Dünya dediğimiz olgu, bizim ömrümüzle mukayyet bir olgudur.
Çünkü ömrümüzün sınırları kadardır onun sınırları da indimizde. Biz yaşadığımız
kadar vardır o, çünkü yaşadığımız müddetçe onun varlığını hissetmekteyiz, bolca
sunduğu acılarını ve kısarak sunduğu sevinçlerini yaşamaktayız, yaşamımızın
noktalanmasıyla onun varlığı da nihayete erecektir. Biz var olduğumuz kadar
dünya da vardır, biz yok olduğumuzda dünya da yok olacaktır yani. Çünkü
yaşarken duyarız, görürüz, biliriz, hissederiz. Ölüler için bitmiştir her şey!
Ama ister istemez bizi etkileyen bir dün de vardı, bir gelecekte hep
varolacaktır. Yani ne kadar her şeyi bugünle ve varlığımızla sınırlasak bile,
varlığımızı da aşan bir gerçeklikle de karşı karşıyayız yani yaşanmış bir dünle
ve varlığı meçhul bir yarınla. Dünden ders çıkarıyoruz, bugünden ilham
alıyoruz, yarını tasarlıyoruz. Dün, bugün, yarın kıskacında karşımızda bir
gerçeklik olarak duran bu üç günlük dünyada hepimiz birer faniyiz. Günahımızla,
sevabımızla, iyiliklerimizle, kötülüklerimizle yuvarlanıp gidiyoruz uzun ince
bir yolda. Bir akıl ve kalp sahibiyiz ve bu ikisinin ışığında yürüyüp
gidiyoruz, her şey bizim elimizde yani. Ne yapacağımıza, nasıl hareket
edeceğimize, neye göre yaşayacağımıza, ne karar vereceğimize, neyin yanlış
neyin doğru olduğuna inanacağımıza bu iki ustanın sunduğu ışıkla karar
vereceğiz. Altımıza serilmiş bir yeryüzü, üstümüze örtülmüş bir gökyüzü
arasında bir ırmak gibi çağıldayıp gidiyoruz bilinmez yarınlara doğru. Geride
kalan her gün bilinmezlikten çıkıyor, ulaşamadığımız her gün belirsizliğini
koruyor ve biz bilinenle bilinmeyen arasında gelgitleri yaşıyoruz. Haddizatında
herkese ait olan bir mülkte, münhasıran kendi çıkarlarımızın peşinden
koşuyoruz, koşarken de bitevi kirleniyoruz. Bütünlüğü bozarak, birliği
parçalayarak varolmaya çalışıyoruz. Doğadaki insicamı mütemadiyen nakzederek
ilerliyoruz. Her şeye ihanet ediyoruz, insana, doğaya, hayvana, bitkiye vb. Bir
insicam oluşturarak ilerlemek aklımızın ucundan geçmiyor. Bir Tanrı’yla yola
çıktık, yolda bulduğumuz tanrıların peşine takılıp yola çıktığımız Tanrı’ya
ihanet ettik ve O’nu görünmezler de bıraktık. Böylece de nerde durduğumuzu,
nereye gideceğimizi şaşırdık, çünkü yolda karşılaşıp peşlerine takıldığımız
tanrıların her biri bizleri ayrı yollara yönlendirdi ve nihayet yolumuzu
kaybettik. Birlikte yola çıktığımız Tanrı merhamet etmemizi ve bağışlamamızı isterken,
yolda karşılaştığımız tanrılar ne kadar acımasız olursak o kadar kuvvetli
olacağımızı ve kuvvetli olduğumuz kadar galip geleceğimizi söylediler. İnandık
ve doğruyu terkedip doğru olarak gösterilen yanlış yollara girdik. O günden
sonra kan durmadı yeryüzünde, insan insanın kurdu oldu ve kemirdikçe kemirdik
birbirimizin etlerini ve kanlarımızla besledik çocuklarımızı. İlk Tanrı’mız
duayı öğretmişti bize, sonradan bulduğumuz tanrılar laneti ektiler toprağımıza.
Sonra lanetlendik bizde, üzerinde büyüdüğümüz topraklarda. Şimdi bitevi kanlı
kemiklerle besleniyor, kan içiyoruz ve mirasımız kan oluyor yarınlara. Dünyaya
insan doğmuştuk ama dünyadan aldıklarımız karşılığında insanlığımızı verdik ve
kan emen yaratıklara dönmekte tereddüt etmedik.
BİR SÖZ:
‘’’’Hayvan olmak istiyorsan olabilirsin elbette. Bunun için,
insanlığın acılarına sırt çevirmen ve yalnız kendi postuna özen göstermen
yeterli.’’’’
‘’’’Her şeyi SORGULA.’’’
Karl MARX