Bizler yerleşik ve gelenekselleşen din algımıza göre
bakıyoruz her şeye ve kararlarımız da bu yönde oluyor. Hayatımızı etkileyen ve
şekillendiren de bu minvalde ki düşüncelerimiz oluyor. Çünkü dinin ne olduğunu
bilmiyoruz. Bize bildirildiği haliyle biliyoruz. Çünkü dinde bir bilenin
olduğunu varsayıyoruz ve bu varsaymamız dini bizatihi kendimizin öğrenmemizin
önünde aşılmaz bir handikap teşkil ediyor, böylece de bildiklerini
sandıklarımızın bildirdiklerine göre biliyoruz. Nihayetinde de, bir bilen olduklarını
sandıklarımızın zavallı kulları ve köleleri olarak sefil bir şekilde yaşayıp
gidiyoruz. Yani bidatler, hurafeler içinde boğuluyoruz. Bu da herkesin bir
tanrısını ortaya çıkarıyor ve kuşkusuz bunun sonucunda ortaya tanrılar savaşı
çıkıyor. Bizler de kendi ellerimizle yarattığımız tanrıların savaşlarının
gönüllü kurbanları oluyoruz. Onlardan koparsak yok olacağımızı sanıyoruz. Bu
yüzden de bitevi bocalayıp duruyoruz. Hatta din gerçek haliyle bu yüzden
hayatımızda yok. Güya bir dinimiz var ama var diye bildiğimiz dinimiz gerçekte
ise yok. Şöyle alemi temaşa ettiğiniz vakit karşımızda duran insanlığın bir
dininin olduğunu söyleyebilir misiniz? Kesinlikle böyle bir şey
söyleyemezsiniz. Zira yok. Bildiğimiz din bir afyondan ibarettir ama
bilmediğimiz din ise bizi afyonlayan dine karşı bir panzehirdir. Ama ne de çok
afyonlanan var velakin panzehire koşan tek bir insanteki yok. Biz Tanrı’nın
bizim bir dinimiz olup olmadığına bakacağını sanıyoruz, oysa Tanrı bizim
dinimize değil yaptıklarımıza bakacaktır. Çünkü bizlerin kim olduğumuzu ortaya
çıkaran dinin kendisi değildir, bir insan olarak ortaya koyduğumuz
eylemlerimizdir. Çok daha derinlerde inanışımızda değildir mesele, ne
yaptığınızdır, nasıl yaptığınızdır, niçin yaptığınızdır, kim adına
yaptığınızdır. Tanrı yaptığınıza bakar. Gerçek, inanışınız değildir,
söylediklerimi yapıp yapmadığınızdır der Tanrı. Siz dünyadasınız ve tek
başınasınız. Her zaman beraber değiliz ve siz her an bir eylem içindesiniz,
sürekli Beni değil yapacaklarınızı düşünüyorsunuz. Ben, sizlere, gönderdiğim
yerde yaşamınız için yol gösterici araçları verdim. Yol belli, yol işaretleri
belli. Sonunuzu kendiniz belirleyeceksiniz diyor Tanrı. Yani ey insan denilen
varlık; dünyaya atılmışsın ve tek başınasın. Her şeyi kendin yapacaksın, her engeli
kendin aşacaksın, her zaferi yalnız kazanıp yalnız kutlayacaksın. İnsanlar
niçin bitevi savaşıyorlar ve birbirlerini yok ediyorlar? İnsanlar niçin
savaşmalıdırlar? Önemli olan barış mıdır yoksa savaş mı? İnsanlara iyilik için
mi yoksa din için mi savaşması söylenmiştir? Çünkü savaş öldürür, yok eder;
barış ise var kılar, yaşatır. İnsan tek başınadır bu dünya da ve kavgasını da
tek başına vermektedir. Acıların dili, dini, kimliği yoktur. Acı her yerde
aynıdır ve aynı hissedilir. Bu yüzden de acı çekenin dinine bakılmaksızın
uzanan el olunabilmelidir. Din nedir öğrendiğiniz vakit, tüm düşünceleriniz
değişecektir. Ve ilk terk edeceğiniz de din diye inandıklarınızdır. Bunun için
de din tüccarlarını ve bezirgânlarını çok iyi tanımalısınız. Düşünceleriniz değişince
tüm hayatınız da baştan sona değişecektir. İşte bunun sonucunda varacağımız
yer; devrim olacaktır. Önce içsel, sonra dışsal…
ÜÇ SÖZ:
‘’’’Gençler! Bu Cumhuriyeti biz kurduk, onu yaşatacak
sizlersiniz. Cumhuriyet, fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller ister.’’’’
Mustafa
Kemal ATATÜRK
‘’’’Hayvan olmak istiyorsan olabilirsin elbette. Bunun için,
insanlığın acılarına sırt çevirmen ve yalnız kendi postuna özen göstermen
yeterli.’’’’
Karl MARX
‘’’’Her şeyi SORGULA.’’’
Karl MARX