Bir defa, toplum sosyolojisi ve insan psikolojisi,
laboratuvarda bir iki saat içinde yapılacak bilimsel deney neticesinde
çözümlenebilecek, anlaşılabilecek ve net yargılara vardırabilecek bir şey
değildir, bilakis on, yüz yılları alır toplumla ve insanla ilgili bir fikre
varabilmek, bir karar verebilmek için, çünkü her şey süreç içerisinde tebeyyün
eder. Zira her şey yaparak, yaşayarak, deneyerek öğrenilir, tecrübe edilir. Öyle
bir iki saat deney yaparak neticeye varılamaz toplum ve insan konusunda. Toplumla
ve insanla ilgili neyin iyi, neyin kötü olduğunu, olguların olaylar üzerinde ki
etkisini, olayların olguları dönüştürücülüğünü ve buradan insanda ki
yansımasını ve toplumda ki tesirini, insanlar nezdinde ki anlamını, nerede
nasıl kullanıldığını ve olayların hangi seyirde izlediğini, ne zaman, ne
şekilde, nasıl hangi neticeleri tevlit edebileceğini bilebilmek için onlarca,
belki de yüzlerce yılın geçmesi iktiza eder. Bunun aksini iddia edebilmek
cesaret ister. Ve insan ne kadar değişkense, toplum o kadar değişir, toplum ne
kadar değişirse, insantekini o kadar dönüştürür, elbette insan olmaklığı
bağlamında değildir bu, çünkü insan hep aynıdır ve badema da aynı kalacaktır, değişmeyecektir,
ne dün değişmiştir, ne bugün değişmesinin imkânı vardır, ne de yarın
değişecektir. Misal; bir insanın bir yakını dünyadan ayrıldığında dünyada kalan
insanın ruhu acı çeker, beyni darmadağın olur ve bu hep böyle olur insanın var
olduğu dünyada. Kabil, Habil’i nefsi ve hırsı yüzünden öldürmüştü ve sonra
nedamet gözyaşları dökmüştü, ölüsünü nasıl gömeceğini bile bilememişti, bugünde
olmaktadır bu, yarında olacaktır. İnsanın ortaya çıktığı günden beridir insan
aynı insandır. Velakin hayat bağlamında ikisi de durağan değillerdir, illaki
değişkendirler. Çünkü hayat devingendir ve neleri getireceği ve getirdikleriyle
neleri götüreceği kestirilemez ve hayat yaşanılan bir şeydir, adaletiyle,
adaletsizlikleriyle, hukukuyla, hukuksuzluklarıyla, canileriyle,
cinayetleriyle, zalimleriyle, zulümleriyle, başarılarıyla, başarısızlıklarıyla,
eşitsizlikleriyle vs. ve işte insanın tavrı burada belli olur ya etkendir ya da
edilgen yani değişebilirliği bu boyutuyladır. Onurlu bir yaşam sunanı bırakır,
onursuz bir yaşam sunanı elbette değiştirir, gözlemleri neticesinde vardığı
kararları bağlamında yaptığı seçimleriyle. Ki, değiştirmelidir de,
değiştirmiyorsa işte asıl sıkıntı oradadır, o vakit ortada insan yoktur, insan
vardır ama beşer derekesinde takılıp kalmıştır. Bunu bilelim. İnsanteki,
toplumu ihdas eder, toplumsa insantekini dönüştürür ama ikisi de birbirini
dönüştürücü etkiye ve potansiyele maliktirler. Misal; dinleyici alkışlarıyla
şairi coşturur ve okumasına etkide bulunur, şair okumasıyla dinleyiciyi adeta
hipnotize eder yani biri okumasıyla dinleyicileri, diğeri alkışlarıyla şairi
yönlendirir yani değiştirir ve ortaya iki tarafında hoşnut olabileceği bir
durum çıkar. Toplum bir şeyler dayatır, insanteki o dayatmaya karşı durur ve
yarar onu, yerine kendisi bir şeyler koyar ve topluma sunar, böylece ikisi de
birbirine karşı öğretici konumunda olurlar ve öğrendikleriyle kendilerini iyi
ya da kötü yönde değiştirirler. Yani değişimin öğeleri; olgular, olaylar, zihni
süreçler ve bu zihinsel süreçler neticesine ortaya çıkacak hareketlerdir. Ama
burada şunu da belirtmek icap etmektedir; kuşkusuz insantekini büyük oranda
belirleyen, şekillendiren, üreten, ona bir bilinç ekleyen şey; toplum dediğimiz
mekanizmadır. Ama bu demek değildir ki; insantekinin, toplumu etkilemesi kabil
değildir, hayır insan da elbette toplumu bir şekilde etkilemektedir, onun
dönüşümüne katkı sunmaktadır, bu gayet tabidir yani olağanüstü bir durum
değildir, anlaşılamayacak bir yönü yoktur. Ki, tabir caizse kendisinin ürettiği
bir şeyi belirleyememesi anlaşılamayacak bir şey olabilirdi ancak. Toplum
dediğimiz şey, malumdur ki insanteklerinin çokluğunun, bir aradalığının,
ortaklaşa ihdas edilen muayyen bir yaşam biçiminin ifadesidir. Toplum,
insantekine indirgenemez ama insanteki, toplumsala yükseltilebilir, çünkü
insanteki dediğimiz varlık toplumsal olmak zorundadır. Zira yaşamak demek;
beslenmek, barınmak, iletişim kurmak demektir. Beslenmek, barınmak ve iletişim
kurmak içinde topluma karışmak zorunludur. Çünkü insantekleri birbirilerinin ihtiyaçlarını
karşılayan varlıklardır. İhtiyaçlar yaşamak için ne kadar zaruri ise, o
ihtiyaçların mütekabiliyet esasına göre karşılanması da o kadar zorunluluktur.
Zira hiçbir kimse her şeyi üretemez, yapamaz, meydana getiremez. Bu yüzden
toplumlarda işbölümü diye bir şey vardır. Herkes ihtisas yaptığı alan
minvalinde üretimler yapar. Ve herkes becerebileceğine inandığı alanda ihtisas
yapar. İnsan dediğin şey bellidir, muamma değildir, muammadır belki ama
değildir mevzubahis olan yönüyle. Zamana göre değişen bir şey değildir. Değişir
mi, değişmeli midir? Elbette değişir ve değişmelidir ama insan olarak değişmesi
muhaldir. Yani doğar, beslenir, büyür, ağlar, güler, acı çeker, sever, nefret
eder, barışır, savaşır, dertlenir, merak eder, sorar, sorgular, okur, öğrenir,
düşünür, direnir, tepki verir, ölür, insan varolduğu müddetçe bu durumlarda
varolacaktır. Ama insan adaletsizliğe karşı savaş açar, yozlaşmaya karşı
direnir, sömürüye karşı aşılmaz barikat olur yahut tepkisiz kalır, işte bu
yönleriyle değişir ya da değişmez insan ya sömürülüyorsa ve bunun farkındaysa
ya onurlu tepki verir ve yok etmek için kavga verir yahutta sömürüye boyun eğer
ve onursuzca yaşamaya devam eder. Değişebilirliği yahut aynı kalırlığı bu
olgulara, durumlara göredir yoksa insan olmaklığı bağlamında değildir. Zaten
insanın üzerinde durulmasının ve onun özbenliğine musallat olunmasının en
belirleyici nirengi noktası da burasıdır. Çünkü insanteki pasifize edilmek,
edilgen kılınmak, süngerleştirilmek, nihayet sürüleştirilmek istenmektedir. İnsanteki,
toplumsal bir varlık olması hasebiyle, sorumluluk deruhte eden bir varlıktır.
Bu sorumluluk spontane üzerine yapışan bir şeydir, toplumsal bir varlık olması ve
bunun bilincine varması boyutuyla. Hadi toplumu kenara koyalım, çendan
kendisine karşı sorumludur ama yine de toplumu kenara koyamıyoruz, zira
kendisine karşı sorumlu olması dolaylı olarak topluma karşı sorumlu olması
demektir. Çünkü yalnız değildir, bir toplum içerisinde yaşamaktadır. Bilakis
kendisine karşı sorumlu olmasının hiçbir anlamı olmayacaktır, toplumsal
sorumluluğu üzerinden aldığınız zaman. İnsan, toplumla bir anlam
kesbetmektedir. İnsantekinin, münhasıran kendisinin varolmasının hiçbir izahı
olamaz böylesi bir dünyada. Ama insanteklerinin sorumluluklarını almak
istemektedirler, istendik insan üretme projesinin peşinden koşan asalaklar. Yani
insantekleri birer ölücana, robota dönüştürülmek istenmektedir. Sen böylesin
denilince öyle olacak bir insan tipolojisi yaratılmak istenmektedir.
Binaenaleyh, ‘’Z Kuşağı’’ tanımlaması zorlama ve art niyetli tanımlamadır. Yeni
gelen nesle zımni kimlik ve misyon yükleme teşebbüsüdür, onlarında farkında
olmadıkları ve belki de anlamadıkları manipülasyondur. Aklı olan hiçbir kimse
aksini iddia edemez. Gençliği etkin ve egemen güç olmaktan çıkarıp günübirlik
çıkarlar istikametinde yönlendirilen, onları büyük hedeflere adanmaktan
alıkoyacak, istendik şekilde kullanılan bir robot kılma taktiğidir. Onların
üzerlerinden toplumsal sorumluluklarını alarak, toplumu diledikleri gibi dizayn
edebilecek alan açmaya matuf zımni bir teşebbüstür. Gençliği politik alandan,
ortak akıldan, ortak vicdandan, ortak kavgadan, ortak direnişten, bir toplumsal
örgütlenmede bir araya gelmekten uzaklaştırma taktiğidir. Heva ve heveslerinin
peşinden koşan, kendinden başka kimseyi düşünmeyen, toplumsal olaylara lakayt
ve duyarsız kalan, sormayan ve sorgulamayan bir gençlik ihdas etmenin ön
aşamasıdır bu tanımlama. Gençlik çok sessizce, belli etmeden, zımni zorlama ile
yönlendirilmekte ve kendisine dikte edilen kimlik istikametinde hareket etmesi
istenmektedir. Gençliği ortak bir hedeften ve o hedefe matuf ortak bir çabadan
uzak kılmanın, bireyciliğin fanusuna tıkmanın kirli izdüşümüdür bu tanımlama. Gençliğin
kendi üzerlerinde gerçekleştirilmeye çalışan bazı şeylere verdiği tepkilerle
onları tanımlamak ve onlara kimlik biçmek insafsızlıktır. Zira verilen tepkiler
normal tepkilerdir, haksızlığa herkes isyan eder. Eğer ortada bir haksızlık,
hukuksuzluk varsa, buna tepki koymanın kuşağı olmaz, böylesi bir tepki insanı
bir tepkidir ve her insanın verebileceği, vermesi icap eden bir tepkidir. Çünkü
gençlik her şeyi apaçık olarak görmektedir ve gördüklerinin yanlış olduğunu
bildiği içinde tepki vermektedir, zira önünde uzun bir yol vardır koşacağı, o
yolu da insanca koşmak istemektedir. Ki, zaten gençliğin bu durumudur ki, bizleri
ümitvar kılmaktadır yenidünyaya yönelik olarak. Tepkilere göre kimlik biçmek
insanı etkisiz, pasif, robotik bir duruma indirgemek, irca etmek demektir. Tarih
boyunca, kendi varlığının farkında olan ve kendisini bilme düzeyine yükselmiş
her insan, gayr-i insani olan şeylere tepki vermiştir, vermektedir, badema da
verecektir. Bunun için bir kuşağın insanı olmaya gerek yoktur. Münhasıran insan
olmaya gerek vardır. Misal; otoriteyi reddetmek yahut otoritenin insan kıyıcılığını
tenkit etmek, illa bir kuşağın insanı olmayı önkoşul kılmaz, münhasıran insan
olmayı önkoşul kılar. Ne yani şu tarihte doğanlar böylesi bir şeye tepki vermez
de, bu tarihte doğanlar mı tepki verirler yahut tersini düşünün. Böylesi bir
çıkarımın neresinde mantıktan, rasyonaliteden iz vardır? Biz, insanın insan
olmaklığı ile insanın hayat içerisinde bulunmaklığını karıştırıyoruz maalesef. Ailenin
etkisi yokmuş çocuklar üzerinde. Hadi canım sende, çocuğu boğarsan, kendi dar
kafalılığının ürünü olan düşüncelerinle yetiştirmeye çalışırsan ve çocuk
yaşadığı çağla o fikri uyuşturamazsa kafasında ve nihayet karşı koyarsa, bu
illa onun bir kuşağın ürünü olduğu anlamına mı gelir yahut yerli yersiz
ebeveynlerine muhalefet ettiği anlamına mı gelir? Bilakis, kendisini dünyaya
getirenlerin kendi çağlarında kaldıklarının, kendisinin ise farklı bir çağının
çocuğu olduğunun zımnen ifadesinin tezahürdür gösterdiği tepki. Bunu mutlaka
anlamaları için çocuk belki de haddinden fazla gayret sarf etmiştir ama
anlaşılmayınca tepkisini hareketiyle göstermek zorunda kalmıştır ve bu
anlaşılmayacak bir durum değildir. Bilakis her çocuk ilk evvelde kendi çağının
çocuğudur. Ki, bunu Hz. Ali de bizatihi ifade etmiştir; her çocuk kendi çağının
çocuğudur, onları çağınıza göre değil, çağlarına göre yetiştirin diye. Bu yüzden
çocuğun ruhunu ve beynini çözümleyebilmek, anlayabilmek ve ona göre kendisine
yaklaşabilmek icap eder. Siz onu insan yerine koyar ve onun tercihlerine saygı
duymasını bilirseniz, o çocuk elbette kendi çağının çocuğu olmakla birlikte
yine sizin çocuğunuzdur ama aksini yaptığınız takdirde onu başka bir çocuk
yapar, sonra da ona bir kimlik biçer ve işte bu da böyle oldu der, kendinizi temize
çıkarmaya yeltenirsiniz ama çakılır kalırsınız. Ailelerin ilgi alanları değişirse,
çocukla iletişim koparsa, artık çocuklar başıboş bırakılırsa, bitevi onun
kalbine değilde bedenine hitap edilirse, ona sevgi yerine madde sunulursa,
kuşkusuz o çocuk kendi çağının bile değil çok farklı çağların çocuğu olur ve
sonra da tutar ona tanım bulmaya yeltenirsiniz. Geri zekâlılık böyle bir şeydir
işte. Devlet bağlamında söylemek gerekirse de, sevgiyle ve saygınlık vererek
kontrol edemediğin bir insanını, zorla ve korkutarak kontrol etmeye yeltenirsen
bu tutmaz, geri teper, o insan senle ilintisini bir şekilde keser. Sonra da
sana muhalif konumda yer alanları kendince tanımlamaya yeltenirsin, bocalar
kalırsın. Yaşamın raconunu bilmezseniz, hep yabancısı olacağınız dünyalarla
karşılaşmak ve onlarla savaşmak zorunda kalırsınız. Akıl; aptalca yaşama son
ver, onurlu yaşama merhaba de diye var! Sevgili gençler! İnsan olun, özgür
olun, güçlü olun, yaşayacağınız hayatı kendiniz seçin, tercihlerinizi kendiniz
yapın, sürüleşmeyin, baskılara boyun eğmeyin, sorun ve sorgulayın, cumhuriyet
deyin her daim ve her şartta koşulda.
Z KUŞAĞI...
Özgür DENİZ - 13.07.2020
Tarih: 13.07.2020
Okunma: 510
YORUMLAR
Yorumunuzu ekleyin.