Bakınız eyyy insançocukları! Burada
her daim mustazafların dininden söz ediyorum, insanlığın diliyle konuşuyorum;
müstekbirlerin dininden söz etmiyorum ve hayvanlığın diliyle konuşmuyorum. Çünkü
bir mustazafların-ezilenlerin-insanların dini olduğunu, bir de
müstekbirlerin-ezenlerin-hayvanların dini olduğunu düşünüyorum. İşte bu yüzden
diyorum, ey zalimler sizin tanrılarınıza inanmıyorum ve perestij etmeyeceğim!
Benim inandığım Tanrı’da sizin tanrınız değil. Binaenaleyh, bendenize kendi
tanrılarınızın hükümleriyle gelmeyin. Kabul edilmeyeceksiniz! Bu yüzden de
kutsallık kılıfıyla sarıp sarmaladığınız ve bizlere yutturmaya yeltendiğiniz
yalanlarınızı asla yutmayacağız. Zer (altın-mülk-karun), zor
(iktidar-kudret-firavun) ve tezvir (aldatma-uyutma-din-haman) şebekenize boyun
eğmeyeceğiz ama şebekenizi mutlaka er ya da geç çökerteceğiz. Çünkü insanlığı
asırlar boyunca kutsallık kılıfı giydirilmiş yalanlarınızla uyuttunuz,
avuttunuz, aldattınız ve üçayakla döndürülen çarklarınızda öğüttünüz.
Söylediklerinizin hepsi yalandı ama beyinlerini ve kalplerini çaldığınız ve
mankurtlaştırdığınız insanlığı inandırdınız. İnandırarak kendinize kul ve köle
ettiğiniz insanları da acımasızca ezdiniz, sömürdünüz. Fakat istediğiniz
düzeyde başaramadınız ve bademada başaramayacaksınız. Artık sonunuz geliyor,
tarihin tekerleği bizden yana dönüyor ve vaat edilen mutlaka sahibini bulacak!
Sizin için korkudan başka hiçbir şey olmayacak; taptığınız, sahiplendiğiniz,
yığdığınız, uğruna insanlığı acılardan acılara sürgün ettiğiniz bu dünyada.
Günahlarınız da boğulacaksınız and olsun ki! Acı çektiren mutlaka misliyle
çekecektir. Ağlatan mutlaka ağlayacaktır. Ve insanlığa nasıl davrandıysanız,
size de aynıyla davranılacaktır yani adaletsizlik olmayacaktır. Çünkü kadim
yasa der ki; ‘’insanların size nasıl davranmasını istiyorsanız, siz de onlara
öyle davranın.’’ Nasıl davrandıysanız, aynısıyla karşılığını bulacaksınız. Adalet
budur!
Çürüme sessizce olur, farkında olmadan
olur. Çünkü insan dediğin sessizce bozulur, farkına bile varamaz nasıl
bozulduğunun. Geçelim! Senin iyiliğin için yapıldığını düşündüğün ama gerçekte
seni çökertmek için yapılan şeyleri kabullendiğin ve şehvetle uygulamaya
geçirdiğin gün olur. Senden olduğunu sandığın şahısların her dediğine eyvallah
ettiğin gün olur. Senden olsa bile acı gerçekleri söyleyenlerin senden
olmadıklarını düşündüğün ya da onların söyledikleri sana dünyadan bir şeyler
kaybettireceği için onları düşman bellediğin gün olur. Güya senin iyiliğin için
yapılıyormuş havası verilir, biraz rant koklatılır, biraz dünya nimetleri ve
menfaatleri ön plana çıkarılır ve istenilen her şey kotarılır. Tüm bunları
yapanlar için planlarını yaptırdıklarının gelecekleri değildir önemli olan,
kendi hedeflerine varıp varmadıkları ve yaptıklarından ne kadar kazandıklarıdır
ve dahi planlarını yaptırdıklarının itibarını ne kadar sarstıkları ve onlara
neler kaybettirdikleridir. Maalesef bizde de böyle olageldi, böyle oluyor ve
böylede olup gidecek gibi görünüyor. Çok basit bir misal verelim; bu ülkede
üniversite sayısının çokluğu bizim iyiliğimize mi, kötülüğümüze mi? Böyle bir
şeyi isteyenler kimlerdir? İsteklerine neden olarak gösterdikleri argümanlar
nelerdir? Hangi hedefleri ortaya koyarak bunların yapılmasını istemektedirler?
Nesnel ve bilimsel temellerde çözümleme yapılarak mı uygulamaya geçilmektedir?
Bunların yapılmasına tavassut edenlere biçilen ücret nedir? Tavassut edenlerin
bizimle merbutiyet derecesi nedir, ne kadarda bizdenmiş gibi görünüyor olsalar
da? Mevcut üniversiteler ya da genelleme yapalım, kıt imkânlarla eğitim öğretim
faaliyeti yapan üniversiteler çürümeyi mi tetiklemektedir, bilinçli bir
dirilmeyi mi? Hadi tüm bunları
bırakalım, böyle yapılması neticesinde bizim kazandığımız nedir, kaybettiğimiz
nedir? Faraza 100 üniversite olacağına 50 üniversite olsa, 100 üniversiteye kıt
kanaat akıtılacak kaynaklar, 50 üniversiteye kifayet edecek derecede pay edilse
ve hizmetler daha üst düzeyde verilmiş olsa, materyaller ihtiyaç duyulan kadar
ve kaliteli olanlardan temin edilse, böyle yapılmasından kim kazanır ya da
herhangi bir kayıp olursa ne olur, kazanç olursa ne olur? Nesnel ve bilimsel
temellerde çözümleme yaparak cevap verilsin isterim. Bendenizin ki masum bir
sorgulamadan ibarettir ve yanılma payı mahfuzdur. Keza bu ülkede eğitim
fakültelerinin çokluğu ya da haddinden fazla öğrenci alması bizim iyiliğimize
mi, kötülüğümüze mi? Böyle bir şey gerçekte yüz yıllık bir planın ayağı
olabilir mi? Bizim böyle bir uygulamadan elde etiğimiz fayda nedir? Eğer
zarlıysa zararları nelerdir? Zararları varsa uygulamakta ki ısrarın anlamı
nedir? Eğer ki, yerleştirebileceğimiz kadar öğrenci alsak, onları üst düzeyde
yetiştirsek ve okullarını bitirir bitirmez vazifelerini kendilerine tevdi etsek
burada bir zarar mevzubahis olabilir mi, olursa o zararın tarifi yapılabilir
mi? Şayet fayda varsa da, faydalı olan bir şeyi ısrarla uygulamamakta gizli bir
niyet olabilir mi ve ne olabilir o niyet? Maalesef aklı ve bilimsel çözümlemeyi
bir kenara koyduğumuz gün içten içe çürümeye başlamıştık ve ne hazindir ki
çürümeyi durduracak hiçbir hamle yapılmadı, yapılmıyor, yapılacak gibi de
görünmüyor. Oysa akletmemiz gerektiği bir emirdi bize. Emri bihakkın ifa
etmezsen, itaatsizlik seni çürütür ve gömer! Nice şeyleri bu minvalde
akledebiliriz, nesnel ve bilimsel temellerde çözümleyebiliriz ve gerçekçi,
faydalı, nitelikli uygulamalara geçebiliriz. Bilakis, bataklıkta debelenir
dururuz. Düşünce kötü olamaz; düşünen namussuz değildir; gerçek düşün
insanından da asla ve kata zarar gelmez, kim olursa olsun, nasıl düşünürse
düşünsün. Ama düşünen insandan korkuyoruz maalesef ve düşünceyi beyinden
çıkmadan boğmak istiyoruz. Yazık!