Böylesi bir bahar sabahında balkonunuza çıkıp gökyüzünü
temaşa etseniz nasıl olur? Hele de rahmetin temizlediği tertemiz havayı
ciğerlerimize değin çeksek ne güzel olur. Dahası insanlığa diz çöktüren virüs
salgınının (((hatta insanlık ailesi içerisinde bulunan ve görünümüyle insan
olduğunu sandığımız nice kuvvet, kudret, servet sahibi zalimlere, diktatörlere
bile diz çöktüren))) hükümferma olduğu bu günlerde sabahın köründe kimsesiz ve
sessiz sokaklarda birkaç kilometre yürüseniz, şöyle dağları, doğayı, çiçeğe
durmuş ağaçları, âlem-i insanlığı, gökleri, göklerde ki bulutları, uçan
kuşları, hayvanların seslerini dinleseniz, havanın serinliğini ciğerlerinizde, ılık
bahar nesimini gövdelerinizde hissetseniz, buza kesen ayazda bir çiçeğin
dalında titrediği gibi titreseniz nasıl olur? Filhakika devasa bir kalabalıkta
nasılda yalnız olduğunuzu tahattur etseniz bir anlığına olmaz mı? İnsançocuğu
başında yalnızdı, sonunda da yalnız kalacaktır ve hep yalnızdır.
İnsançocuklarının kendilerinin farkına varmaları için bir fırsat olamaz mı
böylesi zoraki tutsaklık günleri? Farklı açıdan bakılsa dünyaya, insanlığa ve
yeni bir doğum gerçekleştirsek kendi kendimizde ve yeni bir hayatın başlangıcı
kılabilsek bu günleri, beceremez miyiz? Anlamsız bir tantana, şamata, gönül
eğlendirme, ıvır zıvırla iştigal etme gibi malayaniliklerden kurtulsak, ki bir
nebze kurtulduk diyebiliriz ve birazcık kendi deruni âlemimize seyr-ü sefer
eylesek. Bugüne değin hiç bilmediğimiz, hissetmediğimiz, dokunmadığımız,
farkında bile olmadığımız hazineleri keşfe çıksak. Zaten yarın yine aynı
yeknesak hayatın içine dalıp, malayani işlerle kesif bir iştigale başlayacağız.
Bari zoraki tutsaklıkları doğru şekilde değerlendirebilelim diyorum. Sağlıklı
ayrılmayı becerip, bunu güçlü birleşmeye tedvir eyleyebiliriz. Kendimizde ki
kötü hasletlerimizi bulup onlarla dövüşelim mesela. Empati yapalım mesela,
geçmişimizi düşünüp, hatırlayıp, masiyetlerimizi gözümüzün önüne getirip, sonra
da hatalarımızı fark edip tövbe edelim işlediğimiz insanlık suçlarından dolayı.
Ne yaptık, ne yapmadık, ne yapmalıydık gibisinden bir murakabe ve muhasebe
yapalım. Ve and içelim bundan böyle insanlık çizgisinin tam üzerinde
yürüyeceğimize, ne üstüne çıkmayacağımıza ne de altına düşmeyeceğimize. Şöyle
görünüp böyle olmayacağımıza, böyle görünüp şöyle yaşamayacağımıza and içsek. Kendi
küçücük dünyamızda bir devrim yapsak mesela, arınarak, temizlenerek, kendi
kendimizi döverek, sigaya çekerek ve dize getirerek. Bundan böyle yalnız da
kalacak olsak, insanlıktan taviz vermeyeceğimize, doğru ve dürüst bir insan
olarak yaşayacağımıza ve her diam sözün doğrusunu söyleyeceğimize söz versek
kendi kendimize. Zor mu? Çünkü ruhlarımız ve gövdelerimiz mi çürümüş durumda? Orasına
bişey demiyoruz zaten ve işte çürümüş olanları yeniden tamir edelim diyoruz,
edebildiğimiz kadarıyla. İnanın çok güzel gelecektir ve olacaktır böylesi bir
şey. İnsanlık eskimez, doğruluk ölmez ey insançocuğu! Bugün olmazsa yarın,
yarın değilse birgün bir insan mutlaka duyar seni ey insan! Sen insan ol ve
doğru ol, doğru olanı yap ve doğru olanı söyle. Çünkü ne insanlık ne de
doğruluk eskimez. Ama kötülüğe hep tükürülür ve tükürülecektir de! Kötü asla
unutulmaz ama hep kötü olarak yaşar ve bir gün mutlaka canlıysa suratına,
cansıza mezarına tükürülür. Siz, siz olun tükürülen değil, canlıysanız sevilen
ve öpülen olun, ölüyseniz mezarına güller dökülen olun. Karar sizin, tercih
sizin, kader sizin!
DÖNÜN, DÖNMENİZ GEREKEN YERE...
Özgür DENİZ - 10.04.2020
Tarih: 10.04.2020
Okunma: 389
YORUMLAR
Yorumunuzu ekleyin.