DİNLE EVLAT...

Özgür DENİZ - 15.06.2020

Hani demiş ya şair; ‘’akrebin kıskacında yoğurmuşsa bizi kader, aldırma bu dünya böyle gelmiş böyle gider.’’ Gerçekten de geldiği gibi gidiyor, edeceğini ediyor, kılını bile kıpırdatamıyorsun. Öyle bir girdabın içine düşüyorsun, öyle bir kıskacın tutsağı oluyorsun ki, çaresizlik kaderin olup çıkıyor. Ne yapsan da, ne etsen de suyun akışını geriye döndüremiyorsun, dönmesi de gerekiyor ama olmuyor, belki de zaten akması gereken yönde akmıyor. Su akıyor insan diye bilinen bakıyor, akması gerektiği yönde aktığını sanıyor ve akıntıya kapılmış sürüklenip gidiyor bir çöp misali. İradesi var ama yok, ihtiyarı var ama yok, aklı var ama yok, hissi var ama yok; işte böyle bir şey. Kendiliğinden de dönmez ki hiçbir şey. Hangi şey, insansız hareket kabiliyetine sahiptir? Hangi şey insansız anlamlıdır? Belki bu sorular da absürttür! Sorular bile sorulduğuyla kalmıyor mu? Cevapları merak eden kaç insan var şu dünyada? Ya da bulduğu cevaplara göre hareket eden kaç insan? Yahut canlıymış gibi görünen ama et ve kemik yığınından ibaret olan insan denilen şey nasıl hareket edecek? Her şey pisliğin dibine gömülmüş kalmış, haddizatında dünya dediğimiz yer bir bataklık ve içinde debelenen garip bir mahlûk. Ne yaşayan bir insan var ne de yaşanacak bir dünya! Tükenmiş her şey! Başından beri insan denilene benzemekle insan olunmuyor. İnsan başka bir şey! Denilenle bilinen aynı şey değil. İnsan sanılmak kolay şey ya insan olmak nasıl bir şey? İnsan muamelesi görülmekle de insan olunmuyor, insan başka şekilde, başka yerlerde olunuyor. Çünkü bu dünya birazda zorunluluk dünyası! Bazı şeyler mecburiyet kaidesi gereğince olduğu gibi olur zira. Nereye gitsen karanlık, nereye dönsen kötülük, nereye baksan pislik, aslını koruyan hiçbir şey kalmamış. Fotokopi, taklit egemen olmuş her şeye, her yere. Gönlündekini bile dile getiremiyorsun, daha ne olsun? Ama yaşıyorum diyebiliyorsun! Güzel olan kim, neresi güzel, güzel olan ne var? Özgür doğan insan denilen yaratığı her yerde zincire vurmuşlar ve alıştırmışlarda zincirle yaşamaya. Şimdi zincire vurulmadığı zaman isyan ediyor artık. Zincirle dolaşmayı, yaşamayı, yatmayı, kalkmayı, çalışmayı seviyor. Çünkü zincirsiz yaşamak ağır geliyor, çürümüş, kokuşmuş, et ve kemikten mürekkep gövdeye. Pislik içinde yaşıyor ama yaşadığını sanıyor. İflah etmeyen bir paradoks var derinlerde ama bilinmez ki nerde. Düşündükçe, sordukça, sorguladıkça, hissettikçe işin içinden çıkamıyorsun, ara yerde öylece kalakalıyorsun. Bunalıyor, boğuluyor, şaşırıyor, daralıyor, dağılıyor, yıkılıyorsun, tutunacak tek bir dal bulamıyorsun, ne biçim dünya, kim bu insan denilen şey lan diyorsun, çıldırıyorsun. Çünkü öyle bir açmazda, çıkmazda çakılıp kalıyorsun ki hiçbir yönden hiçbir ışık belirtisi göremiyorsun. Tamam, işte şudur diyemiyorsun. Her şey insanda diyorsun ya insan nerde biliyor musun? Mütemadiyen insan arıyorsun. Olmayanın oldurduğu görülmüş müdür? Olmak istemeyene ne diyeceksin? Haddizatında olmayan da yok, herkes olmuş, hem de çok güzel olmuş, olduğu için de belasını bulmuş, bulunca belasını dünya da işte böyle geldiği gibi gider olmuş. Ama böylede olmaz, olamaz, olmamalı diyorsun, ne mümkün, olan yine oluyor, gelip bulacak olan yine geliyor ve buluyor. Bizde kader diyoruz bunun adına, kader gelir, eder, gider diyerek geçip gidiyoruz, tüketiyoruz ömrümüzü. Geçelim! Hayat garip bir şeydir be evlat. Berbat bir şeydir hayat. Aslanı kediye, kurdu çakala boğdururlar. Çalışanı ezerler, yatanı baş tacı ederler. Hakkını ara derler, aradığın zaman perişan ederler. Güçsüzsen zaten öldün demek, haklı olman bile hiçbir şey değiştirmez. Kapıda it gibi yal beklersen en gözde sen olursun. İnsan olamayanlarla ama insan görünenlerle lebaleptir bu dünya. Konuşanlarla ama yapmayanlarla tıkabasa dolmuştur. Kahpeliğin, yalanın, dolanın bini bi paradır. Güzel şeyler dinlersin ama güzel şeyler yapamazsın. Dilde her şey muhteşemdir ama pratikte her şey bataklıktır. Çünkü kulaklarının dinlediğini, duyduğunu söyleyen de kahpedir. Adil olman söylenir ama adil davranamazsın, adil olanı zaten bulamazsın, adil olursan da asla onmazsın. Dürüstlükten dem vururlar ama kahpeliğindir ödüllendirilen ve farkında olmadan alıştırırlar yalan dolan dolu hayata. Yalan dolan dolu olmazsan saygınlığın olmaz, mutluluğu bulamasın. Özgürsün denir ama her tarafın zincire vurulmuştur zaten. Kahpedir insan denilen yaratık evlat! Konuştuğunun tersini yapar, olduğundan başkası gibi davranır. Ne olduğu gibi görünür ne de göründüğü gibi olur. Kendisine insan gibi davranıldığından insan olduğunu sanır, oysa zorunluluktur birazda hayat ama ne bilsin bunu. Babayı oğula, kızı anaya düşman ederler ve birbirlerine uzanan yola kan damlatırlar ki gönül kapıları kapanır ebedi. Ekmeğin mayasını kanla çalarlar, ki kansız ekmek kazanamasın kimse. Böyledir bu evlat! Çaren yoktur. Bir dilim ekmek kazanacağını, bir yudum su içmek istediğini ve mutlu yaşamlara sevdaya tutulduğunu çok iyi bilirler hayatın pezevenkleri, piçleri. Sen bir hiçsindir gözlerinde, sömürülecek bir metasındır. Sömürürler, sömürürler, sömürürler, sömürdükleri ve buna müsaade ettiğin kadar değerlisindir. Bu yüzden de senin çok kolay şekilde koyun olabileceğini çok iyi bilirler ve acımazlar evlat. Sabredecek, direneceksin ama bunu kendi içinde yapacaksın. Hak bildiğin yolda yalnızda kalsan yürüyecek kadar cesur olacaksın. Çünkü seciyesinde koyunluk olanlar, seciyesinde aslanlık olanlara seviyelerinin ve seciyelerinin gereği olan hayatı yaşatmazlar. Layık olduğun ve hak ettiğin hayatı kendin alacaksın. Kendilerinin yaşamadıkları hayatı sana sunacaklarını düşünmek ahmaklıktır evlat. Çelik gibi bir iraden, demir dağı eritecek bir sabrın, cehennemde yanmaya tahammülün olacak. İşte böyle de söyleniyor da yine de olmuyor be evlat! Zaten paradoksu yaratan da bu değil mi? Çünkü öyle yalnız, yapayalnız kalıyorsun ki, ölümden beter çaresizliğin kuyusuna düşüyorsun. Ağır roman gibi konuşurlar, fiyakalı sözler söylerler, kallavi cümleler kurarlar ama yaşayıp giderler işte. Öyle işte. Her şey dillerde kalır. Sen de bunlar için dertlenirsin, kavga edersin. Değer mi değmez ama alışmışsındır bir kez, bırakmak ne mümkün, zira bir yerde kendin için de savaşıyorsundur ve belki de asıl savaşın budur. Garip bir hayat işe be evlat dediğim gibi. Geçip gidiyorsun rüzgâr gibi, uçup gidiyorsun kanatsız bir kuş gibi, bakıp gidiyorsun bir misafir gibi, savrulup gidiyorsun dalından kopmuş bir yaparak gibi. Yağmur olup damlarsan boşa gidiyor, boş dolsun diyen olmuyor, bilakis bataklığa damlamak zorunda kalıyorsun. Böyle bir dünyada bilmiyorum ne yapmalı, nasıl yaşamalı, ne etmeli, nere gitmeli, bir kimliğin olmalı mı yoksa insan mı olmalısın her şeyinle ve her şeyin insanlık mı olmalı? Sana bir şey diyeyim evlat! Sakın ola ki insanların vebalini alma. Sakın ha sakın böyle bir hataya düşme, ki böylesi bir şey hata da sayılmaz bil. Bile isteye tek bir insana kötülük etme. Bu yıkar yok eder seni ve kimse de, hiçbir kudret, hiçbir kuvvet, hiçbir servet engelleyemez başına gelecek belaları. Vebal çok kötüdür be evlat! Yemin ediyorum yakanı, peşini bırakmaz asla. Şeyhin bile dese ki; şu insan kötü, inanma, ta ki tüm ruhunla, aklınla, kalbinle, bilincinle emin olasıya dek. Güneşi gördüğün gibi gerçeği göresiye dek. Belki kötü olan şeyhindir bilemezsin. Kişinin gerçek değerini Allah bilir be evlat! Bu dünya mal mülk edinip yığma yeri de değil evlat. Bu dünyaya yaşamaya geldik, insanca. Biriktirmeyi de sevmiyorum ki evlat. Sevemedim bu dünyayı bir türlü. Biriktirmek kavgası veremedim, ihanet telakki ettim hep biriktirirken ölenleri gördükçe. Çünkü biriktirmek demek bir şekilde kendi dışındaki dünyaya kör olmak demektir. Paylaşmaktan daha güzel ne olabilir ki burada. Paylaştıkça çoğalmaz mı insan ve yaşamaz mı paylaştıkça? Biriktirmek sevdası değil midir insan denilen yaratığı hayvanlaştıran ve korkunç hale sokan? Nereye götürmek için biriktirir ki insan? Mülkiyeti sevemedim gitti be evlat! Çünkü mülkiyet hastalığı bitirdi dünyayı ve de insan denilen yaratığı ve her şeyi bozan da bu oldu. Ama biriktirmekten de geri durulmadı. Çünkü sahip olmakla, biriktirmekle, çoğaltmakla insan olunacağı sanıldı. Aldatıldı, aldanıldı! Bizi hep aldattılar be evlat! Yaşadığımız hayattan başka bir hayatın mümkün olmadığını ve olamayacağını fısıldadılar kulaklarımıza her an.
Tarih: 15.06.2020 Okunma: 515

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?