ÇÜRÜYÜŞ...39...

Özgür DENİZ - 15.06.2020

İnsanlığın bugün içinde bulunduğu içler acısı halinden herkes sorumludur, kimse kendini temize çıkarmaya ve kenara çekilmeye yeltenmesin. Madem temizsin, o zaman insanlığın hali ne diye sorarlar adama? Midesinde bir gram haram bulunmayan, hiçbir insantekinin yaşama sevincini gasp etmemiş olan, tek bir insançocuğuna hiçbir kötülük yapmayan, hiçbir şartta ve koşulda tek bir kulun hakkına tasallut etmeyen, uyarmak vazifesini mümkün olduğu müddetçe ve sahip olunan hürriyet kadarıyla tek bir an bile ihmal etmeyen bendeniz mi bu hale getirdim insanlığı? Öyleyse kim günahsızsa ilk taşı o atsın! Uyardın mı? Saf iyiliği temsil edip tebliğ ettin mi? Her daim hakikati haykırdın mı pervasızca? Kötülükten el çekip, el çektirmek adına namusluca hareket ettin mi? Ne cevap vereceksin pezevenk? Aptal mıyım ben? Hain miyim? Eyvallah deyip hakikate ihanet mi edeyim? Elbirliğiyle insanlığı hastalandırdık ve çürüttük maalesef. Şimdi kalkıpta timsah gözyaşları dökmeye lüzum yok. Doğrulara itibar etmedik, doğruların dile getirilmesine yol vermedik. Şerefi, izzeti hiçe saydık; şerefsizliği, zilleti sessizce tolere ettik. Değerleri hep birlikte yıprattık, işlevsiz hale getirdik, kazanmak uğruna hoyratça tükettik. Dini bile dünyaya sattık. Üç kuruş için dini mahvettik, insanları Allah ile aldatmaya yeltendik, söylediklerimiz hep yalandı, midemize giren hep haramdı ama Allah deyince temizleneceğimizi sandık. Sonra da güya insanların dinden uzaklaşmasına ağladık. Oysa biz uzaklaştırdık insanları dinden, maalesef gerçek budur. Çünkü dini yaşamadık ama dinle kazanmaya çalıştık ve dini harcadıkça harcadık, zerre utanmadık. Hep kendimiz için çalıştık, her şeyi menfaatlerimize kurban verdik, kendi ellerimizle işlediğimiz pislikler yüzünden pisliğe gömüldük. Şimdi ağlama vakti değil, arınma, temizlenme ve yeniden insan olma vakti. Becerebilirsek elbette ki! Midelerimiz haramla, rızklarımız kul hakkıyla lekelenmiş, kirlenmiş durumdadır ve bu durum böyle sürdükçe felahımız muhal ender muhaldir. İkiyüzlü pislikleriz. Gözlerin içine baka baka yalan söylüyoruz, suçumuzu örtmeye yelteniyoruz, kendimizi suçsuz göstermek için başkalarını suçlamakta tereddüt etmiyoruz. Hakikati göz göre göre yalanla öretmeye yelteniyoruz. Kallavi laflarla insanlığı aldatmayı başarabileceğimizi düşünüyoruz. Bundan böyle asla yapamayacaksınız bunu, aldanmayacağız, onurumuzu lekelemeyeceğiz. Tüm olguları, insanlığı kendi kendine yabancılaştırmak adına istimal ediyoruz. Çünkü kendi kendini hatırlayan insan üzerinden kirli, kanlı ve karanlık emellerimize mülaki olamayacağımızı biliyoruz. Ne yani hakikat konforunuzu mu bozuyor, uykularınızı mı kaçırıyor? Elbette kaçacak, elbette bozulacak. Ne olmasını bekliyordunuz? Şerefsizlik ve zillet çukurunda gebermeyi mi bekleyecektik? Kimse kusura bakmasın kendi ateşine odun taşıyanlardan olmayacağız!

 

Adaleti ayakta tutsunlar diye hakikatin mutlak kanıtlarıyla birlikte gönderilen Peygamberler bir yanda, gözlerini hakikate kapayan, kulaklarını hakikate tıkayan, akıllarını ve kalplerini hakikate kör kılan, vicdanlarını hakikatle beslemeyen ve bile isteye hakikatten inhiraf eden insançocukları diğer yanda. Böyle bir dünyada ne olmasını bekliyoruz ki? Böyle bir insanlığın ne yapmasını umuyoruz ki? Daha kim olduğunu idrak edememiş, niçin yaşadığının farkında olmayan, nasıl yaşaması gerektiğine dair hiçbir fikri bulunmayan insanlıkla nereye kadar? Daha kendimizi bilmeden, tanımadan, neye ihtiyacımız olduğunu ve neyi istediğimizi bildiğimizi sanacak kadar zavallıyız.  İdeolojilerde aynı, bilimlerde aynı, üretilmiş dinler de aynı. Hepsi insanı tanımadan, insana elbise biçmeye yeltenmektedirler. Politika dediğimiz şey ise zaten pislik üretme merkezi gibi çalışıyor harıl harıl. Oysa önce insanın ne olduğu, kim olduğu bilinmelidir, bilinmeliydi. Bugün bilimde, dinde, ideolojide insanlığı uyuşturan, uyutan bir afyondur. Hepsi da insanı aline etmektedir. Çünkü hepsi de insanlık eliyle gerçek gayelerinden inhiraf etmiş durumdadırlar, tahrip ve tahrif edilmişlerdir ve tabir caizse birer sömürü vasıtası olarak istimal edilmektedirler. Politikada sömürülmeleri için her türlü düzeneği istendik şekilde dizayn etmektedir. İstenilen insan tipini değil, istenmeyen insan tipini üretmektedirler. Bugün yekpare bilimler insanı tanımadan, anlamadan insan hakkında ahkâm kesmektedirler ve güya tanımadıkları, bilmedikleri insanlığın sorunlarına çözüm üretmektedirler. Maksat sorun çözmek değil sorun üretmektir oysa! Ama bu fark edilmekte midir? Kesinlikle hayır. İnsan bile kendisini bilmemekte, tanımamaktadır. Hangi insan tek bir an bile, insan nedir, kimdir, niçin buradadır, niçin yaşamaktadır, nasıl yaşamalıdır, kim için yaşamalıdır diye sorular sorup, sorgulamalar yaparak kendisini anlama çabasında bulunmuştur? Kendisine gelenleri bu temelde çözümleme ve değerlendirme çabasına girişmiştir? Maalesef sükût!

 

Bugün insanlık ne acıdır ki; kazanmak ve yemek için yaşamaktadır, yaşamak için kazanmakta ve yemekte değildir. İşte bu yüzden de nesnelerin nesnesi konumuna düşürmüştür ve indirgemiştir kendisini. Kazanmak ve yemek için yapmayacağı şey yoktur ve yapmakta da tereddüde düşmemektedir. Böyle olunca da kendisiyle bir anlık bile baş başa kalacak zaman bulamamaktadır, zira böyle bir şeyi kayıp zaman olarak telakki etmektedir. Misal; hayatımızda hep karşılaştığımız bir detay sorundur, bir oturumda 20 sayfa kitap okumaktan imtina etmektedir. Çünkü elden kaçacak bir kuruşu bile böyle bir şeye feda etmeye değmez öyle ya. Kendisini bilmek ona ne kazandıracaktır ki değil mi ve bugüne kadar kendini bilenler neyi kazanmışlardır ki? Aksine belki de kaybettirecektir! Ama ne gariptir ki tüm bu çaba ve gayretlerine rağmen yine de istediği kadar kazanamamakta ve yiyememektedir. Çünkü çark onun istediği gibi kazanması ve yiyebilmesi için değil, istenilen kadar kazanılması ve yenilebilmesi uğrunda bir araç olması için dizayn edilmiştir ama ona da istediği kadar kazanabileceği ve yiyebileceği gibi sahte bir umut zerkedilmiştir ki, girdiği yoldan dönmesin. Yaşadığımız zamanlarda Heidegger’in tanımlamasıyla ‘’gerçek kendisi’’ni bilmeyen bir insanla karşı karşıyayız. Böyle olunca da ne yapacağını ve ne uğruna yaşayacağını bilmeyen insanla karşı karşıya kalmış oluyoruz. Bugünkü insan tipi, bilinçten, şuurdan, iradeden, ihtiyardan mahrum, kendi kaderine müdahale etmekten aciz, kendi istediği yere gidemeyen ama istenilen yere sürüklenen ve azgın sel dalgalarının akışına kapılmış bir çöp parçasından farksızdır. Hülasa; sefil bir sürü gibidir!

Tarih: 15.06.2020 Okunma: 350

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?