Şimdi Hz. Muhammed var mı, yok mu? Var
mı, yok mu bir karar vermek zorundayız de mi? Bilakis O’nu düşünemeyiz,
hakkında bir şey söyleyemeyiz, tüm yönleriyle yaşamına matuf doğru ya da yanlış
diyemeyiz de mi? İttihaz edeceksekte, rededeceksekte, üzerine düşüneceksekte
mutlaka net bir olgu olmalı değil mi ortada? Çendan bir yerden düşünmeye
başlamak için. Yani bu dünyaya gelmiş ve bu dünyada yaşamış mı, insanlar ve
toplumlar buna şahitlik etmişler mi? Gelmiş, bulunmuş, yaşamış diyorlar de mi?
Kabul edenler de, etmeyenler de böyle söylüyorlar, herkes kendi zaviyesinden
bakarak, söylemleri ve yaşamı temelinde de bir tepki de bulunuyorlar de mi ve
biz O’nun hayatını okuyoruz değil mi? Şöyle bir durum var ortada; gerçekten her
yönden meflûç halde bulunan bir topluma gelmiş mi bir peygamberlik görevi ile.
Gerek insan olarak, gerek toplum olarak, gerek politik olarak meflûç bir
hayatın içine doğmuş değil mi? Bu böyle yani, böyleymiş, okuduk, okuyoruz,
düşünüyoruz, aksi bir durum vaki değil şu ana değin. Ve o toplumda önce bir
insan olarak sonra da peygamber olarak bulunmuş mu? Ki, bazı ortamlarda varlığı
hissedilmemiş bile, zira O, kendini tek bir insandan bile üstün görmemiş. Çünkü
muayyen bir eksende yaşamış. Yani o dönemi okuduğumuz zaman böyle bir manzara
ile karşılaşıyoruz. Kabul edip etmemek bir şeyi değiştirmiyor. Ki, zaten kabul
ya da reddettirmek için bir şeyler ortaya sürmüyoruz. Bizim derdimiz kabul ya
da ret ettirmek değil. Münhasıran düşünmek için düşünce serdediyoruz ama
cerhedilebilme ihtimalini de göz önüne alarak. Çünkü tarihi kayıtlar böyle
söylüyor. Kabul edenlerin kayıtlarında da, kabul etmeyenlerin kayıtlarında da
böyle söyleniyor. Neler söylemiş ve söyledikleri ile hayat arasında ki ilinti,
irtibat nedir, isabeti ne derecededir düşünmeliyiz de mi? Kabul ediyorsak hangi
düzeyde temsil ediyoruz, reddediyorsak hangi gerekçelerle reddediyoruz
bilinmelidir de mi? Çünkü ispatsız iddia tiksindiricidir. Kabul edenler içinde
böyledir bu, reddedenler içinde. Eğer ki, iddianı ispat edemiyorsan, iddianın
benim tarafımdan tolere edilmesini de bekleyemezsin, metazori tolere ettirmeye
de yeltenemezsin değil mi? Bu senin basitliğini, küçüklüğünü, iğrenç olduğunu
gösterir de mi? Kabul ediyorsan ispat etmelisin, nasıl ispat edeceğini
bilmelisin, bilmiyorsan kalkıpta O’nu sevdiğini ifade edemezsin. Reddediyorsan da
ispat etmelisin, nasıl ispat edeceğini bilmelisin, bilmiyorsan da kafana göre
zevzeklik etmeyeceksin. Çünkü hayatta her şeyin bir raconu vardır, bahusus
düşüncenin raconu keskindir, ağırdır. İki tarafta kendilerine yönelecek oklara
hazır olmalıdır. Oklar gelip ruhlarına batar da acı verirse ve bu nedenle
bağırıp çağırırlarsa onlara münafık gözüyle bakarım. Böyle yaparlarsa o
pisliklerin mikrop suratlarına tükürürüm. Ha yağmur yağdığını düşünebilirler,
orası onların bilecekleri şeydir, benim düşüneceğim, bileceğim bir şey
değildir. O’nun gibi olun ya da O’nun gibi birini gösterin demiyoruz, çendan
benzeyen bir tarafınızı ya da benzeyen birini gösterin diyoruz. Anladınız mı?
Umarım ki anlamış olun. İtlik yapmıyoruz ve itleşmiyoruz, itlik yapanları ve
itleşenleri de önemsemiyoruz. Önce insan
diyoruz, her şey insandan sonra başlar diyoruz. Yaptığımız her şeyi insanca
yapmaya gayret ediyoruz. Ve münhasıran önce insanım diyenlere, insan
olabilenlere değer veriyor, saygı duyuyoruz. Hem O’nunla zerre miskal iltisakın
olmayacak ama varmış gibi davranacaksın hem de O’nun üzerinden bu dünyayı
sonuna kadar kazanacaksın. Yani Allah ile aldattığın gibi Muhammed ile de aldatacaksın.
Bu riyakârlığa tükürürüm. Ama aldananların beyinlerine de tüküreyim.
SADECE DÜŞÜNÜN...2...
Özgür DENİZ - 07.09.2020
Tarih: 07.09.2020
Okunma: 438
YORUMLAR
Yorumunuzu ekleyin.