Biz olgulara ve olaylara insanlık
bağlamından, bilimsel ve nesnel temellerde bakmadığımız müddetçe tedricen
çürümeye devam edeceğiz. Biz şeyleri her daim ideolojik bir çerçeveye sokuyor
ve şeylere tarafgirlik temelinden yaklaşarak duygusal boyuttan bakıyoruz ama
aklı ıskat eden duygusallıktan bahsediyoruz burada. Bu da çürümeyi tetikliyor.
Zaten çürüdüğünüz zaman, adalet, hürriyet, uhuvvet, müsavat, ahlak
önemsizleşiveriyor vehleten. Çünkü çürümek, tüm ulvi değerlerin çürümesini
intaç ediyor. Nihayetinde mezkûr olgular insanlıkla ilintili olunca, çürüme de
insan bünyesinde zuhur edince, illaki çürüyen bünyede mezkûr ulvi değerler
tedricen yitip gidiyorlar. Böyle olunca ne oluyor? Bizden olan sizden olan gibi
bir absürtlük tezahür ediyor, her şeyi berbatlaştırıcı bir şekilde. Yapılan şey
insanlığa mugayirse bile, bizden olan yaptığı için doğru oluyor ve adalet
yitimi tezahür ediyor. Böyle bir şeyde kin duygusunu bileyliyor ve günü saati
gelince nüksetmesine vesile oluyor. Sesimizin ritmi artıyor, kalbimizin ritmi
azalıyor böylesi durumlarda ve ses gürültüye tedvir olunup hissi boğuyor, his
gidince katılaşmak, merhameti öldürmek kolaylaşıyor, nihayetinde de insanlık
kaybolup gidiyor. Bizden olan gücü eline alınca sizden olanı eziyor, sizden
olan gücü eline alınca bizden olanı eziyor ve her iki durumda da her iki
tarafın tarafgirleri sessizliğe bürünüyorlar ama zararı her iki tarafın tarafgirleri
görüyorlar velakin farkında varamayacak mesabede körleştiklerinden olan biten
hiçbir şeyi göremiyorlar, algılayamıyorlar, anlayamıyorlar. İşte sömürgenler
insançocuklarını bu şekilde kolayca sömürebiliyorlar. Zira insançocuklarını çok
iyi tahlil etmişler ve hassas noktalarından avlıyorlar. Hülasa; ne edersek
kendi kendimize ediyoruz ve başımıza gelen her kötülük haddizatında kendi
ellerimizle işlediklerimiz yüzünden oluyor ama biz her zaman başkalarını
suçlamakta çok mahiriz, oysa hepimiz aynı derecede suçluyuz. İşlediğimiz
suçlarımız yeni suçları doğuruyor!
Bugün yekpare insanlık âlemine
baktığınızda müşahede ettiğiniz şey nedir? Dehşetli şekilde kirlenmiş bir
insanlıkla karşı karşıyayız deyil mi? Gövdeler görkemli gibiymiş gibi
görünüyorlar ama o gövdeyi ayakta tutan ruhlar çürümüş vaziyette. Deniz
sandığımız bataklıkta debeleniyoruz ama yüzdüğümüzü düşünüyoruz, çünkü beyin
yok. Ahlaken zaten tiksindirici ve iğrenç olarak tarif edilecek boyuttayız.
Yemin ediyorum her taraftan kir, irin, pislik akıyor. Çark ahlaksızlıkla
dönüyor. Suratlar zift gibi. Kalpler mühürlenmiş sanki. Umut öldürülüyor,
nefret avuçlarda taşınıyor. Korku her köşeyi bucağı esir almış. Hakikati söyledin
mi bin türlü yafta buluyorlar ve namussuzca vuruyorlar. Çünkü ortam müsait,
isyan eden yok, eyvallah diyenin sayısı belli değil. Başkalarının
mutsuzluğundan mutluluk çıkaracak ve mutluluğundan da mutsuzluk çıkaracak kadar
zalimiz. Herkes menfaatinin peşinden koşuyor, menfaatlerin temini yolunda ince
hesap kitap yapıyor. Dünya çöküyor, insanlık ölüyor ama herkes kendi derdiyle
iştigal ediyor, dertte dert olsa, münhasıran dünyadan daha fazla behre sahibi
olmaktır dert denilen de. Ne dert ama deyil mi? Eğer çıkarlarda paylaşım varsa
her taraf susuyor ama bir pürüz çıktıysa kendinde güç bulan güçsüz olan tarafı
madara etmeye çalışıyor. Her türlü pislik kutsallık kılıfı giydirilmiş
olguların ardında kotarılmaya çalışılıyor. Yoksa tek bir kimse bile ulvi bir
idealin peşinden koşmuyor, insanlığın saadeti için çaba sarf etmiyor.
Bencilliğin buzlu sularında yüzerken donmuşuz ve donuk bir hayatın mimarları
olmakla övünecek kadar ahmağız. Çiçeksiz, böceksiz, mavisiz, sevgisiz, tebessümsüz,
paylaşımsız bir hayattan zevk alacak kadar zevksiziz. Gerçekten nasıl
yaşıyoruz, niçin yaşıyoruz, kim için yaşıyoruz belli değil. Rotasını kaybetmiş
ve bilinmezlik cehenneminde sürüklenip giden, kaptan olamayan ama kaptan
olduğunu sanan zavallılarız. Biz yandıysak, bırakalım yansın insanlıkta diyecek
kadar namussuzuz. Kalbini kendi elleriyle söken canavara dönüşmüşüz maateessüf!