Bakınız efendiler! Kutsal yasalar
yahut büyük insanlığın kadim umdeleri sizin nefislerinize ve aşağılık
çıkarlarınıza göre tevil edilemez ama sizin nefislerinizden fışkıran ve
insanlığa ölümlerden ölüm beğendiren yasalarınız ve aşağılık çıkarlarınız
kutsal yasalara ve büyük insanlığın kadim umdelerine göre yargılanabilir ancak.
Bu yüzden, bendenizden, kutsal yasaların ve büyük insanlığın kadim umdelerinin bedenize
emrettiklerinin tersini yapmamı isteyemezsiniz. Geçelim! ‘’Kardeşinin derdiyle
dertlenmeden, kardeşinin derdine çare aramadan deliksiz uykuya dalanlar bizim
mescitlerimize yaklaşmasınlar.’’ Kim diyor, kime diyor? Bana söylemek için mi
öğreniyorsun bu sözü sahtekâr pislik? Defol git, gereğini yap. Senin kuru
bilgine, bilgiçlik taslamana ihtiyacım yok benim, senin eylemine ihtiyacım var
ve eylemin yoksa söylemin hükümsüzdür, mürailikten başka bir şey değildir. Ki,
böylesi bir durumda, senden tiksindiğim kadar, senin sahip olduğun her şeyden
de uzaklaşırım. ‘’Din samimiyettir!’’ Diyen kimdi ve kime diyordu? Hadi buyurun
korkmayın, çekinmeyin söyleyin, var mı cesaretiniz? Dünya malını ele geçirmek
uğruna verdiğiniz mücadelenin binde birini verseydiniz, teraküm ettiğiniz
mülkün bir gramını hasretseydiniz, dünyayı imar etmek için sarf ettiğiniz
miktarın üç kuruşunu ayırsaydınız, bugün ruy-i zeminin her bir köşesinde
zalimlerin tasallutu altında acılar içerisinde kıvranan insanlığa belki faydanız
dokunabilirdi? Ama siz ne yapıyorsunuz? Attığınız her adımda menfaatlerinizi
düşünüyor, onların peşinden koşuyor, onlara zarar gelmesin diye hesap kitap
yapıyorsunuz, yarının endişesiyle zalimlerin zulmüne göstermelik tepkiden başka
hiçbir şey yapmıyorsunuz, mütemadiyen kıvırıyor, arada bir höykürüyor, sonrada
bilmem neyinizin üstüne oturup çaylarınızı yudumluyorsunuz ve her şeyi
unutuyorsunuz. Öyle edebiyat yapmakla, bir iki nutuk atmakla insanlığın
kaderinin değişeceğini, tarihin tekerleğinin istenilen istikamette gideceğini
mi sandınız? Kimi kandırıyorsunuz? Allah’ı mı kandırmaya yelteniyorsunuz? Doğu
Türkistan da, Arakan da vb. yerlerde zulüm altında inleyen insanlığın derdine
derman olmak istiyor muyuz gerçekten? Edebiyat yaparak mı istiyoruz yoksa
şerefli eylemler ortaya koyarak mı? İsteseydik, mutlaka başarırdık! Hem
vallahi, hem billahi, hem tallahi ve kutsal yasalar üzerine büyük yemin ederim
ki, isteseydik mutlaka karşılığını alırdık. Çünkü kapıyı inatla, ısrarla,
sabırla çalana kapı mutlaka açılırdı!
‘’Dünya bir köprüdür, üzerinden geç,
tamirine bakma.’’ Böyle diyordu Hz. İsa. Ama böyle yapmadık. Öyle bir çöktük ve
çöreklendik ki onun üzerine ve ona öyle bir sarıldık ve saldırdık ki, sanki
onun üzerinde sonsuza dek varolacakmışız ve ondan hiçbir şekilde, hiçbir zaman
kopmayacakmışız gibi. Bu dünyaya mülk sahibi olmaya gelmişiz gibi sarıldık,
saldırdık ona. Ona sarılıp, saldırdıkça, insanlığımızdan harcadık,
insanlığımızdan harcarken utanmadık insanlığımızdan. Emanet olan mülkü
paylaşmak ve paylaşarak çoğalmak ve çoğalarak kuvvetlenmek yerine öyle yığdık
öyle yığdık ki, artık ondan zerre gitse yüreğimiz ezilir, aklımız yiter oldu. İnsanlığın
ihtiyaç duymadığı ve hissetmediği ama kendimizin güçlerimizi göstereceğimiz
yerlere su gibi akıttıkta, insanlığı iyileştirmek, diriltmek, insanlığın
acılarını dindirmek, açlığını yok etmek için harcamaktan imtina ettik. Sanki
kendi mülkümüzden harcıyorduk. Sanki mülk bizimdi, mülkü biz halketmiştik! Sanki
kendi mülkümüzdü yığdıklarımızı kazandığımız yer. Karunlar gibiydik ama
Karunlarla savaşıyorduk güya, Firavunlar gibiydik ama Firavunlarla savaşıyorduk
güya, Hamanlar gibiydik ama Hamanlarla savaşıyorduk güya. Yalandı he şeyimiz
yalan, insanlığımız yalandı, kavgamız yalandı ve yalandı söylediklerimiz, eylediklerimiz.
Bu yüzden de samimiyetsizliğimizin karşılığını buluyorduk her daim. Ne
ekiyorsak onu biçiyorduk, ne istiyorsak onu alıyorduk. Kanunlar yoluyla
inhisarımıza aldık insanlığa ait ne varsa ama insanlık için akıtmaktan,
harcamaktan imtina ettik. Çünkü sahip oldukça hükmedebilecektik. Bizim derdimiz
dertleri azaltmak, acıları paylaşmak, sevinçleri çoğaltmak, açları doyurmak, çıplakları
giydirmek olmadı hiçbir zaman, yemin ediyorum olmadı, olsaydı mutlaka
oldurulurdu, bizim derdimiz insanlığın hakkına çökmek ve insanlık üzerinde
egemenlik tesis ederek insanlığa hükmetmek oldu her zaman. Ama insanlığın
içinde bulunduğu ve bizim bulunduğumuz yer âlemin malumu. Utanacak, kızaracak
yüzümüz var mı acaba? İnsan mıyız ki, böyle şeylerimiz olsun değil mi? Veyl
olsun!