Allah’ı yanlış biliyoruz. Bu yüzden de yanlış yaşıyoruz. Allah’a
karşı, bir nevi kendimize karşı dürüst ve samimi değiliz, sahtekârız, müraiyiz,
münafığız. Öyle ya Allah’ın ruhundan ruh taşımıyor muyuz? Biz Allah’ı şöyle
biliyoruz; biz kendimize Allah’ın kuluyuz dediğimizde, yalan yanlış bir şekilde
ibadet yaptığımızda (((ki, ibadeti bile bilmiyoruz))), aklı önemsemediğimizde, münhasıran
dua ederek (((ki, yapılan duanın bile dua olduğu şüphelidir, çünkü nasıl bir kalple,
hissiyatla, bilinçle, yakarışla yaptığımız muammadır, zira dua sonucunda ki
eylemlerimiz duamızın kuvvetini, enerjisini gösterir, ki dua münhasıran dille
de yapılmaz, misal; gavur dediklerimizin, akıllarını kullanarak ve bilmin tüm yönetmelerini
seferber edip tahkikat yaparak tabiatın gizemlerini çözmeye çalışmaları ya da
herhangi bir hastalığın aşısını bulmak için mücadele vermeleri de bir duadır ve
Allah, o gavurlar kendisine isyan ediyor diye dualarını karşılıksız bırakmaz)))
Allah’ın bizi gelip kurtaracağını sanıyoruz, tabir caizse yan gelip yatarak ve
her türlü kötülüğü işleyerek, işlenen kötülüklere sessiz kalarak ya da
menfaatimiz mucibince kötülüklere müzahir olarak (((namaz insanın kötülük
yapmasını engeller ama takkeyi takıp, eğilip kalkıp, eğilip kalkıp, yapacağımız
her türlü kötülükten sorumsuz kalacağımızı sanıyoruz, yalan mı? Namaz
kılıyoruz, ahlaksızlık yapıyoruz, sonra da namaz kılmayanları telin ediyoruz)))
veyahut işlenen her türlü kötülük muvacehesinde çendan bir uyarı vazifemizi
bile ifa etmeyerek kurtulacağımızı varsayıyoruz. Oysa Allah bişey yapmaz ki,
Allah yapacağını yapmış, vereceğini vermiş, bundan sonrası senin işin artık. Bir
yoksula iyiliği Allah mı yapacak sen mi? Bir aça ekmeği Allah’mı verecek, sen
mi? Başkasına selamı Allah’mı verecek sen mi? Aşıyı Allah mı bulacak sen mi?
Adaleti Allah mı sağlayacak sen mi? Allah yapacaksa, verecekse niye şöyle
buyurmuş; yoksul ve aç kuluma sor, senden memnunsa Ben’de senden memnumumdur. Allah’ı
hoşnut etmek, kullarını hoşnut etmekten geçmez mi ya da neyden geçer, ne
yapacağız? Ruy-i zeminden zulmü Allah’mı ref edecek, Allah’ın verdiği yetileri,
güçleri, vasıfları istimal ederek insanlar mı? Allah, zalimin kim olduğuna
bakarak zalime eyvallah edilmesini istemez ve edenin de gereken cezayı
göreceğini söyler. Allah’ın, akletmeyenlerin üzerine pislik yağdıracağı
gerçeğinden bihaber şekilde hareket ediyoruz. Oysa Allah’ın bize bir akıl
verdiği, tabiatın tümüne sinmiş bir denge ve ölçü koyduğu malumdur yani tüm
mevcudatın ve mevcudatta ki her şeyin bir ekosistemi vardır ama biz bu malumdan
bihaberiz. Doğayı katlediyoruz, sonra Allah’ım biz koru diyoruz. Hak yiyoruz, zulmediyoruz,
selam vermekten aciz kalıyoruz, kötülük yapıyoruz sonra Allah’ım devletimizi
koru, birliğimizi daim kıl diyoruz. Bu nasıl bir duadır, bu nasıl bir
mürailiktir Allah aşkına? Sen doğayı korumazsan, sistemi tahrip edersen, adil
ve ahlaklı olmazsan, selam vermekten imtina edersen, iyilik yapmazsan dediklerin
nasıl olacak? Biz kendimizden bihaberiz. Kendimizden bihaber olduğumuz için
Allah’tan bihaberiz. Öyleyse kendini bilmeyen, varoluşu, varolduğu dünyayı,
içinde yaşadığı ve işleyişine tabi olduğu ekosistemi ne bilsin? Şöyle
düşünelim, tamam hissiyatı olmasın yani zalim olsun ama aklını da sonuna kadar
kullanıyor olsun, beri yandan da aklı önemsemesin ama his dolu olsun, zalimlik
etmesin, peki maddi bağlamda hangisi istediğine erişir? Hiç kuşku yok ki,
aklını kullanan erişir. Din, merhametli olmayı emrettiği gibi, aklı kullanmayı
da emreder. Aklını kullanan birisi, merhametsiz olduğu için istediğine erişemez
diye bir kanun yoktur. Ya da aklını kullanmadığı ama merhametli olduğu için
istenilene erişilir diye de bir şey yoktur. İkisinin de bedelleri ve ödülleri vardır.
Çünkü mevcudat bir hazinedir ve onun kapısının kilidini açacak olan anahtar
akıldır. Aklı kullanmak ayrıdır, ahlaklı yaşamak ayrıdır. Elbette ilintilidir
ama ayrıdır. Bizler kendimizi muayyen olgularla tanımladığımız zaman insanlığa
dair tüm sorumluluklarımızdan azade olduğumuzu varsayıyoruz ve kayıtsızca
yaşıyoruz, bize de hiçbir şey olmaz, ateş dokunmaz sanıyoruz. İftira atmakta,
haset etmekte, kötülük yapmakta, suçsuzu suçlu görmekte, yaşama sevincini
zehirlemekte, haksızlık karşısında susmakta beis görmüyoruz. Sonra da dua
ediyoruz!!! Garip bir şekilde aklı birileri önder kılmış ve histen mahrum,
başka birileri de akıldan mahrum ama histen behredar ve fakat ikisi de kâmil
manada her ikisinden yanlış ya da eksik şekilde behredar. Yani iki tarafta
sahip olduklarını ya da önder kabul ettiklerini yanlış şekilde
kullanmaktadırlar. Oysa he şey bir ölçü ve denge üzerindedir. Ölçüyü ve dengeyi
kaybedersen kendini de kaybedersin ve kimse de seni bulamaz, ki kendinde
kendini bulamazsın. Aklı iptal edip münhasıran merhamet etmekte, merhametsiz
kalıp münhasıran akla tapmakta seni felaketlerden azade kılmaz. Mülkü
inhisarına alıp insanlığı açlığa mahkûm etmek yahut egemenliği inhisarına alıp insanları
metazori sürüleştirmek, kullaştırmak, köleleştirmek varoluşa ve kutsal yasalara
mugayirdir. Yerlerin ve göklerin egemenliği yekpare insanlara aittir ve mülk yekpare
insanlığındır, hiçbir kimse bunları inhisarına geçirmez. Şimdi diyeceksiniz ki
hayır Allah’ındır. Peki, Allah mülkü ne yapsın ya da egemenliği nasıl
kullanacak? Kendimce, kendi ruhumca, aklımca ve dilimce ifade etmeye
çalışacağım naçizane. Allah birdir, bütündür, bağımsızdır. Birler bu mutlak
Bir’den numunelerdir, cüzlerdir. Mutlak Bir’in büyük ruhunun, saf nurunun,
parlak ziyasının tecellileridirler. Birlerin birliği Mutlak Bir’e tekabül
ederler. Mutlak Bir’den yani Allah’tan iz, öz, söz taşırlar her bir, bir. İnsan
ölümlüdür, insanlık ise sonsuzdur. Yani insan ölür ama insanlık yaşayacaktır.
Ta ki mutlak kıyamete değin sürer insanlığın varoluşu. İnsan tekliği, insanlık
çokluğu ifade eder yani gitmiş, gidecek olan, gelmiş, gelecek olan tüm
insanları kapsama alanına alır. Burada girift hiçbir durum yoktur, demek
istediğim şey şudur; tüm ruhlar, Allah’ın insanda ki tecellisi ise, Allah tüm
ruhların birliğini ifade eder. Burada şöyle bir detayda calib-i dikkat bir
haldir; şimdi tüm insanlar bir evrende yaşıyorlar, varoluyorlar ve yok
oluyorlar, bir insan ne yaparsa, ne söylerse, diğer insanlardan birinin ruhu
yapılanı, edileni, söyleneni, işitiyor, görüyor, hissediyor. Ruh kimdendi?
Allah’tan. Demek ki Allah her yerdedir, her şeyi görmekte, işitmekte,
hissetmektedir ya da tüm bu görüp işitmelerin, hissetmelerin yegâne kaynağıdır.
Tüm insanlığın ruhu Allah’tandır, demek ki Allah sonsuzdur. Ama Allah, her şeyi
de insanın emrine amade kılmıştır ve insana emanet etmiştir. Yani egemenlikte
insanlığındır, mülkte insanlığındır. Ama bizler tüm bunları Allah’a hasrederek
güya sorumluluktan azade olduğumuzu varsayıyoruz, hangi akılla varsayıyorsak?
Ve bile isteye, kula kulluğu, köleliği, sürülüğü spontane tolere etmiş
bulunuyoruz. Sen kurallara uyarsan Allah sana yardım etmiş olur, sonra da
kalkıp Allah’ım bana yardım et diyerek mürailik, münafıklık etmemiş olursun.
Allah, dengeyi ve ölçüyü koymuş, yasaları da bildirmiş. Sen ölçüyü, dengeyi
kaçır, yasalara mugayir hareket et, sonra da mucize bekle, durduk yere Allah’ın
sana yardım edeceğini san. Ahmak, önce sen sana yardım et ki, Allah’ta sana
yardım etsin. Tüm peygamberler bile önce kendi kendilerine yardım etmişler ki,
sonra Allah’ın yardımı gelmiş. Ama sen kendine yardım etmediğin zaman Allah’ın
gazabı gelir ve seni bulur, sonra çırpınırsın, bağıra bağıra geberirsin. Sistemi
tahrip edersin, gün gelir altınlarını yemek zorunda kalırsın, tabi
yiyebilirsen. Her türlü kaynağı insafsızca israf edersin, gün gelir onun bunun
önünde eğilirsin. Her şey kendini bilmekle başlıyor bebeğim! Biraz toprak,
biraz susun, başka nesin ki gurur, kibir, ucub kumkuması insan denilen mahlûk?
Kendini ne zannediyorsun ki? Gün gelecek, devran dönecek, yerle yeksan olacak
düzenin ve sorulmadık, görülmedik hesabın kalmayacaktır… Tanrı, adil bir Hâkimdir
ve akıl, kaderin atıdır!
TANRI, ADİL BİR YARGIÇTIR...
Özgür DENİZ - 25.03.2020
Tarih: 25.03.2020
Okunma: 404
YORUMLAR
Yorumunuzu ekleyin.