GERÇEĞİ ARIYORUM...

Özgür DENİZ - 07.04.2020

Bizi gerçek özgürleştirecektir! Evet, gerçek bedel ödetir ama zaten dünyaya gelmiş olmak bir bedel ödemeyi peşinen tolere etmiş bulunmak demek değil midir? Bilakis korku duvarlarının içerisinde çürüyüp gitmez miyiz? Sen korkarsan, ben korkarsam, o korkarsa, nasıl yıkılacak korku duvarları ve nasıl özgürleşecek kölelik zincirlerine vurulmuş insan denilen varlık? Ey insançocuğu! Sana; ‘’emrolunduğun gibi dosdoğru ol’’ denmedi mi? Niçin olmuyorsun? Neyden korkuyorsun ya da imtina ediyorsun? Dünyalıklarını kaybetmekten mi? Veyl olsun o zaman insanlığınıza! Bu her bir insançocuğu için caridir, bir Müslüman için de, bir Hristiyan için de, bir Yahudi için de ve diğer inanış sahibi olan yekpare insanlar içinde. Bugün bir insana kötülük yapmamak için illaki İslam’ın müntesibi olmanıza gerek yoktur. Kötülük yapmamak, insanca yaşamak adına herkes için olmazsa olmaz bir önkoşuldur. Ki, bugün bir din sahibi olduğu iddiasında olup hayvanca yaşayanlar yok mu? Ve sonumuzu, insanca yaşayıp yaşamadığımız tayin edecektir. Hatta kendi ellerimizle çizdiğimiz kaderimizi de, insanca yaşayıp yaşamadığımız belirleyecektir. ‘’İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu; böylece Allah -dönüş yapsınlar diye- işlediklerinin bir kısmını onlara tattırıyor. Rum-41.’’ Şimdi bunu Allah söylüyor diye mesafeli bakanlar olursa şayet ya bilim adamlarının dediklerine ne diyeceksin o zaman denir kendilerine. Zira bilim adamları da karada ki ve denizde ki tahribatların insanlığı felakete götürmekte olduğunu söyleyip durmuyorlar mı ve uyarmıyorlar mı? Ki, burada da münhasıran insan olmaklığımız temelinde konuşuyoruz, taraf olarak değil, ki elbette insanlıktan ve hakikatten de tarafız. Gerçekten anlıyor musunuz bunun ne demek olduğunu ey insançocukları? Vallahi, billahi, tallahi anlamıyorsunuz, münhasıran edebiyatını yapıyorsunuz insanlığın ve de hakikatlerin ama yaptığınız edebiyat bile edebiyat değildir, zira edebiyat haddizatında düzen bozucudur ama bozduğunuz hangi düzen vardır, bilakis tahkim etmeye çalışıyorsunuz bozulması gereken düzenleri? Ve böylece haksızlıklara yol veriyorsunuz, yol verdiğiniz haksızlıklardan kazanıyorsunuz, sonra da kazandıklarınızı kaybetmemek uğruna dilsiz şeytanlar oluyorsunuz. Velakin anlamak demek, mutlaka hissetmek demektir, hissetmek demek ise mutlaka eylemi tevlit eder, bunun başka çıkar yolu yoktur. Eğer bir insan onurlu bir inanışa sahipse, suçlu olarak afişe edilen suçsuz bir insanın suçsuz olduğunu haykırmaktan zerre imtina etmez, şayet ederse, eğer içindeki inancı sağlamsa onu fasılasız rahatsız eder. Eğer ki, bir insan başka bir insana kötülük yapacağın da, kalbinde insan olduğunu hissedip, kafasında insan olduğunu düşünürse o kötülüğü asla ve kata yapamaz, yaparsa hakikatten yana bir şey anladığını iddia edemez. Zira iddialar ispat isterler ve her insan iddiasıyla sınanmaz mı? Ama bunu gerçekten düşünmesi ve hissetmesi iktiza eder, laf olsun kabilinden hareket etmez. Niçin gerçeklere dokunmaktan imtina ediyorsunuz? Nerede mütemadi ahkâm kesen o akıl daneler? Nerede o bitevi şöyle yapın, böyle yapın diye güya âleme nizâmât vermeye yeltenenler? Nerede karada ve denizde düzenin yerle yeksan olmasına herhangi bir şekilde tavassut edenleri uyarması iktiza edenler? Nerede o fasılasız nakısa ve kusur arayıcıları? Söyleyeceğiniz hiçbir şey yok mu? Daha nereye kadar susacaksınız? Oysa söyleyeceğiniz o kadar çok şey var ki. Bilmiyor olduğunuza inanmıyorum çok şeyi. Var ama söylemiyorsunuz. Velakin fasılasız nasihat etmekten de hicap duymuyorsunuz. Söyleyemediğiniz gerçeklerdir ki, korku duvarlarını yıkacak olan, hürriyeti solumaya ve kadim kardeşliği yeniden canlandırmaya mülaki kılacak olan. Şayet bugünleri fırsat bilmez ve kadim kardeşliği yeniden ihya etmezsek sittin sene bu topraklarda uhuvvet bir daha neşv-ü nema bulamaz. Yazık ediyorsunuz! Niçin Allah’ın adaletinden korkuyorsunuz ve kaçıyorsunuz? İster bilin, ister bilmezlikten gelin, bizi zımnen ayartmaya ve manipüle etmeye çalışan masiyet taşıyıcılarına aldanıyorsunuz. Oysa onların adımları kötülüğe koşar, elleri kana bulaşmıştır, bu yüzden de yeryüzünü kötülükle doldurmaya, insançocuklarının kanlarını dökmeye alışmışlardır. Peki, daha ne kadar ateşe odun taşımaya devam edeceksiniz? Daha ne kadar gerçekleri örtüp, gizleyip kötülüklerin devam etmesine, haksızlıkların yaşamak sevinçlerini zehirlemesine yol vereceksiniz? Gerçekten merak ediyorum, yapılan ibadetler hangi şuurla, bilinçle, huşu ile yapılmaktadır ki, insançocuklarını onurlu eylemden uzak kılabilmektedir? Nerede Hz. Ali’nin sırtından çıkarılan hançeri hissetmediği o namaz? Hz. İbrahim değil miydi Allah tarafından uyarılan, sofrasına davet ettiği insan ateşe taptığı için söz söylemesi ve adamında sofrayı terkedip gitmesi muvacehesinde? Ve kinlerimizin, düşmanlıklarımızın biz adil olmaktan alıkoymaması gerektiğini buyuran kimdi ve kimdik ki biz ve dahi kendimize kim diyorduk ki, böylesi bir buyruğa karşı lakayt olabiliyoruz? Biz yeniden iman etmeliyiz ve yekpare insançocukları olarak yeniden insan olmalıyız? Çünkü bizim yitik yerimiz; insanlığımız!

Tarih: 07.04.2020 Okunma: 408

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?