MÜMKÜN OLAN BİR DÜNYA...

Özgür DENİZ - 30.03.2020

Bu ülkede yaşamak istiyor muyum? Eyvallah. Bu ülkede olmaktan mutlu muyum? Eyvallah. Ama bu ülkede yaşamaktan utanıyorum. Çünkü hak ettiğimiz, gerçekten bize layık olan yaşamı yaşayamıyoruz, yaşayabilmemiz yüzde yüz mümkünken. Adeta çelik çomak oynuyoruz. Şok mu oldunuz? Şok olacak kadar hissiniz, bilinciniz, şuurunuz var mı gerçekten? O zaman önyargılı davranmayın. Birazcık insanlığınız varsa, zerre asalete sahipseniz, yüreğiniz küçücükte olsa hissediyorsa, beyniniz az biraz da olsa düşünüyorsa okuyun, dinleyin, düşünün, hissedin, anlayın, yargılayın, ondan sonra gerekiyorsa ölüm fermanını yazın. Öldürecek gerçekleri söylemediğimize şükredilmeli oysa değil mi? Gerçekleri duymaya, bilmeye, görmeye cesaretiniz var mı gerçekten? Gerçekten gerçekleri önünüze koysalar bakabilir misiniz ve göğsünüze bastırıp kabullenebilir misiniz? Söylenilemeyeni söylüyoruz değil mi? Nerden geliyor bu cesaret değil mi? Korkmalıyız oysa değil mi? Çünkü ömrümüz boyunca korkacaksın denildi, bu kulaklar korku sözcüklerini duydu ve korkuyla eğildi başlarımız değil mi? Ödümüz patlamalı ekmeğimizi kaybederiz diye değil mi? Ya da daha büyük yerlere gözümüzü dikmeli ve o yerlere ulaşmak uğruna her şeyi görmezden gelmeliyiz ve çiğnemeliyiz ayaklarımız altında değer namına ne varsa, bilakis deliyiz değil mi? Her zamanda, her yerde, her zeminde üç maymunu oynamalıyız değil mi? Bir şeyi elde etmek namına her şey olabilmeli, her türlü pisliğe bulaşabilmeliyiz değil mi? Her şeyi (((devlet, parti, kimlik, lider, cemaat, masa, kasa, nisa, şeyh vs. ne varsa))) insandan üstün görmeli ve tüm o her şeyler karşısında secdeye kapanmalıyız ve hiçbir şey bizim için olmamalı, ama biz her şey için bir hiç olmalıyız değil mi? Biz insanca yaşadığımızı varsaymalı, önümüze konulan kemiğe talim etmeli, mutluluk pozları vermeliyiz değil mi? Gerçekler beynimizi ve yüreğimizi acıtırken bile gerçekleri yok saymalı, tebessüm edebilmeli, hiçbir şey yokmuş gibi davranabilmeliyiz değil mi? Yani ezik, sünepe, yalancı, zavallı, mürai olmalıyız değil mi? Sonra da biz insanımıza güveniyoruz laflarını duyunca sevinmeliyiz değil mi? Bile bile, duya duya, göre göre rezil mürailer olmalıyız değil mi? Ahlakı erteleyebiliriz, adaleti erteleyebiliriz, erteleyebiliriz hürriyeti, örtebiliriz gerçekleri ve çalabiliriz insanların bir yudumluk mutluluklarını ama buna rağmen en büyükte biz olabiliriz değil mi? Fakat lafa gelince dürüst olmalı, yalan konuşmamalı, gerçekleri ifade edebilmeli insan değil mi? Dilimizle ahlak satarız, adalet satarız, gerçek satarız ama eylemlerimizde bunların hiçbirinden zerre iz barındırmayız yalan mı? Okuyun deriz ama okuyana zerre kıymet vermeyiz, üstüne düşüncesini söylerse tecziye ederiz; namuslu olunmalı deriz ama namuslu olun derken ezilmeyi peşinen kabul etmesini isteriz namuslu olandan; çalışmak ibadettir deriz ama çalışmayan gözdemizdir ve her türlü nimeti onun önüne sereriz, çalışana kuru övgüler düzeriz sadece. Ekmeğimizi siz veriyorsunuz değil mi? Ama lafa gelince rızk Allah’tandır değil mi? Yılan gibi sürünmeliyiz, çakal olmalı eti sıyrılmış kemik gözlemeli, koyun olmalı güdülmeli, it olmalı kapıda yal beklemeliyiz değil mi? İnsan gibi görünebiliriz ama insan gibi yaşamamalıyız değil mi? İnsansınız denildiğinde sevinmeli, avunmalı, uyumalıyız değil mi? Çünkü biz insançocukları, biz ezilenler, biz güçsüzler kimiz ki, kudretliler, servetliler, şöhretliler indinde, köleden, itten ne farkımız var öyle değil mi? Otur denildiğinde oturmalı, kalk denildiğinde kalkmalı, sus denildiğinde susmalı, konuş denildiğinde konuşmalıyız değil mi? Efendilerimizden gelen her emre sorgusuz, sualsiz ram olmalıyız değil mi? Hangi cüretle gerçekleri haykırabiliyoruz değil mi? Efendiler bile gerçek budur demiyorsa bize ne oluyor değil mi? Gerçekleri konuşmaya cesaret edemeden, kendimizi bilemeden, kendimize gelemeden, kendimizi bulamadan, kendimiz olamadan geberip gitmemiz gerek oysa öyle değil mi? Öyle değilse nasıl olduğunu anlatında öğrenelim, anlayalım değil mi? Ne yapıyoruz biz? Birbirimizi yemekten, birbirimizin kuyusunu kazmaktan, birbirimizin başarısını kıskanmaktan, birbirimizin ayağını kaydırmaktan, birbirimizin enerjisini düşürmekten, birbirimizin hakkını çalmaktan, birbirimizi gammazlamaktan, boş beleş höykürmelerden, kendi kendimizin ilerlememizi akamete uğratmaktan başka ne yapıyoruz? Oysa çok daha büyük, çok daha önemli işlere zamanımızı, kendimizi hasredebilmeliyiz, edebilmeliydik. Âlem ne yapıyor, biz ne yapıyoruz? Hani nerde aşı çalışması yapacak bilim adamlarımız, hani nerde o çalışmaların yapılacağı devasa bilim merkezleri? Hani nerde bu milleti uyandıracak aydınlarımız? Hani nerde bu millete canını kuru laflarla değil sağlam eylemlerle adayacak ve hayatını halkının varlığına feda edecek siyasetçilerimiz? Hani nerde politik bir kişiden ya da Allah’tan başka tek bir kişiden imtina etmeden, korkmadan saf hakkı haykıracak âlimlerimiz? Dünya hangi dünyada yaşar, biz hangi âlemde at koştururuz? Hani nerde gerçekleri olduğu gibi ve görünmeyen taraflarıyla yazacak kalem tutan ellerimiz? İnsanların hayatlarını cehenneme çeviriyoruz. Adeta mutluluk hırsızlarıyız. Farklılıklara zerre tahammülümüz yok. Başka türlü düşünen gebersin daha iyi. Sadece bizden olanlara selam verelim, bizden olanlara merhaba diyelim, bizden olanlara kapımızı açalım öyle mi, bu mu yani? Araştırmak derdiyle yanan araştırmasın, icat edecek olan elini arkasına bağlayıp otursun, hayal kurmak isteyen uyusun öyle mi? Ahlakımız yerin yedi kat dibinde çürüyor. Kimse kalkıpta ahlaklıyız demesin, bu dünyanın adaleti var demesin, tiksindirici bir mahlûk gibi görürüm onu. Duygularımız basmakalıp, düşüncelerimiz basmakalıp, hayatlar basmakalıp, insanlar basmakalıp. Lanet olası sistem herkesi aptallaştırmış, mankurtlaştırmış, tekdüzeleştirmiş. Herkes farklıya düşman kesilmiş. Kimsenin hayali yok. Kimse olgulara ve olaylara farklı açılardan bakamıyor. Adeta zihinsel ve ruhsal olarak çürümüşüz. Herkes oturduğu yerden kazanmaya alışmış. Herkes başkasının sırtından geçinmeye, başkasının terini, yaşını, kanını sömürmeye alışmış. Herkes ölsün ama birileri hep yaşasın öyle mi? Hayaller, icatlar, fikirler konuşulmaktan korkulur olmuş. Ezber var anlamak yok. Tüketim bol üretim yok. Herkes, her şey tornadan çıkmış gibi aynı kalıpta. Her şey maddeyle ölçülüyor. Daha iyi nesiller yetiştirmemiz mümkünken buna imkân tanımıyoruz. Yemin ediyorum nesilleri bir gram bile düşünmüyoruz. Kaynaklarımızı alenen israf ediyoruz, sonra da iyi şeyler için paramız yok diyoruz. Her türlü boş işe parayı su gibi akıtıyoruz da, akıtmamız gereken yerde sonuna kadar kısıyoruz. İnsanlarımıza canlıyken değer vermiyoruz, öldüklerinde arkalarından ağlıyoruz riyakârca. Söyler misiniz, devasa ücretler ödenerek kiralanan arabalar ne işe yarıyor ve mecbur muyuz? Milyonlarca liralar ödenerek şehrin siluetini bozan türlü türlü taş yığınları, dinozor heykelleri ne işe yarayacaktı, yaradı mı ve ihtiyaç mıydı ve madem işe yarayacaktı niçin çürümeye terkedildi ve yerlerinden sökülüp atılacak? Niçin oturacak insanları haddinden fazla çoğaltıyoruz ve hesabını bilmediğimiz paraları ödüyoruz onlara, üstelikte halkın cebinden? Öyle paralar öyle boş beleş işlere gidiyor ki yemin ediyorum içim acıyor ve utanıyorum. Ama en çok ve acil olarak lazım olan yerlere para bulamıyoruz. Konuştuk mu da mangalda kül bırakmıyoruz. Ne acınası bir durum ve zavallılıktır bu. Niçin devasa eğitim merkezleri kurup, çocukların yeteneklerini keşfedip onları yetenekleri yönünde eğitemiyoruz? Sermaye yetersiz öyle mi? Sermayenin lüzumsuz işlere su gibi akıtıldığı ülkede sermaye yetersiz öyle mi? Bu ülkede ki herkes aptal. İslamcısı da, Milliyetçisi de, Kemalist’i de aptal. Genelleme yapmıyorum, ki zaten gariban halk içinde söylemiyorum söylediklerimi. Biri yapar diğer tenkit eder, kendi geldi mi tenkit ettiğini yapar, sonra aynısını önceden yapmış olan sonradan yapanı tenkit eder. Böylesi insanlara ne denir? Böylesi insanlara inananlara, katlananlara ne denir? İnsanları hep korkutuyoruz ve onların korkuları bizim sermayemiz oluyor. Yazık değil mi, utanç verici değil mi? Utanacak yüzü olan var mı? İnsanların mutluluğunu çalan mutluluk hırsızlarıyız. Böyle mi medeniyet kuracağız? Böyle mi örnek olacağız? Böyle mi büyük rüyalar peşinde koşacak nesiller yetiştireceğiz? Böyle mi kurtuluş bizde olacak? Böyle mi ümit dağıtan bir millet olacağız? Böyle mi dünyayı değiştireceğiz? Başka bir dünyanın mümkün olacağına inanıyorum ama o dünyayı kuracak insanı göremiyorum! Çendan çocukların gülen yüzleri solmasın, tebessümleri yüzlerinde donup kalmasın diye başka bir dünyanın mümkün olduğuna inanıyorum ve o dünya için savaşmaya değer diyorum. Çünkü bu dünya çürüdü, koktu, insanı da çürüttü, kokuttu ve mankurt, aptal, tektip, basmakalıp ve dahi hasta bir insan ortaya çıkardı. Kendi kendimizi avutuyoruz, aldatıyoruz, başkada hiçbir şey yapmıyoruz. Yarınları bile öngöremiyoruz yemin ediyorum. Çünkü öngörüsüz eylemler yapıyoruz. Keşke yüreğimizi ve beynimizi olduğu haliyle dökebilsek! Yazıklar olsun, böyle bir hayattan utanç duyuyorum, böylesi bir hayatı insanlara reva görenlere yuh olsun diyorum.

Tarih: 30.03.2020 Okunma: 416

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?