
sıfırlanmıştır, değerler değersizleşmiştir, hakikat ölmüştür, nihayet insan
düşmüştür. Her şeyin yerle yeksan olması ve yeniden yaratılması gerekiyor ki
düze çıkmak belki kabil olabilsin. Bugün İslamcılar çürümüştür, Kemalistler
çürümüştür, Milliyetçiler çürümüştür, Solcular çürümüştür, cemaatler çürümüştür.
Her türlü olgu ve değer, insanı sömürmek uğrunda namussuzca kullanılmakta ve
suiistimal edilmektedir. Çünkü hepsi gerçeklerden korkmaktadırlar. Hepsi kendi
kitlelerini aldatmaktadırlar, münhasıran dünya menfaatleri ve nimetleri uğruna
hayâsızca aldatmaktan zerre imtina etmemektedirler. Saf ve berrak hakikati
hiçbir endişe taşımadan, hiçbir sorun yaşamadan olabildiğince doğallıkla ifade
edebilen yoktur. İfade edenlere ise cehennem yaşatılacağı malum olduğu için
hakikat adeta fanus içerisinde boğulmaktadır. Hatta kendilerinden biri olsa
bile birisi ve yine kendilerine ait bir hakikati ortaya koyacak olsa acımasızca
mahkûm etmektedirler yani hepsi kendi evlatlarını yemekten imtina
etmemektedirler. Ki, kitlelerinde bu tür yaşama hiçte itirazları olmamaktadır.
Başkalarının söyledikleri hakikatlere, kendilerinden olanların söyledikleri yalanları
tercih edebilmektedirler, sırf yalan söyleyen kendilerinden diye. Hepsi kurgulanmış
insan istemektedirler, insanlarda kurgulanmayı tolere edebilmektedirler. Zira
sürüp gelen ve sürüp giden düzene uyum sağlamışlar, alışmışlardır. Değişimden
ödleri patlamaktadır. Sürekli konuşmaktadırlar ama değiştirmeye gelince itiraz
sesleri yükselmektedir. Çünkü herkes yerinden memnundur, memnun değilmiş gibi
görünmektedir, konuşmaktadır ama bunu münhasıran peşlerinde ki kitleleri
uyutmak için yaptıkları gayet aşikârdır. Oturup konuşmaktan, gerçekleri tüm
boyutlarıyla saygı çerçevesinde korkusuzca tartışmaktan, canlarını acıtsa da
bildikleri doğruların yalan çıkmasından kaçmaktadırlar. Çünkü kendilerini bile
bilmemektedirler ama bildiklerini sanmaktadırlar.