‘’’’Zaman bozulunca, aşağılık insanlar efendi olur.’’’’ Hz. Ali
Saçma sapan bir hayatta savrulup gidiyoruz. Niye, nasıl,
niçin böyleyiz, ne sormak mümkün ne de cevap vermek. Sorduğun zaman ayrı bir
tehlikesin, cevap verdiğin zaman zaten artık yoksun. Bu hayatta ya kaçak
yaşamak zorundasın ya da dünyaya mazgallardan bakmak kaderindir yahut ot gibi,
it gibi yaşamaya razı geleceksin. Birbirine saygı duyarak düşünce paylaşmak mı?
Ne mümkün. Birbirimizi, birbirimizi itham etmek, yargılamak, jurnallemek için
dinliyoruz; anlamak, ölçüp, biçip, tartıp, kıyaslayıp, doğruyu bulmak için
değil. Ki, doğru nedir ki, merak eden kimdir ki doğruyu? Önyargının
tutsaklarıyız, anlamak ve fikrimizi paylaşıp doğruya ulaşmak için dinlemiyoruz.
Ki, filhakika, zaten artık böyle bir şeyi ihtiyaç bile hissetmiyoruz. Çünkü
düşünmek diye bir dert sahibi değiliz. Planlı, programlı, sistemli bir şekilde
cahilleştirilmişiz, cahilleştiriliyoruz. Çünkü cahilleştiğin kadar
marabalaşırsın, ayakçı olursun, sünepeleşirsin, bilmem ne deposu olursun,
sadece beslersin, büyütürsün. Cahilleştiğin derecede merakın, şüphen, sorun,
sorgun yok olur ve mutlak itaat eden bir köle olursun. Cahilleştiğin derecede
şerefin, haysiyetin, karakterin, onurun, insan olmanın bir anlamı kalmaz
yanında. Cahilleştiğin derecede kör, sağır, hissiz, düşüncesiz olursun. Önümüze
gelenin önünde eğiliyoruz, önümüze gelene inanıyoruz, önümüze gelene tüm
mevcudiyetimizle teslim oluyoruz. Merak etmek, şüphe etmek, sormak, sorgulamak
muhal ender muhal artık. Bu yüzden körüz ve gözümüzün önündekini görmüyoruz, bu
yüzden sağırız ve kulağımızı zonklatan acı haykırışları duymuyoruz, bu yüzden
vicdansızız ve bize çarpan ıstırapları hissetmiyoruz, bu yüzden düşüncesiziz ve
yalanı, yanlışı fark ettiğimiz halde sormuyoruz, tenkit etmiyoruz,
reddetmiyoruz. Acılar içinde kıvranıyoruz. Öyle bir hayata çatmışız ki, hayat
hayata kurmuş pusu. Tek kişilik hayatlar yaşıyoruz, böyle yaşamak zorunda
bırakılıyoruz. Çünkü başka opsiyon bırakılmıyor bize. Beyniniz hedefte,
kalbiniz kapalı. Aklınız dipsiz kuyularda can çekişiyor. Duygularınız karaya
vurmuş balıklar gibi. Bu yüzden okumaktan, düşünmekten, konuşmaktan, yazmaktan
nefret eder hale geliyorsunuz. Hatta her şeyden nefret ediyorsunuz,
insanlığınızdan bile tiksiniyorsunuz. Çünkü bu tür meziyetlerin zerre miskal
kıymet-i harbiyesi olmayan topraklarda yaşıyorsunuz. İmkânınız, gücünüz olsa, çekip gitmek
istiyorsunuz, hiç kimsenin olmadığı, her bir kimsenin hiç kimse olduğu yerlere.
Hatta yaşamaktan nefret ediyorsunuz. Kendi topraklarınızda insan gibi
yaşayamıyorsunuz. Ne yerli yerinde olan bir şey var ne de hiçbir şey olması
gerektiği gibi oluyor. Hayatın her alanında bir keşmekeş hâkim maalesef. Bölük
pörçük bir hayatın mahkûmuyuz. Ömrümüz efendilere ipoteğe verilmiş sanki. Tabiatıyla
bu da insanı feci şekilde kahrediyor. Söylediklerinize yanlış diyenden gelip
yüzünüze yanlış olduğunuzu söylemesini bekliyorsunuz ama tecziye ile
karşılaşıyorsunuz. Çünkü zaten düşüncesi olmayanın düşünceye düşünceyle cevap
vermesinin kabil olmadığını akledemiyorsunuz bir an. Benim vergimle başkaları
istedikleri gibi yaşıyorlar, bizse sefaletin dipsiz kuyularında duyulmayan
haykırışlarımızla geberip gidiyoruz. Biz ödüyoruz, başkaları yaşıyorlar ve
yaşatıyorlar. Bizim paramızla tafra yapıyorlar, kibir budalası haline
geliyorlar, ahkâm kesiyorlar. Bizse kendi paramızla rezilce bir hayatın
girdaplarında çürüyüp gidiyoruz. Bizim paramızla suçlular ellerini kollarını
sallayarak dolaşıyorlar, suçsuzlarsa demir korkuluklar ardında ömür
çürütüyorlar, bizse ağzımıza kilit vurmak zorunda kalıyoruz. Öyle bir hayat ki,
haddizatında cehennemden farksız ve öyle bir dünya ki, devasa bir zindandan
farkı yok. Böyle olmadığını iddia edin, iddianızı ispat edin, serdettiğiniz
fikirler cerh edilmesin, eğer önünüzde eğilmezsen dünyanın en şerefsiz ve
namussuz insanı olduğumu tüm insanlığa haykıracağım ve yüzüme tükürülmesine
eyvallah edeceğim. Tabi o yürekte kim var merak ediyorum. Her şey gözümüzün
önünde olup bitiyor ama görmek istemeyenden daha kör kim olabilir ki? Her
yerden beslenme yöntemleri fışkırıyor ama hangi parayla, nasıl, ne şekilde diye
soran yok. İnsançocuğu bir dilim ekmeğe muhtaç ama âlem kaliteli beslenme
yöntemlerini ve besin deposu olan nimetleri saymakla bitiremiyor. Herkesi
kendileri gibi sanıyorlar bazıları. İnsan görünümlü yaratık, insançocuğuna ana,
avrat, çoluk, çocuk dümdüz gidiyor, sonra tam alnından vuruluyor, beni niye
vurdun diye soruyor, başkaları da vuranı infaz ediyorlar. Sen beni öldürürsen,
ben seni nasıl yaşatabilirim ki ve sen yaşamayınca ben nasıl sorumlu olabilirim
ki? Böyle pespaye bir hayatın içinde kahrederek yaşayıp gitmekten daha acı ne
olabilir ki? Polisler yüreklice vazifelerini ifa edemiyorlar, bir suçluyu
yakalıyorlar, bir kodamandan bir telefon geliyor ve suçlu avukatıyla kahkahalar
atarak ve kendisini tutuklayan polisin yüzüne sırıtarak çekip gidiyor.
Savcılar, hâkimler yüreklice karar veremiyorlar, verdikleri bir kararın ucu
eğer bir kodamana dokunuyorsa bir dakikada bozuluyor o karar, kahrolsan ne
çare. Katillerle, canilerle dip dibe yaşıyorsun ama düşünen insandan
kaçıyorsun. Her yerde, her alan da böyle yürüyor işler. Torpilin yoksa tenceren
kaynamıyor. Torpilin yoksa, akıttığın terin, döktüğün yaşın, verdiğin emeğin
hiçbir değeri olmuyor. Sonra sev deniyor, sev ne varsa. Tabi her şeyi sevecek
bir yüreğe sahip olmayınca nefret ediyorsun nefret etmen gereken her şeyden. Böyle
bir dünyada, birileri domuz gibi yaşarlarken, büyük çoğunlukta sefaletin
şarkısını söylüyor haliyle. Hayvandan da aşağıdayız! Hani koyun, kuzu neyse, ta
ki domuz hayvanından bile. Hadi değiliz deyin ve iddianızı ispat edin ve ben de
öyleyiz diyeyim ve iddiamı ispat edeyim, tek bir tane şerefli ve namuslu insan
var mı bu müzakereyi yapabilecek? Piyasadaki kallavi yallar için havlayan
itlerle karıştırarak hemen hodri meydan demeden önce düşünün derim… Tabi bir de
özgür meydan isterim!