Gerçekten böyle bir dünyada içimiz
rahat şekilde yaşayabiliyor muyuz? Gerçekten mutlu muyuz? Bizim bir vicdanımız
var mı? Bizim bir beynimiz var mı? Gerçekten bir vicdanımız ve beynimiz var mı?
Bir dinimiz var diye vicdansızca yaşamak hakkımızın olduğunu mu düşünüyoruz? Gördüğümüz,
duyduğumuz, yaşadığımız, yapılan her şeyi sindirebilen bir vicdanımız var mı ve
o vicdan, gerçekten vicdan mı? Yahut gerçek bir vicdanımız varsa, varolduğuna
dair hücceti nedir? Yok olduğuna dair hücceti saymakla bitmez oysa. Yani her
şeye sahip olursak, her türlü sorun yok mu oluyor, her türlü kötülük ortadan
kalkıyor mu? Bize bir zararı olmayan şey, başkalarına zarar verdiğinde zararlı
olma özelliği yok mu oluyor? Bizim bir kimliğimiz var mı? Hiçbir şey umurumuzda
değil mi? Dünyadan ve insanlıktan bize ne mi? Her şey gayet normal mi? Zerre
miskal da olsa sıkıntı duymadan, acı çekmeden, gayet rahat bir şekilde, huzur
içerisinde, güle oynaya yaşayabiliyor muyuz? Yani her şey muazzam mı, muhteşem
mi, ideal olan mı? Gökten boşanırcasına yağan yağmur gibi, yerden
fışkırırcasına biten otlar gibi, kirlenen insanlık toprağından her türlü
pisliğin toplum tarlasına yayıldığı bir dünyada nasıl olabilir de insan olarak
her şeye kayıtsız, umarsız kalıp, güle oynaya yaşayabiliyor, keyfimize
bakabiliyoruz? Nasıl olupta silah sıkanı tazim ve tebcil ediyoruz, onun
arkasından gidiyoruz da, düşünen kafalara düşmanlığı sindirebiliyoruz, böylesi
bir yaşam nasıl bir yaşamdır, bunu tolere eden insan insan mıdır, böyle bir
yerde hayat nasıl yaşanmaktadır, hiç mi zül addedilmiyor böylesi bir yaşam, tiksinilmiyor
da mı böylesi bir yaşamdan? Oysa utanç duyulacak bir yaşamdır böylesi bir
yaşam. Nasıl oluyor da şüphe etmeden, sormadan, sorgulamadan it gibi, ot gibi
yaşayabiliyoruz? Ormana gitsek hayvanlar bizden ürkmezse namerdim. Sophokles
gerçekten çok doğru söylemiş; ‘’bozulmaya görsün, eğer ki bir bozulursa,
dünyanın en korkunç yaratığı olur çıkar insan denilen canlı.’’ Keza Peygamberin
dediği gibi; ‘’hayâsını kaybetmeye görsün insan, yapmayacağı şey yoktur.’’ İnsanız
diyoruz ama insanca yaşadığımıza dair tek bir emare yok. Suçluyoruz, vuruyoruz,
kırıyoruz, bozuyoruz, dağıtıyoruz, öldürüyoruz, hiçbir acıma hissi taşımadan. Ama
bitevi ‘’Allah, adaleti ve iyiliği emrediyor, tutasınız diye size öğüt
veriyor’’ diyoruz. Sonra da başlıyor damga basmak ve geleceği ipotek etmek
babından şeyler. Dilimize pelesenk etmişiz, temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp
getiriyoruz ve insanlık sofrasına atıveriyoruz ulvi hakikatleri, kutsal
yasaları. Sanki biz değil, bizim dışımızdakiler mesul bir tek, kutsal
yasalardan. Ne yasa tanıyoruz, ne hak biliyoruz ne de hukuk. Tutunacağımız tek
bir dal, pusulamız olacak tek bir olgu kalmamış. Her şeyi harcamışız, çok ucuza
satmışız. İnsanlık sapıtmış kimin umurunda? İnsanlık hakikati kaybetmiş kim
takar? Biz yaşayalım da, geri kalan isterse gebersin diyebilecek bir seciyeye
sahibiz. Kalıpsal olarak bakıldığında elbette insan gibiyiz ve insanca
yaşıyoruz gibi görünüyoruz ama detaya inildiğinde şerefsizim zerre miskal
ilgisi yok. Siluetimiz her türlü çirkinliğimizi, pisliğimizi örtüyor ve insan
olduğumuz sanılıyor. Oysa insanlık kalıpta değildir, insan insanlığını küçücük
gibi görünen ama çok büyük olan davranışlarında ortaya koyar. Valla da, billa
da, talla da insanlıkla yakından uzaktan alakamız yok. Bu millette, bu devlette
ve insan da çürümüş kardeşim. Bu milletin ya genleri bozulmuş ya da bu millet
kim olduğunu unutmuş ve yanlış yollara sapmış, gittikçe de transformasyona
uğramış. Bu devlette metamorfoz geçirmiş ve artık kadim ruhunu kaybetmiş.
Herkes kendi pisliğinde boğuluyor, kendinden olanın pisliğini örtmek kavgasına
tutuşmuş. Yemin ediyorum insanlık, vicdan, şeref diye bir şey kalmamış ubudiyet
toprağında. Ne yani hakikati gizli mi tutalım, gizli tutulduğunda her şey güzel
olmuş mu olacak? Pislikleri örtünce, temizlemiş mi oluyoruz? Başkasının
pisliğini örtmek zorunda mıyız? Başkasının pisliğini örtersem temiz bir dünya
istemekte samimiyetsizce ve şerefsizce hareket etmiş olmaz mıyım? Niye yaşamak
sevincimi kendi ellerimle peşkeş çekeyim namussuzlara, şerefsizlere? Hakikati
söylemekten korkuyoruz, söyleyeni korkutuyoruz. Düzen bozuk kardeşim, hiç doğru
olmamış ki, çark bozuk, bozuk düzenin doğru çarkı olur mu, bozuk çark
namusludan yana döner mi? Namusluyu öğütür, namussuzu büyütür. Tek bir kimse
düzeltmek için kavga vermemiş bugüne değin, canından korkmuş, menfaatlerinin
elinden çıkmasından korkmuş, bozuk düzene uymuş ve uydurmuş herkesi.
Uymayanları da tek tek ayıklamış ve uymamakta direnenlere gözdağı verip
korkutmuş onları ve uydurmuş nihayetinde. Ya da sahiplendikçe sahiplenmiş,
alıştıkça alışmış ve artık öyle bir zaman gelmiş ki sahiplendiklerini kaybetmek
cehennem kuyusuna düşmek gibi gelmiş ve kaybetmekten öyle korkmuş ki,
kaybetmemesi gereken şeylerini kaybetmeyi göze alabilecek kadar şirazesinden
çıkmış. Nemalanıldıkça alışılmış bozuk düzene ve kanıksanılmış bozuk düzen. Elbette
bozuk çarkın insanı da bozuk olacak ki bozukluk rant kapılarını sonuna kadar
açabilsin. Açılmışta elbette. Çünkü her devir bir önceki devri örnek göstermiş
yaptıklarına ve yaptıklarını miras bırakmış yarınlarına. Slogan gibi, nutuk
gibi geliyor olabilir söylenilenler ama hissedilmediği için, empati yapılmadığı
içindir böyle gelmesi. Oysa acı gerçeklerdir tüm bunlar. Niye bu milletin ve
devletin korkusuzca hareket edecek savcıları, hâkimleri yok? Ortada suçlu var
ama savcılar, hâkimler imtina ediyorlar, niye? Çünkü yutmuşlar kardeşim,
dünyayı yutmuşlar, servetli, kudretli, şöhretli olmuşlar, kim pranga vurabilir
bu türlere kim? Oysa öyle bir hâkim, savcı olmalı ki, bu milletin kanını emen
kene kimse söküp atmalı milletin sırtından o keneyi behemehâl. Ve millette,
devlette o hâkimin, savcının yanında olmalı, onların canlarına kastedenlerin
canlarını bedenlerinden acımadan söküp almalı ki, bir daha cüret edemesin
hiçbir pezevenk böylesi bir şeye. Garip hakkında hüküm vermek değildir marifet,
garibi garipleştiren hakkında verilebiliyor mu hüküm ona bakarım ben. Öyle bir
polis olmalı ki, garibi azarlayabildiğinden kat be kat daha şiddetli şekilde bu
milletin canına okuyan komprador pezevengi azarlayabilmeli ve bu devlette, bu
millette o polisin arkasında durabilmeli. Şerefli memurlar niye yok bu dünyada
ve varolduğunda niye arkalarında durulmaz şerefli memurların, millet ve devlet
olarak? Korkusuz, cesur, namuslu, gerçek anlamda vatansever, adaleti acımasızca
ve ayrım yapmadan herkese eşit şekilde tatbik edecek memurlar istiyorum
kardeşim. Filimler de ve diziler de izlemek, kitaplarda okumak, masallarda
dinlemek zorunda mıyım böylesi insanları? Çünkü oralarda olanlar uyutmak,
avutmak ve aldatmak içindir. Gerçek hayatta görmek istiyorum kardeşim. Çok şey
mi istiyorum ya da böyle bir şeyi istemek hakkım yok mu yahut böyle bir şeyi
istediğim zaman şerefsiz ve hain mi olurum? Öyleyse şerefsizliği de, hainliği
de onurumla kabul ediyorum, yeter ki istediğim olsun. Ama hayır, vurun abalıya
misali vurulur her devirde garibe, niye, sesi çıkmaz diye, çıksa da gür çıkamaz
diye. Yazıklar olsun ervahınıza! İnsanız diye geziniyoruz şu dar-ı dünyada,
utanmadan, sıkılmadan. Biz insansak eğer, bütün hayvanlar melektir!
ÇÜRÜYÜŞ...61...
Özgür DENİZ - 26.06.2020
Tarih: 26.06.2020
Okunma: 439
YORUMLAR
Yorumunuzu ekleyin.