ÇÜRÜYÜŞ...45...

Özgür DENİZ - 15.06.2020

Bizim sorunumuz nedir biliyor musunuz ey güzel insançocukları? Kötülük içimizde capcanlı dururken, bizim; dışımızdaki kötülüklerden şikâyet etmemiz ve o kötülükleri yok etmeye çalışmamız yani kendi gözümüzdeki merteği görmememiz ama elin gözündeki çöpü görmemiz ve onu çıkarmaya yeltenmemiz. Gerçekten bu sizlere de tiksindirici gelmiyor mu? Ya adamın dilinden, suratından kötülük akıyor ama sanki dünyada kalan tek iyi o ve herkes kötü. Nasıl iğrenç bir riyakârlıktır bu ya? Oh ne ala memleket, her türlü kötülüğü yap ama tertemiz ol, başkaları ise iyilik yapsa dahi her daim kötü olsunlar. Oysa insan dediğin önce kendi gözündeki merteği çıkarır ki, başkasına; gel gözünde ki çöpü çıkarayım demeye hakkı olsun. Ama hayır ille de başkasının gözündeki çöpe dikmiş gözünü ve onu çıkaracak pezevenk. Geniş yollarda yürümeye alışmışız, oysa bizi dar yollar kurtaracaktır, fakat biz bilmiyoruz, bilmeye de teşne değiliz, çünkü geniş yollarda geniş geniş yürümeyi ve önümüze ne çıkarsa yutmaya alışmışız ve bu durumu kanıksamışız. Keza komprador kendi içimizde mutlak otoritesiyle egemenken, bizim; dışımıza egemen olan kompradorlarla savaştığımızı sanmamız da tiksindirici bir riyakârlıktır. Sanki hep almak hatta çalmak için doğmuşuz, bir türlü vermeye yanaşmıyoruz. Oysa kimin olanı kime vermediğimizi bir düşünebilsek belki aklımızda bir şeyler kıvılcımlanacaktır, velakin hayır ne mümkün. Hem teraküm ederiz, hem hangi yollardan kazandığımızı bilmeden kazanmak için geberircesine müsademeye yelteniriz hem de güya kompradorlara karşı savaş açtığımızı sanacak kadar ahmağız. Ulan zaten komprador pezevenkler seni içinde ki kompradorun varlığı sayesinde yeniyor, zira senin zaaflarını biliyor ve büyük bir ustalıkla istimal ediyor onu yani daha baştan bir sıfır yenik durumda bulunuyorsun. Düşman seni içinden vurmuş ama farkında değilsin ve seni içinden vuran düşmanınla savaştığını, onu yenebileceğini zannedecek kadar ahmaksın. Dürüst ol dürüst ve gerçekle yüzleş ey güzel insançocuğu!

 

Viran olmuş ve viran olması mukadder bir yurttayız ama öyle bir tutunuyoruz ki, sanki tutununca sonsuzlaştıracakmışız gibiyiz şeyleri. Kendimiz sonsuz değiliz ama bize ait olanların ya da kendimize ait kılmaya çalıştığımız şeylerin sonsuz olabileceği ihtimalini düşünüyoruz sanki ve öyle bir sarılıyoruz ki hiç bırakmamacasına. Şöyle çocukluğumuzdaki gezip oynadığımız, anılarımızı bıraktığımız, acılarımızı ve sevinçlerimizi ve kahkahalarımızı saklayan, dostlarımızın kokusunu, oyunlarımızın neşesini duyumsadığımız, o güzel bayramları anımsadığımız ve o anımsanan güzel günlerin belli belirsiz rayihalarını içimize çektiğimiz yerleri gezip dolaşıyor muyuz hiç? Hele bir de bir şeyleri yerlerinden eden, gövdenizi delip geçen ve taaa gönlünüzün derinliklerinde hissedilen, sararan yaprakları dallarından ayırıp savuran tatlı bir esinti eşliğinde yapıyorsak böyle bir şeyi nasılda bir yudum hüzün gelip düşüveriyor değil mi gönül toprağınıza? Derin iççekişleri yaşıyorsunuz. Yaşadığımız yerlerde yaşadıklarımızı hissederek yeniden yaşıyormuşuz gibi oluyor muyuz? Şeylerin nasılda viran olup gittiklerini, her şeyin siluetlerinin nasılda değiştiğini görüyor muyuz? Ne garip değil mi, geldik ve gidiyoruz. İllaki gideceğiz! Ama geldik ve durduk gibiyiz ve hiç gitmeyecekmişiz gibiyiz değil mi? Nasıl da vahşileşmişiz, merhameti öldürmüşüz, hüzün diye bir şeyi zaten bilmiyoruz. Merhametsizliğin, vicdansızlığın, acımasızlığın girdaplarında tükenip gidiyoruz. Tükenirken tüketiyoruz! Viran olan ve olacak olan yurttan önce biz viran olmuşuz. İnsandan, insanlığını şırıngayla çekip almak istiyoruz. Tüm güzellikleri boğmak istiyoruz. Gülümseyen yüzlerde acının donup kalmasını istiyoruz. Yaşayamadan öldürmek istiyoruz insanlığı! Fanusun içerisinde tükenip gitsin istiyoruz ömürler ve ne sevinçler, ne acılar, ne dostluklar layıkıyla yaşanmasın istiyoruz. Kahkahalar doğmadan donsunlar yüzlerde istiyoruz. Lanet olası isteklerimiz hiç bitmiyor. Güzel şeylere dair istediğimiz hiçbir şey yok. Çünkü hüzünden behremiz yok. Biz hüznü yitirdiğimiz gün yittik ve yitik diyarlarda çürüdük gittik!

 

İnanın, imkânım olsa, şu doymak bilmez insanlığı doyurmayı o kadar çok isterdim ki ama ne mümkün. Çünkü verdikçe isteyen, aldıkça daha fazlasına göz diken yüzsüz, açgözlü, tüm gövdesini hırsın esir aldığı bir insanlıkla karşı karşıyayız. Sen yok ol, sadece varolsun o! Verdikçe ver, koydukça koy önüne, nedir demez yutar. Bu yüzden de bir türlü doymak bilmiyor, kendi elindeki yetmiyor, başkasının elindekine göz dikiyor. Kendi sofrasındakini yemekten aciz ama başka sofralardan gözü çekilmiyor. Bir de güç girdimi işin içine, işte o zaman tutmanda kabil olmuyor, münhasıran önündekini değil, seni de yutmak istiyor. Hatta tüm insanlık sürünsün, bir tek kendi yürüsün ve yürüyen kimse sürünenleri sömürsün istiyor. Bilmiyor ki Karun ne oldu? Bilmiyor ki Firavun nerede? Bilmiyor ki Nemrut neye uğradı? Bilmiyor ki Belam neyle karşılaştı? Bilseydi almak istemezdi, vermekten de çekinmezdi ama bilmiyor. Alıyor ama vermiyor. Mütemadiyen teraküm ediyor fakat yığdıklarının altına yığılıp kalacağı günden bihaber ahmak. Ağzı geniş, eli dar, yutuyor hamuduyla ama kaşıkla bile vermiyor. Oysa bilseydi ki hiçbir zaman alamayacağı, ulaşamayacağı şeyler ancak vermekle kabildir, belki o dem vermekten imtina etmezdi diyeceğim ama yine de vermeyecekti. Çünkü kötü ağaçtan iyi meyve ummak ahmaklıktır. İyi ve sağlam ağacında kötü meyvesi olmaz. İşte bu türlerde meyve vermeyen ağaca benzerler. Meyveleri dallarında çürür gider de yine o olgun meyvelerinden faydalandırmaz insanlığı. Oysa o ağaçtır ki, kökü topraktadır ve toprak ona vermezse onun dalları meyve görmez.  Bilir mi bunu? Bilmez. Niye? Çünkü aklı yok ki düşünsün, kalbi yok ki hissetsin. Ya halkın teri, yaşı, kanı, emeği üzerinden bağlanıp, bahçelenene ne demeli? Aklı var ama düşünmüyor, kalbi var ama hissetmiyor pezevenk. Halktan alıyor alabileceği kadar ama bir gram bile koklatmıyor. Ama halkta suçlu elbette ki; çünkü çakalların paylaştığı etlerden kalan kemiklere eyvallah ediyor da, az da olsa hakkı olan etli kemiğe yanaşmıyor. İsteseydi alırdı, isteyince vermiyorlar. Almasını bilmezsen, vermesini zaten bilmez, bilmedi, bilmeyecek!

Tarih: 15.06.2020 Okunma: 378

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?