ÇÜRÜYÜŞ...61...

Özgür DENİZ - 26.06.2020

Gerçekten böyle bir dünyada içimiz rahat şekilde yaşayabiliyor muyuz? Gerçekten mutlu muyuz? Bizim bir vicdanımız var mı? Bizim bir beynimiz var mı? Gerçekten bir vicdanımız ve beynimiz var mı? Bir dinimiz var diye vicdansızca yaşamak hakkımızın olduğunu mu düşünüyoruz? Gördüğümüz, duyduğumuz, yaşadığımız, yapılan her şeyi sindirebilen bir vicdanımız var mı ve o vicdan, gerçekten vicdan mı? Yahut gerçek bir vicdanımız varsa, varolduğuna dair hücceti nedir? Yok olduğuna dair hücceti saymakla bitmez oysa. Yani her şeye sahip olursak, her türlü sorun yok mu oluyor, her türlü kötülük ortadan kalkıyor mu? Bize bir zararı olmayan şey, başkalarına zarar verdiğinde zararlı olma özelliği yok mu oluyor? Bizim bir kimliğimiz var mı? Hiçbir şey umurumuzda değil mi? Dünyadan ve insanlıktan bize ne mi? Her şey gayet normal mi? Zerre miskal da olsa sıkıntı duymadan, acı çekmeden, gayet rahat bir şekilde, huzur içerisinde, güle oynaya yaşayabiliyor muyuz? Yani her şey muazzam mı, muhteşem mi, ideal olan mı? Gökten boşanırcasına yağan yağmur gibi, yerden fışkırırcasına biten otlar gibi, kirlenen insanlık toprağından her türlü pisliğin toplum tarlasına yayıldığı bir dünyada nasıl olabilir de insan olarak her şeye kayıtsız, umarsız kalıp, güle oynaya yaşayabiliyor, keyfimize bakabiliyoruz? Nasıl olupta silah sıkanı tazim ve tebcil ediyoruz, onun arkasından gidiyoruz da, düşünen kafalara düşmanlığı sindirebiliyoruz, böylesi bir yaşam nasıl bir yaşamdır, bunu tolere eden insan insan mıdır, böyle bir yerde hayat nasıl yaşanmaktadır, hiç mi zül addedilmiyor böylesi bir yaşam, tiksinilmiyor da mı böylesi bir yaşamdan? Oysa utanç duyulacak bir yaşamdır böylesi bir yaşam. Nasıl oluyor da şüphe etmeden, sormadan, sorgulamadan it gibi, ot gibi yaşayabiliyoruz? Ormana gitsek hayvanlar bizden ürkmezse namerdim. Sophokles gerçekten çok doğru söylemiş; ‘’bozulmaya görsün, eğer ki bir bozulursa, dünyanın en korkunç yaratığı olur çıkar insan denilen canlı.’’ Keza Peygamberin dediği gibi; ‘’hayâsını kaybetmeye görsün insan, yapmayacağı şey yoktur.’’ İnsanız diyoruz ama insanca yaşadığımıza dair tek bir emare yok. Suçluyoruz, vuruyoruz, kırıyoruz, bozuyoruz, dağıtıyoruz, öldürüyoruz, hiçbir acıma hissi taşımadan. Ama bitevi ‘’Allah, adaleti ve iyiliği emrediyor, tutasınız diye size öğüt veriyor’’ diyoruz. Sonra da başlıyor damga basmak ve geleceği ipotek etmek babından şeyler. Dilimize pelesenk etmişiz, temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp getiriyoruz ve insanlık sofrasına atıveriyoruz ulvi hakikatleri, kutsal yasaları. Sanki biz değil, bizim dışımızdakiler mesul bir tek, kutsal yasalardan. Ne yasa tanıyoruz, ne hak biliyoruz ne de hukuk. Tutunacağımız tek bir dal, pusulamız olacak tek bir olgu kalmamış. Her şeyi harcamışız, çok ucuza satmışız. İnsanlık sapıtmış kimin umurunda? İnsanlık hakikati kaybetmiş kim takar? Biz yaşayalım da, geri kalan isterse gebersin diyebilecek bir seciyeye sahibiz. Kalıpsal olarak bakıldığında elbette insan gibiyiz ve insanca yaşıyoruz gibi görünüyoruz ama detaya inildiğinde şerefsizim zerre miskal ilgisi yok. Siluetimiz her türlü çirkinliğimizi, pisliğimizi örtüyor ve insan olduğumuz sanılıyor. Oysa insanlık kalıpta değildir, insan insanlığını küçücük gibi görünen ama çok büyük olan davranışlarında ortaya koyar. Valla da, billa da, talla da insanlıkla yakından uzaktan alakamız yok. Bu millette, bu devlette ve insan da çürümüş kardeşim. Bu milletin ya genleri bozulmuş ya da bu millet kim olduğunu unutmuş ve yanlış yollara sapmış, gittikçe de transformasyona uğramış. Bu devlette metamorfoz geçirmiş ve artık kadim ruhunu kaybetmiş. Herkes kendi pisliğinde boğuluyor, kendinden olanın pisliğini örtmek kavgasına tutuşmuş. Yemin ediyorum insanlık, vicdan, şeref diye bir şey kalmamış ubudiyet toprağında. Ne yani hakikati gizli mi tutalım, gizli tutulduğunda her şey güzel olmuş mu olacak? Pislikleri örtünce, temizlemiş mi oluyoruz? Başkasının pisliğini örtmek zorunda mıyız? Başkasının pisliğini örtersem temiz bir dünya istemekte samimiyetsizce ve şerefsizce hareket etmiş olmaz mıyım? Niye yaşamak sevincimi kendi ellerimle peşkeş çekeyim namussuzlara, şerefsizlere? Hakikati söylemekten korkuyoruz, söyleyeni korkutuyoruz. Düzen bozuk kardeşim, hiç doğru olmamış ki, çark bozuk, bozuk düzenin doğru çarkı olur mu, bozuk çark namusludan yana döner mi? Namusluyu öğütür, namussuzu büyütür. Tek bir kimse düzeltmek için kavga vermemiş bugüne değin, canından korkmuş, menfaatlerinin elinden çıkmasından korkmuş, bozuk düzene uymuş ve uydurmuş herkesi. Uymayanları da tek tek ayıklamış ve uymamakta direnenlere gözdağı verip korkutmuş onları ve uydurmuş nihayetinde. Ya da sahiplendikçe sahiplenmiş, alıştıkça alışmış ve artık öyle bir zaman gelmiş ki sahiplendiklerini kaybetmek cehennem kuyusuna düşmek gibi gelmiş ve kaybetmekten öyle korkmuş ki, kaybetmemesi gereken şeylerini kaybetmeyi göze alabilecek kadar şirazesinden çıkmış. Nemalanıldıkça alışılmış bozuk düzene ve kanıksanılmış bozuk düzen. Elbette bozuk çarkın insanı da bozuk olacak ki bozukluk rant kapılarını sonuna kadar açabilsin. Açılmışta elbette. Çünkü her devir bir önceki devri örnek göstermiş yaptıklarına ve yaptıklarını miras bırakmış yarınlarına. Slogan gibi, nutuk gibi geliyor olabilir söylenilenler ama hissedilmediği için, empati yapılmadığı içindir böyle gelmesi. Oysa acı gerçeklerdir tüm bunlar. Niye bu milletin ve devletin korkusuzca hareket edecek savcıları, hâkimleri yok? Ortada suçlu var ama savcılar, hâkimler imtina ediyorlar, niye? Çünkü yutmuşlar kardeşim, dünyayı yutmuşlar, servetli, kudretli, şöhretli olmuşlar, kim pranga vurabilir bu türlere kim? Oysa öyle bir hâkim, savcı olmalı ki, bu milletin kanını emen kene kimse söküp atmalı milletin sırtından o keneyi behemehâl. Ve millette, devlette o hâkimin, savcının yanında olmalı, onların canlarına kastedenlerin canlarını bedenlerinden acımadan söküp almalı ki, bir daha cüret edemesin hiçbir pezevenk böylesi bir şeye. Garip hakkında hüküm vermek değildir marifet, garibi garipleştiren hakkında verilebiliyor mu hüküm ona bakarım ben. Öyle bir polis olmalı ki, garibi azarlayabildiğinden kat be kat daha şiddetli şekilde bu milletin canına okuyan komprador pezevengi azarlayabilmeli ve bu devlette, bu millette o polisin arkasında durabilmeli. Şerefli memurlar niye yok bu dünyada ve varolduğunda niye arkalarında durulmaz şerefli memurların, millet ve devlet olarak? Korkusuz, cesur, namuslu, gerçek anlamda vatansever, adaleti acımasızca ve ayrım yapmadan herkese eşit şekilde tatbik edecek memurlar istiyorum kardeşim. Filimler de ve diziler de izlemek, kitaplarda okumak, masallarda dinlemek zorunda mıyım böylesi insanları? Çünkü oralarda olanlar uyutmak, avutmak ve aldatmak içindir. Gerçek hayatta görmek istiyorum kardeşim. Çok şey mi istiyorum ya da böyle bir şeyi istemek hakkım yok mu yahut böyle bir şeyi istediğim zaman şerefsiz ve hain mi olurum? Öyleyse şerefsizliği de, hainliği de onurumla kabul ediyorum, yeter ki istediğim olsun. Ama hayır, vurun abalıya misali vurulur her devirde garibe, niye, sesi çıkmaz diye, çıksa da gür çıkamaz diye. Yazıklar olsun ervahınıza! İnsanız diye geziniyoruz şu dar-ı dünyada, utanmadan, sıkılmadan. Biz insansak eğer, bütün hayvanlar melektir!

Tarih: 26.06.2020 Okunma: 457

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?