Bizi gerçek özgürleştirecektir! Evet, gerçek bedel ödetir ama
zaten dünyaya gelmiş olmak bir bedel ödemeyi peşinen tolere etmiş bulunmak demek
değil midir? Bilakis korku duvarlarının içerisinde çürüyüp gitmez miyiz? Sen
korkarsan, ben korkarsam, o korkarsa, nasıl yıkılacak korku duvarları ve nasıl
özgürleşecek kölelik zincirlerine vurulmuş insan denilen varlık? Ey
insançocuğu! Sana; ‘’emrolunduğun gibi dosdoğru ol’’ denmedi mi? Niçin
olmuyorsun? Neyden korkuyorsun ya da imtina ediyorsun? Dünyalıklarını
kaybetmekten mi? Veyl olsun o zaman insanlığınıza! Bu her bir insançocuğu için
caridir, bir Müslüman için de, bir Hristiyan için de, bir Yahudi için de ve diğer
inanış sahibi olan yekpare insanlar içinde. Bugün bir insana kötülük yapmamak
için illaki İslam’ın müntesibi olmanıza gerek yoktur. Kötülük yapmamak, insanca
yaşamak adına herkes için olmazsa olmaz bir önkoşuldur. Ki, bugün bir din
sahibi olduğu iddiasında olup hayvanca yaşayanlar yok mu? Ve sonumuzu, insanca
yaşayıp yaşamadığımız tayin edecektir. Hatta kendi ellerimizle çizdiğimiz
kaderimizi de, insanca yaşayıp yaşamadığımız belirleyecektir. ‘’İnsanların
kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu;
böylece Allah -dönüş yapsınlar diye- işlediklerinin bir kısmını onlara
tattırıyor. Rum-41.’’ Şimdi bunu Allah söylüyor diye mesafeli bakanlar olursa
şayet ya bilim adamlarının dediklerine ne diyeceksin o zaman denir kendilerine.
Zira bilim adamları da karada ki ve denizde ki tahribatların insanlığı felakete
götürmekte olduğunu söyleyip durmuyorlar mı ve uyarmıyorlar mı? Ki, burada da
münhasıran insan olmaklığımız temelinde konuşuyoruz, taraf olarak değil, ki
elbette insanlıktan ve hakikatten de tarafız. Gerçekten anlıyor musunuz bunun
ne demek olduğunu ey insançocukları? Vallahi, billahi, tallahi anlamıyorsunuz,
münhasıran edebiyatını yapıyorsunuz insanlığın ve de hakikatlerin ama
yaptığınız edebiyat bile edebiyat değildir, zira edebiyat haddizatında düzen
bozucudur ama bozduğunuz hangi düzen vardır, bilakis tahkim etmeye
çalışıyorsunuz bozulması gereken düzenleri? Ve böylece haksızlıklara yol
veriyorsunuz, yol verdiğiniz haksızlıklardan kazanıyorsunuz, sonra da
kazandıklarınızı kaybetmemek uğruna dilsiz şeytanlar oluyorsunuz. Velakin
anlamak demek, mutlaka hissetmek demektir, hissetmek demek ise mutlaka eylemi
tevlit eder, bunun başka çıkar yolu yoktur. Eğer bir insan onurlu bir inanışa
sahipse, suçlu olarak afişe edilen suçsuz bir insanın suçsuz olduğunu
haykırmaktan zerre imtina etmez, şayet ederse, eğer içindeki inancı sağlamsa
onu fasılasız rahatsız eder. Eğer ki, bir insan başka bir insana kötülük
yapacağın da, kalbinde insan olduğunu hissedip, kafasında insan olduğunu
düşünürse o kötülüğü asla ve kata yapamaz, yaparsa hakikatten yana bir şey
anladığını iddia edemez. Zira iddialar ispat isterler ve her insan iddiasıyla
sınanmaz mı? Ama bunu gerçekten düşünmesi ve hissetmesi iktiza eder, laf olsun
kabilinden hareket etmez. Niçin gerçeklere dokunmaktan imtina ediyorsunuz?
Nerede mütemadi ahkâm kesen o akıl daneler? Nerede o bitevi şöyle yapın, böyle
yapın diye güya âleme nizâmât vermeye yeltenenler? Nerede karada ve denizde
düzenin yerle yeksan olmasına herhangi bir şekilde tavassut edenleri uyarması
iktiza edenler? Nerede o fasılasız nakısa ve kusur arayıcıları? Söyleyeceğiniz
hiçbir şey yok mu? Daha nereye kadar susacaksınız? Oysa söyleyeceğiniz o kadar
çok şey var ki. Bilmiyor olduğunuza inanmıyorum çok şeyi. Var ama
söylemiyorsunuz. Velakin fasılasız nasihat etmekten de hicap duymuyorsunuz.
Söyleyemediğiniz gerçeklerdir ki, korku duvarlarını yıkacak olan, hürriyeti
solumaya ve kadim kardeşliği yeniden canlandırmaya mülaki kılacak olan. Şayet
bugünleri fırsat bilmez ve kadim kardeşliği yeniden ihya etmezsek sittin sene
bu topraklarda uhuvvet bir daha neşv-ü nema bulamaz. Yazık ediyorsunuz! Niçin
Allah’ın adaletinden korkuyorsunuz ve kaçıyorsunuz? İster bilin, ister
bilmezlikten gelin, bizi zımnen ayartmaya ve manipüle etmeye çalışan masiyet
taşıyıcılarına aldanıyorsunuz. Oysa onların adımları kötülüğe koşar, elleri
kana bulaşmıştır, bu yüzden de yeryüzünü kötülükle doldurmaya,
insançocuklarının kanlarını dökmeye alışmışlardır. Peki, daha ne kadar ateşe
odun taşımaya devam edeceksiniz? Daha ne kadar gerçekleri örtüp, gizleyip kötülüklerin
devam etmesine, haksızlıkların yaşamak sevinçlerini zehirlemesine yol
vereceksiniz? Gerçekten merak ediyorum, yapılan ibadetler hangi şuurla,
bilinçle, huşu ile yapılmaktadır ki, insançocuklarını onurlu eylemden uzak
kılabilmektedir? Nerede Hz. Ali’nin sırtından çıkarılan hançeri hissetmediği o namaz?
Hz. İbrahim değil miydi Allah tarafından uyarılan, sofrasına davet ettiği insan
ateşe taptığı için söz söylemesi ve adamında sofrayı terkedip gitmesi
muvacehesinde? Ve kinlerimizin, düşmanlıklarımızın biz adil olmaktan
alıkoymaması gerektiğini buyuran kimdi ve kimdik ki biz ve dahi kendimize kim
diyorduk ki, böylesi bir buyruğa karşı lakayt olabiliyoruz? Biz yeniden iman
etmeliyiz ve yekpare insançocukları olarak yeniden insan olmalıyız? Çünkü bizim
yitik yerimiz; insanlığımız!
GERÇEĞİ ARIYORUM...
Özgür DENİZ - 07.04.2020
Tarih: 07.04.2020
Okunma: 408
YORUMLAR
Yorumunuzu ekleyin.