BAŞIN ÖNE EĞİLMESİN...

Özgür DENİZ - 05.09.2020

Bir kez doğduk bu dünyaya doğru mu? Bir kez öleceğiz bu dünyada doğru mu? Dünya fani, fani insan doğru mu? Varın yoğun, gelirin giderin, ederin olurun nefes alıp verebildiğin şu anın doğru mu? Varlığın yokluğun şu anında belli olacak doğru mu? Tek başına geldin, tek başınasın, tek başına gideceksin, her nerede olursa olsun tüm hesap vermelerinde yalnız olacaksın doğru mu? Ardından söylenecekler; ya insandı diyecekler ya da itten farkı yoktu diyecekler doğru mu? Her yerde duyacaksın nice sözleri doğru mu? Kaderini ilmek ilmek kendin çizeceksin doğru mu? Terkedip gittiğinde belki biraz ağlayacaklar, üzülecekler ama sonra unutulup gideceksin, belki var olduysan kısa zaman hatırlayacaklar ama yoktuysan hiçbir zaman hatırlanmayacaksın bile, doğru mu? Bir milyon hali olan bir dünyada, bir milyon halli bir varlıksın doğru mu? Geçelim! Başını eğmek için doğmadın sen ve o baş eğilmek için var değildir. O başı eğerek kendine çıkarlar sağlayabilirsin belki ama o başa ihanet edersin velakin buna hakkın yoktur, çünkü o baş sen önüne gelenin önünde eğ diye var değildir sende. Şunun önünde başını eğeceksin diye bir şey söylenmedi ve başını önünde eğebileceğin tek bir kişi var değildir şu devasa ruy-i zeminde. Tüm benzerlerinle eşit doğdun, aynı varlık olarak, aynı bilinmezlikten aynı görünürlüğün içine yeryüzüne doğdun, her şey herkesle birlikte aynı zamanda senin de. Bunu bil ve asla unutma! Bu yüzden hakkını almak için baş eğmeye gerek duyma, hak ettiğin verilmiyorsa sana, onu nasıl alacağının yolu bellidir. O yolu kullanmaktan imtina etme ama acele de etme velakin girmekte de tereddüt etme o yola. Artık her şeyi başkalarınınmış gibi görme huyundan vazgeç, hakkını bil ve almak uğrunda amansızca ver kavganı. Kavgadan kaçma ve geri durma, atıl ileriyle, düşme, düşen yoldaşını bırakma. Bırak artık şu herkesi bir yerde konumlandırıp, konumlandırılan yere göre bakmayı ve herkese bir kimlik biçip, o kimliğe göre konuşlanmayı, konumlanmayı ve düşünmeyi ve bırak artık herkesi aptalca yargılamayı, herkes hem suçludur hem de suçsuz, an gelir suçlu suçsuz olur, suçsuz da suçlu. Sen sınıfını bil, ezilenler sınıfındansın sen ve el ele ver aynı sınıfta olduklarınla. Ne mutlak günahkârdır insan ne de günahsızdır mutlak olarak ama günahıyla sevabıyla vardır insan dediğin. Binaenaleyh ne birilerini geçmişiyle yargılayıp ondan sonsuza dek uzaklaş ne de birilerini başkalarından farklı görüp ve onu başkalarıyla değerlendirip onun peşine takıl ve orada sonsuza kadar kal. Bu sonsuza kadar kayıp demektir. Unutma ki, bugün günah bataklığına batmış olan, geçmişte günah işleyip bugün tövbe etmiş olandan daha onurlu olamaz. Ki, asıl korkup kaçacağın geçmiş günahlarını diline pelesenk ettiklerin değildir, bugün günah denizinin içine bilerek, koşarak, coşarak atlayanlardır. Bu yüzden de hesapsız umarsız bitevi peşinden gideceğin ve gitmeyeceğin tek bir kimse yoktur. Böylesi bir anlayış senin mal olduğunu ve güdülmeye layık olduğunu, her türlü pisliğin başına yağmasını hak ettiğini gösterir. Unutma ki, hiçbir kimsenin umurunda değilsin! Bir kez de insan olduğun nokta-i nazarından insan olmaklığıyla bak herkese. Kimsenin ne arkasında olmalısın, ne önüne geçmelisin, herkesle yanyana olmalısın. Öne geçenlerin ardından gitme, öne geçip başkalarını arkanda bırakmaya çalışma, herkesle yanyana yürü ki eşit olmanın güzelliği tezahür etsin. Önlerinde başını eğdiklerine bir baksana, hangisi sana benziyor, insana benziyor? Hepsi basit birer bezirgân, hepsi basit birer figüran, hepsi sefil birer tiran ve sen bunların karşısında etkisiz elemansın. Hepsi de kendileri için seni kullanıyorlar hem de hiç acımadan. Üstelikte inandığın Allah ile aldatmaya yeltenerek. Sen onlar için tarlayı sürecek bir öküz, kapıda bekleyecek bir it, yük taşıyacak bir katır, sağılacak bir sığır, güdülecek bir koyunsun, ötesinde ne söylenirse yalandır, palavradır, martavaldır. Hayat, bizim şahidimizdir! Onlar gecelerinde ve gündüzlerinde münhasıran kendi çıkarlarını düşünürler. Bir avuç mafya, bir avuç komprador ve bir avuç politikacının kıskacında rezil bir hayat sürüyorsun, bunların seni düşündüğünü sanıyorsun, bunlardan korkup önlerinde başını eğiyorsun. Değiyor mu? Kendi bekalarını düşünenlerin ve kendi bekaları için seni yokluğa ve yok olmaya mahkûm edenlerin, bir an bile olsa senin bekanı düşüneceklerini mi sanıyorsun? Vallahi, billahi, tallahi olmaz bu, olamaz, olur diyen yalancıdır. Behemehâl eğmemelisin, eğemezsin o başı, ihanet edemezsin ona, gövdene bağlı diye. Niye, niçin, nasıl, ne uğruna ve kimin önünde eğebilirsin ki, o baş eğildiği vakit ortada sen kalabilir misin ki? Tam aksine gerektiği zamanda, gerektiği yerde, gerektiği gibi, karşılarında dimdik tutman gerekenlere karşı da kaldırabilmen için var o baş sende. Ömrünün sonuna kadar bir kez bile kalkmamışsa o baş, o başın o gövde üzerinde durmasına ve o gövdenin de o başı gereksiz yere taşımasına lüzum yoktur. Hatta o baş bizatihi kaldırman için vardır. O baş ki; düşünmenin, görmenin, işitmenin, konuşmanın temerküz yeridir. Böyle emsalsiz yetileri taşıyan bir başın eğilmesi demek, o başla birlikte tüm mevcudiyetinin anlamını yitirmesi demektir. Tanrı niçin en önemli organların olan gözünü, kulağını, dilini o başla birlikte var etmiştir? Ve en mühimi akıl da onda. Yani haddizatında bütün dünyandır o baş senin. Keza hiçbir organın da münhasıran kendi namına kullanman için var değildir sende, başkalarının da düşünen aklı, gören gözü, işiten kulağı, konuşan dili olabilmeli ve başkaları içinde başın kalkabilsin diye vardır tüm bunlar sende. İnsan kendi postuna bürünüp, başkalarının acılarına sırtını dönerek yaşayamaz. Çünkü insanlar tek tek varmış gibiyseler de insanlık bağlamında bir bütündürler. Bu yüzden bir ruh acı çekiyorsa, senin ruhunda çekmeli o acıyı, o ruhla benzerliğim yok dememelisin. İnsanın münhasıran kendi postuna bürünüp, kendi rahatından başka bir şey düşünmemesi, insanı vahşi bir hayvandan farksız yapar. Bu dünyada önünde baş eğebileceğin tek bir kimse yoktur. O baş eğildiği vakit o ruh şerefini yitirir. Çünkü tek bir kimseye karşı borçlu değilsin ve borçlu olarak doğmadın ve tek bir kimsenin kulu da değilsin. Ama sanki herkese karşı borçluymuşsun ve herkesin kölesi ve kuluymuşsun gibi bir yaşamın mahkûmu kılınmışsın. Bahusus ta kendisini doğarken cennetlik olarak doğmuş sananların kulu, kölesi gibi yaşıyorsun ama bu yolu terk etmelisin. Kimseye minnet etmeyeceksin, kimsenin önünde eğilmeyeceksin, dalkavukluk yapmayacaksın, yağ fabrikası gibi çalışmayacaksın, bunu yapamazsın. Ne eğilmeli başın ne de eğebilmeli tek bir kimse başını. O baş, üzerinde bulunduğu gövde üstünde öyle bir dimdik durmalıdır ki, altındaki gövde acı çekmemelidir hatta üzerinde taşımaktan gurur duymalıdır o başı. İnsan baş eğmez ve hiçbir başın eğilmesine de eyvallah edemez. Çünkü bir başın eğilmesi demek, günü gelince tüm başların eğilmesi demektir. Başı dik, onurla ve gururla yaşamak için doğmuştur insan. Başını eğdiğin vakit, onurunu da, gururunu da kaybedersin. İnsan, doğarken, kendisine verilen yaşamak hakkı ile doğar ve her insan, onuruyla, gururuyla ve vicdanıyla doğar. İnsan, öğrenmek, duymak, bilmek, düşünmek, hissetmek, anlamak, sormak ve sorgulamak zorundadır. Çünkü o başın kalkabilmesi bunlara bağlıdır. Toplumsal sorunlara karşı duyarlı olmak, çekilen acıları hissetmek, toplumsal çelişkilerin farkında olmak zorundadır. Ömrünü kör ve sağır olarak ikmal edemezsin. Hayatlarının baharlarında vurulan gençlerin kanlı elbiselerini giyebilmelisin gerektiği zamanda, köle pazarında bir çocuğun içinde dolaştırılan sen olabilmelisin gerektiği zamanda, karnına sayısız bıçak darbeleri alan bir kadının gözleri sen olabilmelisin gerektiğinde, evine ekmek götüremeyen bir babanın evde bekleyen çocuğunun yerinde sen olabilmelisin gerektiğinde, pazarlarda gecenin karanlığında pazarcılardan kalan artıkları toplayan bir yaşlı insanın hisseden vicdanı sen olabilmelisin gerektiğinde. Ve işte bu yüzden başını kaldırmalısın; sağına, soluna, önüne, ardına bile bakmadan gerektiğinde. Başkası içinde yaşayabilmeyi başarması gerekir insanın. Bir insan tutsaksa, sen özgürlüğünden; bir insan açsa, sen tokluğundan; bir insan ölümüne kavga veriyorsa, sen kavgasız, tasasız, zevk içinde yaşamaktan; bir insan çıplaksa, sen üzerindeki elbiseden; bir insan ağlıyorsa, sen gülmekten utanabilmelisin, sana bu utancı hissettirecek bir vicdanın olmalıdır. Unutma ki, vicdan, insanın içindeki Tanrı’dır ve insanı iyi yapan inandığı din değil, vicdanıdır. Başkaları içinde yaşayamıyorsan bu hayatta, başkalarının hakkını yiyorsun demektir. Çünkü her bir insanın diğer bir insan üzerinde hakkı vardır ve bu da kul hakkına girmektedir. Yani kul hakkı münhasıran bildiğimiz klişe anlamlarıyla algılanmamalıdır, anlaşılmamalıdır. Ne hayat ne de insan tek boyutlu şeyler değildirler. Her biri de muhtelif boyutlara malik olgulardır. Binaenaleyh, tek boyuttan bakmak, önyargının mahkûmu kılar insanı ve sınırlar hareket alanını. Bugün insançocukları yeryüzünde hükümran olan yeryüzü tanrıcıklarının önlerinde baş eğmektedirler. Onurlarını, şereflerini, izzetlerini çiğnemek ve çiğnetmek pahasına da olsa ama dünya buna değer mi? Niçin bize benzeyenlerin önlerinde eğiliyoruz, onlara kulluk ve kölelik ediyoruz? Bunu mazur gösterecek hangi sebebi koyabiliriz ortaya? Niçin ya hayatın içine girip baş eğeriz ya da korkup hayatın dışına kaçarız? İnsan kaçmaz, kaçamaz, kaçmamalıdır. İnsanın kaçışı, önce kendisine sonra tüm insanlara ihanettir. Nereye kaçacaksın, kaçıp ne yapacaksın? Gidip kendi dünyana gömülüp, zevk-ü sefa içerisinde insanlığın çektiği acıları seyredip sonra da güya kahramanca sözler mi sarf edeceksin? Bunu yapanın insan olduğunu ve yaptığının insanlık olacağını mı sanıyorsun? Yanılıyorsun, aldanıyorsun, aldatıyorsun ve gerçekte de tam bir namussuz oluyorsun. Kimse benim rahatım iyi diye, rahatsız olanlara duyarsız kalamaz. Küçücük bir azınlık lüks, şatafat içerisinde mutantan bir hayat sürsün, devr-i âlem yapsın, büyük bir çoğunlukta acı çeksin ve yaşayanların bitmeyen ve bitmeyecek hesaplarını ödesin. Bunun neresinde insanlık, vicdan, ahlak ve adalet vardır? Bunu görmeyenin, bilmeyenin ve böylesi bir hayata sessiz ve tepkisiz kalanın insanlığı olabilir mi? Böylesi bir durumda bir baş nasıl ve niçin eğilebilir yahut dünyaya ters dönebilir? İnsanda ki baş kalkmak ve savaşmak için vardır. Çünkü seni kutsal bir savaşın onurlu bir savaşçısı kılacak olan şey gövdenin üzerinde taşıdığın baştır. Çünkü insanın savaşı, insanlığın varoluşunun bir aşamasıdır ve savaşırken yarınlar için insanlık adına yarınlardan beklediğimiz insanın insanca yaşamasıdır. İnsanca yaşamak için savaşmıyorsan ve o baş böyle bir ülkü uğruna kalkmıyorsa, yokluğun varlığından evladır. Kompradorlar ve işbirlikçileri, senin ürettiğini ve ortaya koyduğunu ele geçirmek için tüm kaleleri zapt etmişken, sen nasıl öylece kendi kendini yokluğa mahkûm edebilirsin? Nasıl olurda seni yok etmeye ant içmiş her şeye kayıtsız kalabilirsin? Güvenlik altına alınma uğruna, nasıl olurda her türlü ahlaksızlığa, soysuzluğa, şerefsizliğe baş eğebilirsin? Gördüğün her şeyin yalan olduğunun ne zaman farkına varacaksın, ne zaman görünmeyeni görmeye çalışacaksın? Ne zaman önünde boyun eğdiklerinin hayvan olduklarını anlayacaksın? Böylesi bir dünyada başını kaldırmak her vicdan için kutsal bir vazifedir. İnsanı, kendi emeğiyle bile insan gibi yaşatmayan, emeğinin ürününü göz göre göre gasp eden, çocukları pazarın insafına terkeden, kadınları her gün öldüren, canları sermayeyi korumak uğruna haraç mezat harcayan bir düzen karşısında nasıl olurda kalkması gereken başını eğebilirsin? İnsanlardan duymuyorsan bile kendinden de mi hicap duymuyorsun? Küçücük bir azınlık dilediğince yaşıyor, su gibi harcıyor, böğüre böğüre eğleniyor, çiftlik kıldıkları vatanı istedikleri gibi sömürüyor, geriye kalan büyük çoğunlukta onların faturasını ödedikçe ödüyor, ne fatura bitiyor ne ödeme son buluyor. Emeğinle, terinle, yaşınla, kanınla, üç kuruşluk kazancınla ödedikçe ödüyorsun. Ve üstüne üstlük bir de sonu gelmeyen faturalarını ödediklerinin önlerinde başını eğmek zorunda hissediyorsun kendini ya da eğdiriyorlar o başını önlerinde. Ama o başını kaldırmak için kavga verenleri de geçmişleriyle yargılayıp lanetliyorsun. Peki, asıl lanetlik kim oluyor burada düşünüyor musun? Buna nasıl eyvallah edebiliyorsun? Senin, mafya, sermaye, politika kıskacında canını çıkarırcasına ezip suyunu çıkarıyorlar, sen üç kuruşluk çıkarın uğruna bunu sindirebiliyorsun, nasıl bir mideye sahipsin? Sen bu şebekelerin kulu ve kölesi olarak doğmadın, sen kendi adına yaşamak için insan olarak doğdun, niçin bunun farkına varmıyorsun? Bunların senin için varolduklarını ve senin için çalıştıklarını mı sanıyorsun? Çok alık, bön ve ahmaksın. Dünya nimetleri için, üç kuruşluk çıkarın için yeryüzü tanrılarının önünde başını eğme. Birileri yiyip içip eğleniyorlar sen çalışıyorsun. Tarladaki ırgat sensin, cephede ki asker sensin, maden ocağında işçisin, pazardaki maraba sensin, hakkını istemeyecek misin, hep böyle sürüp gidecek mi bu hayat, ödediğin bedelin karşılığı bu mu olacak? O zaman niçin yaşıyorsun bu dünyada? Yaşamak sanıyorsun değil mi böylesi bir şeyi? O zaman yaşadığın hayatın içine tüküreyim senin. İnsan olduğunu hatırlamalı ve asla unutmamalısın, başını behemehâl eğmemelisin, tüm varlığının şu an olduğunu ve tüm mevcudiyetinin şu anda bulunduğunu hissetmelisin, özgürlüğün bayrağı olmalısın, karanlığın kalesini yerle yeksan eylemeli ve karanlığın kalesine dikilmelisin! Asla ve kata unutma ki; aydınlığın temsilcileri, karanlığın bekçilerini mutlaka yenecektir ve beklediğimiz o hesap vakti mutlaka gelecektir! KENDİ AKLINI KULLANMA CESARETİNİ GÖSTER VE KADERİNİ KENDİN ÇİZMEYE CESARET ET!

 

ÜÇ SÖZ:

 

‘’’’Gençler! Bu Cumhuriyeti biz kurduk, onu yaşatacak sizlersiniz. Cumhuriyet, fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller ister.’’’’

 

Mustafa Kemal ATATÜRK

 

‘’’’Hayvan olmak istiyorsan olabilirsin elbette. Bunun için, insanlığın acılarına sırt çevirmen ve yalnız kendi postuna özen göstermen yeterli.’’’’

 

Karl MARX

 

‘’’’Her şeyi SORGULA.’’’

 

Karl MARX

Tarih: 05.09.2020 Okunma: 553

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?