İnsanlığın bugün içinde bulunduğu
içler acısı halinden herkes sorumludur, kimse kendini temize çıkarmaya ve
kenara çekilmeye yeltenmesin. Madem temizsin, o zaman insanlığın hali ne diye
sorarlar adama? Midesinde bir gram haram bulunmayan, hiçbir insantekinin yaşama
sevincini gasp etmemiş olan, tek bir insançocuğuna hiçbir kötülük yapmayan,
hiçbir şartta ve koşulda tek bir kulun hakkına tasallut etmeyen, uyarmak
vazifesini mümkün olduğu müddetçe ve sahip olunan hürriyet kadarıyla tek bir an
bile ihmal etmeyen bendeniz mi bu hale getirdim insanlığı? Öyleyse kim
günahsızsa ilk taşı o atsın! Uyardın mı? Saf iyiliği temsil edip tebliğ ettin
mi? Her daim hakikati haykırdın mı pervasızca? Kötülükten el çekip, el
çektirmek adına namusluca hareket ettin mi? Ne cevap vereceksin pezevenk? Aptal
mıyım ben? Hain miyim? Eyvallah deyip hakikate ihanet mi edeyim? Elbirliğiyle
insanlığı hastalandırdık ve çürüttük maalesef. Şimdi kalkıpta timsah gözyaşları
dökmeye lüzum yok. Doğrulara itibar etmedik, doğruların dile getirilmesine yol
vermedik. Şerefi, izzeti hiçe saydık; şerefsizliği, zilleti sessizce tolere
ettik. Değerleri hep birlikte yıprattık, işlevsiz hale getirdik, kazanmak
uğruna hoyratça tükettik. Dini bile dünyaya sattık. Üç kuruş için dini
mahvettik, insanları Allah ile aldatmaya yeltendik, söylediklerimiz hep
yalandı, midemize giren hep haramdı ama Allah deyince temizleneceğimizi sandık.
Sonra da güya insanların dinden uzaklaşmasına ağladık. Oysa biz uzaklaştırdık
insanları dinden, maalesef gerçek budur. Çünkü dini yaşamadık ama dinle
kazanmaya çalıştık ve dini harcadıkça harcadık, zerre utanmadık. Hep kendimiz
için çalıştık, her şeyi menfaatlerimize kurban verdik, kendi ellerimizle
işlediğimiz pislikler yüzünden pisliğe gömüldük. Şimdi ağlama vakti değil,
arınma, temizlenme ve yeniden insan olma vakti. Becerebilirsek elbette ki!
Midelerimiz haramla, rızklarımız kul hakkıyla lekelenmiş, kirlenmiş durumdadır
ve bu durum böyle sürdükçe felahımız muhal ender muhaldir. İkiyüzlü
pislikleriz. Gözlerin içine baka baka yalan söylüyoruz, suçumuzu örtmeye
yelteniyoruz, kendimizi suçsuz göstermek için başkalarını suçlamakta tereddüt
etmiyoruz. Hakikati göz göre göre yalanla öretmeye yelteniyoruz. Kallavi laflarla
insanlığı aldatmayı başarabileceğimizi düşünüyoruz. Bundan böyle asla
yapamayacaksınız bunu, aldanmayacağız, onurumuzu lekelemeyeceğiz. Tüm olguları,
insanlığı kendi kendine yabancılaştırmak adına istimal ediyoruz. Çünkü kendi
kendini hatırlayan insan üzerinden kirli, kanlı ve karanlık emellerimize mülaki
olamayacağımızı biliyoruz. Ne yani hakikat konforunuzu mu bozuyor, uykularınızı
mı kaçırıyor? Elbette kaçacak, elbette bozulacak. Ne olmasını bekliyordunuz?
Şerefsizlik ve zillet çukurunda gebermeyi mi bekleyecektik? Kimse kusura
bakmasın kendi ateşine odun taşıyanlardan olmayacağız!
Adaleti ayakta tutsunlar diye hakikatin
mutlak kanıtlarıyla birlikte gönderilen Peygamberler bir yanda, gözlerini
hakikate kapayan, kulaklarını hakikate tıkayan, akıllarını ve kalplerini
hakikate kör kılan, vicdanlarını hakikatle beslemeyen ve bile isteye hakikatten
inhiraf eden insançocukları diğer yanda. Böyle bir dünyada ne olmasını
bekliyoruz ki? Böyle bir insanlığın ne yapmasını umuyoruz ki? Daha kim olduğunu
idrak edememiş, niçin yaşadığının farkında olmayan, nasıl yaşaması gerektiğine
dair hiçbir fikri bulunmayan insanlıkla nereye kadar? Daha kendimizi bilmeden,
tanımadan, neye ihtiyacımız olduğunu ve neyi istediğimizi bildiğimizi sanacak
kadar zavallıyız. İdeolojilerde aynı, bilimlerde
aynı, üretilmiş dinler de aynı. Hepsi insanı tanımadan, insana elbise biçmeye
yeltenmektedirler. Politika dediğimiz şey ise zaten pislik üretme merkezi gibi
çalışıyor harıl harıl. Oysa önce insanın ne olduğu, kim olduğu bilinmelidir,
bilinmeliydi. Bugün bilimde, dinde, ideolojide insanlığı uyuşturan, uyutan bir
afyondur. Hepsi da insanı aline etmektedir. Çünkü hepsi de insanlık eliyle
gerçek gayelerinden inhiraf etmiş durumdadırlar, tahrip ve tahrif edilmişlerdir
ve tabir caizse birer sömürü vasıtası olarak istimal edilmektedirler.
Politikada sömürülmeleri için her türlü düzeneği istendik şekilde dizayn
etmektedir. İstenilen insan tipini değil, istenmeyen insan tipini
üretmektedirler. Bugün yekpare bilimler insanı tanımadan, anlamadan insan
hakkında ahkâm kesmektedirler ve güya tanımadıkları, bilmedikleri insanlığın
sorunlarına çözüm üretmektedirler. Maksat sorun çözmek değil sorun üretmektir
oysa! Ama bu fark edilmekte midir? Kesinlikle hayır. İnsan bile kendisini
bilmemekte, tanımamaktadır. Hangi insan tek bir an bile, insan nedir, kimdir,
niçin buradadır, niçin yaşamaktadır, nasıl yaşamalıdır, kim için yaşamalıdır
diye sorular sorup, sorgulamalar yaparak kendisini anlama çabasında
bulunmuştur? Kendisine gelenleri bu temelde çözümleme ve değerlendirme çabasına
girişmiştir? Maalesef sükût!
Bugün insanlık ne acıdır ki; kazanmak
ve yemek için yaşamaktadır, yaşamak için kazanmakta ve yemekte değildir. İşte
bu yüzden de nesnelerin nesnesi konumuna düşürmüştür ve indirgemiştir kendisini.
Kazanmak ve yemek için yapmayacağı şey yoktur ve yapmakta da tereddüde
düşmemektedir. Böyle olunca da kendisiyle bir anlık bile baş başa kalacak zaman
bulamamaktadır, zira böyle bir şeyi kayıp zaman olarak telakki etmektedir. Misal;
hayatımızda hep karşılaştığımız bir detay sorundur, bir oturumda 20 sayfa kitap
okumaktan imtina etmektedir. Çünkü elden kaçacak bir kuruşu bile böyle bir şeye
feda etmeye değmez öyle ya. Kendisini bilmek ona ne kazandıracaktır ki değil mi
ve bugüne kadar kendini bilenler neyi kazanmışlardır ki? Aksine belki de
kaybettirecektir! Ama ne gariptir ki tüm bu çaba ve gayretlerine rağmen yine de
istediği kadar kazanamamakta ve yiyememektedir. Çünkü çark onun istediği gibi
kazanması ve yiyebilmesi için değil, istenilen kadar kazanılması ve
yenilebilmesi uğrunda bir araç olması için dizayn edilmiştir ama ona da
istediği kadar kazanabileceği ve yiyebileceği gibi sahte bir umut
zerkedilmiştir ki, girdiği yoldan dönmesin. Yaşadığımız zamanlarda Heidegger’in
tanımlamasıyla ‘’gerçek kendisi’’ni bilmeyen bir insanla karşı karşıyayız.
Böyle olunca da ne yapacağını ve ne uğruna yaşayacağını bilmeyen insanla karşı
karşıya kalmış oluyoruz. Bugünkü insan tipi, bilinçten, şuurdan, iradeden,
ihtiyardan mahrum, kendi kaderine müdahale etmekten aciz, kendi istediği yere
gidemeyen ama istenilen yere sürüklenen ve azgın sel dalgalarının akışına
kapılmış bir çöp parçasından farksızdır. Hülasa; sefil bir sürü gibidir!