Akıl verilmiş, akledin denmiş akleden
yok. Her yerde, her yönde, her kulvarda bağnazlıktan, sekterlikten kırılıyoruz.
Her alanda çürümüşüz tel tel dökülüyoruz. Her
yerde, her yönde, her kulvarda batılın, bidatlerin, hurafelerin, taassubun
dibine gömülmüşüz. Öz yok, kalıbın mahkûmu olmuşuz ve görüntüye tapıyoruz. Tapıyoruz
derken de yalan söylüyoruz, O’ndan gayrı herkesten istimdat umuyoruz, sonra da
inanıyoruz diyoruz, yap denileni biliyoruz ama her türlü naneyi yiyoruz. Tarihi
soranlar ve sorgulayanlar yapmışlar, soran ve sorgulayan yok, sorana ve
sorgulayana ruhsat ve tahammül yok. Tek bir soru sormaktan korkuyoruz,
Allah’tan korkar gibi korkuyoruz. Okuyun denmiş ama okuyandan korkuluyor. Çünkü
kitabın düzen bozuculuğu biliniyor. Zaten öylesine okuyun deniyor. Okuyana kıymet
veren mi var? Zerre miskal yok. Çünkü okuyun diye haykıran herkes düzenbazlık,
madrabazlık yapıyor. Kitap yasak meyve adeta, yersen ölüyorsun. Akıl var
kullanan yok. Kalp var hisseden yok. Vicdan var merhameti yok. Nasıl bir dünya
lan bu? Söyleyince düşman oluyorsunuz. Niye düşman oluyorsunuz? Hamasete teslim
olmadığınız için. Koşulların gücüne boyun eğmediğiniz için. Körü körüne
inanmadığınız için. Gerçeklerin peşine düştüğünüz için. Kahir ekseriyetin
birleşik sıradanlığına teslim olmadığınız için. Dışarıyı kazanmak pahasına
içeriye ihanet etmediğiniz için. Doğru söylüyorsan, gerçekleri haykırıyorsan
vurulmalısın. Yalan diyen namussuzdur. İyiysen ezerler, kötüysen karşında sıra
sıra dizilirler. İnsançocuğunun hali pür melalidir bu. Sussan olmuyor, susmasan
olmuyor, söylesen tesiri olmuyor. Üstelik ithamlara maruz kalıyorsun. Niye?
Düzen bozuyorsun, çarka çomak sokuyorsun diye. Ne yapmalıydım? Boyun mu
eğmeliydim, yalanlara mı inanmalıydım, gerçekleri gözlerimde öldürmeli miydim?
İnsanım ben, çendan insan olmaya çalışan bir faniyim. Bu yüzden de susku yazmaz
benim kitabımda ve son nefesimde bile soru olacak!
Davranışlarımızda şerefsizlik
çukurunda debeleniyoruz ama servetimizle şerefliyiz, kudretimizle şerefliyiz,
kimliğimizle şerefliyiz, mevkiimizle şerefliyiz, sahip olduklarımızla
şerefliyiz. Peki, nasıl kabil olabiliyor böyle bir şey? Şerefsizken şerefli
olmak, nasıl bir şeydir bu ve nasıl yani nasıl? Cahil bir insansak ve toplumsak
kabil olabiliyor işte. Çünkü sende ne varsa karşındakinde de onu görürsün ve
ona göre muamele de bulunursun. Şerefsizlikten pay sahibiysen şerefsizlere de
paye vermekte cömert davranırsın, şerefliye de güya elindeymiş gibi şereften
zerre koklatmamaya yeltenirsin. Oysa dünya tarihinde hiçbir insan topluluğu
kuvvetle muhtemel şahit olmamıştır ki, davranışlarıyla şerefsizlikte demir
atmış birey ya da toplum, kudretiyle, kimliğiyle, servetiyle, mevkiiyle ve
malik olduklarıyla şereflenebilsin ve şereften behresi olsun. Gerçekten şerefli
olana şeref bahşetmeyiz ama şerefsize şeref bahşetmekte gayet cömerdiz. Kimin
şerefini kime bahşediyoruz oysa? Niye böyle yapıyoruz? Çünkü bizim de sahip
olduğumuz şeref şerefsizlerin elinde de ondan. Şerefi dünyalıklarla satın
alınabilecek ya da dünyalıklara sahip olmakla sahip olunabilecek bir şey olarak
görüyor ve satın almaya, sahip olmaya yelteniyoruz. Şerefli olana şeref
bahşetmekten imtina ederiz ama gideriz şerefsizin önünde şaklabanlık yaparız. Acaba
dışımızdakilerden soyunuversek geriye ne kalır? Şereften kaç okka kalır
gerçekten? Davranışlarımızla alçaklarda isek, sahip olduklarımızla yükseklere
çıkamayız ey insançocukları! Binaenaleyh yükselmek mi istiyoruz,
davranışlarımızı murakabe etmek mecburiyetindeyiz ve davranışlarımızda ayıklama
yapmak zorundayız, zira yükselmek, insan olmak için mübrem olan yegâne şey
budur. Davranışlarını insanlaştır ey insançocuğu, gör bak o vakit sahip
olduklarında şerefine şeref katacaktır!