Bu ülkede yaşamak istiyor muyum? Eyvallah. Bu ülkede olmaktan
mutlu muyum? Eyvallah. Ama bu ülkede yaşamaktan utanıyorum. Çünkü hak
ettiğimiz, gerçekten bize layık olan yaşamı yaşayamıyoruz, yaşayabilmemiz yüzde
yüz mümkünken. Adeta çelik çomak oynuyoruz. Şok mu oldunuz? Şok olacak kadar
hissiniz, bilinciniz, şuurunuz var mı gerçekten? O zaman önyargılı davranmayın.
Birazcık insanlığınız varsa, zerre asalete sahipseniz, yüreğiniz küçücükte olsa
hissediyorsa, beyniniz az biraz da olsa düşünüyorsa okuyun, dinleyin, düşünün, hissedin,
anlayın, yargılayın, ondan sonra gerekiyorsa ölüm fermanını yazın. Öldürecek
gerçekleri söylemediğimize şükredilmeli oysa değil mi? Gerçekleri duymaya,
bilmeye, görmeye cesaretiniz var mı gerçekten? Gerçekten gerçekleri önünüze
koysalar bakabilir misiniz ve göğsünüze bastırıp kabullenebilir misiniz? Söylenilemeyeni
söylüyoruz değil mi? Nerden geliyor bu cesaret değil mi? Korkmalıyız oysa değil
mi? Çünkü ömrümüz boyunca korkacaksın denildi, bu kulaklar korku sözcüklerini
duydu ve korkuyla eğildi başlarımız değil mi? Ödümüz patlamalı ekmeğimizi
kaybederiz diye değil mi? Ya da daha büyük yerlere gözümüzü dikmeli ve o
yerlere ulaşmak uğruna her şeyi görmezden gelmeliyiz ve çiğnemeliyiz
ayaklarımız altında değer namına ne varsa, bilakis deliyiz değil mi? Her zamanda,
her yerde, her zeminde üç maymunu oynamalıyız değil mi? Bir şeyi elde etmek
namına her şey olabilmeli, her türlü pisliğe bulaşabilmeliyiz değil mi? Her
şeyi (((devlet, parti, kimlik, lider, cemaat, masa, kasa, nisa, şeyh vs. ne
varsa))) insandan üstün görmeli ve tüm o her şeyler karşısında secdeye
kapanmalıyız ve hiçbir şey bizim için olmamalı, ama biz her şey için bir hiç
olmalıyız değil mi? Biz insanca yaşadığımızı varsaymalı, önümüze konulan kemiğe
talim etmeli, mutluluk pozları vermeliyiz değil mi? Gerçekler beynimizi ve
yüreğimizi acıtırken bile gerçekleri yok saymalı, tebessüm edebilmeli, hiçbir
şey yokmuş gibi davranabilmeliyiz değil mi? Yani ezik, sünepe, yalancı, zavallı,
mürai olmalıyız değil mi? Sonra da biz insanımıza güveniyoruz laflarını duyunca
sevinmeliyiz değil mi? Bile bile, duya duya, göre göre rezil mürailer olmalıyız
değil mi? Ahlakı erteleyebiliriz, adaleti erteleyebiliriz, erteleyebiliriz
hürriyeti, örtebiliriz gerçekleri ve çalabiliriz insanların bir yudumluk mutluluklarını
ama buna rağmen en büyükte biz olabiliriz değil mi? Fakat lafa gelince dürüst
olmalı, yalan konuşmamalı, gerçekleri ifade edebilmeli insan değil mi? Dilimizle
ahlak satarız, adalet satarız, gerçek satarız ama eylemlerimizde bunların
hiçbirinden zerre iz barındırmayız yalan mı? Okuyun deriz ama okuyana zerre
kıymet vermeyiz, üstüne düşüncesini söylerse tecziye ederiz; namuslu olunmalı
deriz ama namuslu olun derken ezilmeyi peşinen kabul etmesini isteriz namuslu
olandan; çalışmak ibadettir deriz ama çalışmayan gözdemizdir ve her türlü
nimeti onun önüne sereriz, çalışana kuru övgüler düzeriz sadece. Ekmeğimizi siz
veriyorsunuz değil mi? Ama lafa gelince rızk Allah’tandır değil mi? Yılan gibi
sürünmeliyiz, çakal olmalı eti sıyrılmış kemik gözlemeli, koyun olmalı
güdülmeli, it olmalı kapıda yal beklemeliyiz değil mi? İnsan gibi görünebiliriz
ama insan gibi yaşamamalıyız değil mi? İnsansınız denildiğinde sevinmeli,
avunmalı, uyumalıyız değil mi? Çünkü biz insançocukları, biz ezilenler, biz
güçsüzler kimiz ki, kudretliler, servetliler, şöhretliler indinde, köleden, itten
ne farkımız var öyle değil mi? Otur denildiğinde oturmalı, kalk denildiğinde
kalkmalı, sus denildiğinde susmalı, konuş denildiğinde konuşmalıyız değil mi?
Efendilerimizden gelen her emre sorgusuz, sualsiz ram olmalıyız değil mi? Hangi
cüretle gerçekleri haykırabiliyoruz değil mi? Efendiler bile gerçek budur
demiyorsa bize ne oluyor değil mi? Gerçekleri konuşmaya cesaret edemeden, kendimizi
bilemeden, kendimize gelemeden, kendimizi bulamadan, kendimiz olamadan geberip
gitmemiz gerek oysa öyle değil mi? Öyle değilse nasıl olduğunu anlatında
öğrenelim, anlayalım değil mi? Ne yapıyoruz biz? Birbirimizi yemekten,
birbirimizin kuyusunu kazmaktan, birbirimizin başarısını kıskanmaktan,
birbirimizin ayağını kaydırmaktan, birbirimizin enerjisini düşürmekten, birbirimizin
hakkını çalmaktan, birbirimizi gammazlamaktan, boş beleş höykürmelerden, kendi
kendimizin ilerlememizi akamete uğratmaktan başka ne yapıyoruz? Oysa çok daha
büyük, çok daha önemli işlere zamanımızı, kendimizi hasredebilmeliyiz, edebilmeliydik.
Âlem ne yapıyor, biz ne yapıyoruz? Hani nerde aşı çalışması yapacak bilim
adamlarımız, hani nerde o çalışmaların yapılacağı devasa bilim merkezleri? Hani
nerde bu milleti uyandıracak aydınlarımız? Hani nerde bu millete canını kuru
laflarla değil sağlam eylemlerle adayacak ve hayatını halkının varlığına feda
edecek siyasetçilerimiz? Hani nerde politik bir kişiden ya da Allah’tan başka
tek bir kişiden imtina etmeden, korkmadan saf hakkı haykıracak âlimlerimiz? Dünya
hangi dünyada yaşar, biz hangi âlemde at koştururuz? Hani nerde gerçekleri
olduğu gibi ve görünmeyen taraflarıyla yazacak kalem tutan ellerimiz? İnsanların
hayatlarını cehenneme çeviriyoruz. Adeta mutluluk hırsızlarıyız. Farklılıklara
zerre tahammülümüz yok. Başka türlü düşünen gebersin daha iyi. Sadece bizden
olanlara selam verelim, bizden olanlara merhaba diyelim, bizden olanlara
kapımızı açalım öyle mi, bu mu yani? Araştırmak derdiyle yanan araştırmasın,
icat edecek olan elini arkasına bağlayıp otursun, hayal kurmak isteyen uyusun
öyle mi? Ahlakımız yerin yedi kat dibinde çürüyor. Kimse kalkıpta ahlaklıyız
demesin, bu dünyanın adaleti var demesin, tiksindirici bir mahlûk gibi görürüm
onu. Duygularımız basmakalıp, düşüncelerimiz basmakalıp, hayatlar basmakalıp,
insanlar basmakalıp. Lanet olası sistem herkesi aptallaştırmış, mankurtlaştırmış,
tekdüzeleştirmiş. Herkes farklıya düşman kesilmiş. Kimsenin hayali yok. Kimse
olgulara ve olaylara farklı açılardan bakamıyor. Adeta zihinsel ve ruhsal
olarak çürümüşüz. Herkes oturduğu yerden kazanmaya alışmış. Herkes başkasının
sırtından geçinmeye, başkasının terini, yaşını, kanını sömürmeye alışmış.
Herkes ölsün ama birileri hep yaşasın öyle mi? Hayaller, icatlar, fikirler
konuşulmaktan korkulur olmuş. Ezber var anlamak yok. Tüketim bol üretim yok.
Herkes, her şey tornadan çıkmış gibi aynı kalıpta. Her şey maddeyle ölçülüyor. Daha
iyi nesiller yetiştirmemiz mümkünken buna imkân tanımıyoruz. Yemin ediyorum
nesilleri bir gram bile düşünmüyoruz. Kaynaklarımızı alenen israf ediyoruz,
sonra da iyi şeyler için paramız yok diyoruz. Her türlü boş işe parayı su gibi
akıtıyoruz da, akıtmamız gereken yerde sonuna kadar kısıyoruz. İnsanlarımıza
canlıyken değer vermiyoruz, öldüklerinde arkalarından ağlıyoruz riyakârca.
Söyler misiniz, devasa ücretler ödenerek kiralanan arabalar ne işe yarıyor ve
mecbur muyuz? Milyonlarca liralar ödenerek şehrin siluetini bozan türlü türlü
taş yığınları, dinozor heykelleri ne işe yarayacaktı, yaradı mı ve ihtiyaç
mıydı ve madem işe yarayacaktı niçin çürümeye terkedildi ve yerlerinden sökülüp
atılacak? Niçin oturacak insanları haddinden fazla çoğaltıyoruz ve hesabını
bilmediğimiz paraları ödüyoruz onlara, üstelikte halkın cebinden? Öyle paralar
öyle boş beleş işlere gidiyor ki yemin ediyorum içim acıyor ve utanıyorum. Ama
en çok ve acil olarak lazım olan yerlere para bulamıyoruz. Konuştuk mu da
mangalda kül bırakmıyoruz. Ne acınası bir durum ve zavallılıktır bu. Niçin devasa
eğitim merkezleri kurup, çocukların yeteneklerini keşfedip onları yetenekleri
yönünde eğitemiyoruz? Sermaye yetersiz öyle mi? Sermayenin lüzumsuz işlere su
gibi akıtıldığı ülkede sermaye yetersiz öyle mi? Bu ülkede ki herkes aptal.
İslamcısı da, Milliyetçisi de, Kemalist’i de aptal. Genelleme yapmıyorum, ki
zaten gariban halk içinde söylemiyorum söylediklerimi. Biri yapar diğer tenkit
eder, kendi geldi mi tenkit ettiğini yapar, sonra aynısını önceden yapmış olan
sonradan yapanı tenkit eder. Böylesi insanlara ne denir? Böylesi insanlara inananlara,
katlananlara ne denir? İnsanları hep korkutuyoruz ve onların korkuları bizim
sermayemiz oluyor. Yazık değil mi, utanç verici değil mi? Utanacak yüzü olan
var mı? İnsanların mutluluğunu çalan mutluluk hırsızlarıyız. Böyle mi medeniyet
kuracağız? Böyle mi örnek olacağız? Böyle mi büyük rüyalar peşinde koşacak
nesiller yetiştireceğiz? Böyle mi kurtuluş bizde olacak? Böyle mi ümit dağıtan
bir millet olacağız? Böyle mi dünyayı değiştireceğiz? Başka bir dünyanın mümkün
olacağına inanıyorum ama o dünyayı kuracak insanı göremiyorum! Çendan
çocukların gülen yüzleri solmasın, tebessümleri yüzlerinde donup kalmasın diye
başka bir dünyanın mümkün olduğuna inanıyorum ve o dünya için savaşmaya değer
diyorum. Çünkü bu dünya çürüdü, koktu, insanı da çürüttü, kokuttu ve mankurt,
aptal, tektip, basmakalıp ve dahi hasta bir insan ortaya çıkardı. Kendi
kendimizi avutuyoruz, aldatıyoruz, başkada hiçbir şey yapmıyoruz. Yarınları
bile öngöremiyoruz yemin ediyorum. Çünkü öngörüsüz eylemler yapıyoruz. Keşke
yüreğimizi ve beynimizi olduğu haliyle dökebilsek! Yazıklar olsun, böyle bir
hayattan utanç duyuyorum, böylesi bir hayatı insanlara reva görenlere yuh olsun
diyorum.
MÜMKÜN OLAN BİR DÜNYA...
Özgür DENİZ - 30.03.2020
Tarih: 30.03.2020
Okunma: 416
YORUMLAR
Yorumunuzu ekleyin.