SADECE DÜŞÜNÜN...11...

Özgür DENİZ - 20.09.2020

Bir hiç olan ve bir nokta mesabesinde bulunduğun bu dünyada, nedir, nedendir, niyedir bu hep olmak ve her şeye sahip olmak arzusu? Niyedir ben üstümün, herkes benim kölemdir, tek doğru benim tavırları? Niyedir altında eşitlendiğin, eşitlenmek zorunda kalacağın dünyanın üzerinde daha eşit olmak arzusu? Herkesin kendi kaderini belirme özgürlüğünün verildiği bir dünyada nedendir bu herkesin kaderini tayin etmek isteği? Kazandığın neyi yanında götürmeye kadirsin? Böyle bir ayrıcalık mı tanınacak birilerine? Kaybettiğin bir hiçse, kazandığın bir hiçse ve bir hiçse dünya denilen şey ve dahi hiçbir şey götüremeyeceksen, bu kadar bağlanmak ve her şeyi ele geçirmek, geçirmek isterken de hiçbir değeri umursamamak nasıl bir anlayıştır? Bir kişinin kendine ait olan bir şeyi alabilirsin ve onunla helalleşebilirsin belki, çünkü bir kişiyle bunu yapmak kolaydır ya herkese ait olan bir şeyi alırsan nasıl helalleşeceksin? Bir insanteki kendisine ait bir şeyi başka bir insantekine kendi isteğiyle vermedikten sonra helalleşmek zorundadır her bir insanteki diğer bir insantekiyle. Bunun başka hiçbir yolu yoktur. Öyleyse bu kadar vurdumduymaz olmanın gereği nedir, niyedir? Bir ruh, başka bir ruha ait olan şeyi nasıl olurda rahatsızlık hissetmeden kanıksayabilir? Bizler, öldükten sonra her şeyin biteceğini, olan biten her şeyin geride kalacağını, gittiğimiz yere tertemiz gideceğimizi mi sanıyoruz acaba? Haklarını yediğimiz insanların haklarından nasıl sıyrılmayı düşünüyoruz? Böylesi bir şeye cüret edenin güvencesi nedir? Nasıl olmaktadır da böylesi bir şeye cüret edebilmektedir? İşte bu sebeple kul hakkına tasallut edene insan nazarıyla bakamıyorum ve hiçbir zaman da bakmayacağım ve benim üzerimde bu yönden hakkı bulunana hakkımı hiçbir zaman helal etmeyeceğim hatta zehir olmasını dileyeceğim. Önemli değil mi? Öyle olsun bakalım... Demek ki böylelerine bir güvence verilmiş ki, bu kadar rahatlar!          

 

Binlerce çiçeğin olduğu doğa mı yoksa tek bir çiçeğin olduğu doğa mı daha güzeldir? Hangi çiçek diğer bir çiçeği yok ederek varolabilir ve hangi doğa böyle güzel kalabilir? Her meyvenin tadı bir başka değil midir ve bu, tüm insanlık için bir lütuf değil midir? Tıpkı bunun gibi binlerce farklı insanın, kültürün olduğu ve bunlardan fevkalade bir harmoninin tezahür ettiği bir insanlık dünyası mı yoksa tek bir insan ırkının ve tek bir kültürün olduğu insanlık dünyası mı yaşanılabilirdir? Böylesi bir şey mümkün müdür ve böylesi bir dünyada yaşamanın güzelliği olabilir mi? Niçin insanlık dünyasında barış olsun için çabalamıyoruz da mütemadiyen savaşı ve kavgayı körüklüyoruz? Niye dünyayı yakıp yıkıp yaşanmaz kılıyoruz? Herkesi olduğu gibi kabul etsek, herkesin yaşamına saygı duysak ve buna mugayir hareket edeni spontane ayıklasak olmaz mı? Olabildiğince savaşlardan geri dursak, gücümüz yetiyorsa savaşları durdursak, şayet vuracaksakta ille de gel beni vur diyeni vursak hatta onu bile durdurabilecek bir yol bulsak, ille savaş diyenden, kavga diyenden tüm insanlık birleşip hesap sorsak olmaz mı? Alevi’siyle Sünni’siyle, Türk’üyle Kürt’üyle Arap’ıyla, Yahudi’si Hıristiyan’ıyla büyük bir insanlık ailesinin üyeleri değil miyiz? Büyük bir insanlık evinin misafirleri değil miyiz hepimiz? Dinen olmasa bile insan olarak kardeş değil miyiz? Herkesin hakkı değil midir yaşamak ve o hakkı hak bilip saygı duymak değil midir herkesin ödevi? Nedir paylaşılamayan? Niye bunların içerisinden çıkan savaşçılara karşı barışçılar galip gelemiyor? Bu dünyanın herkese yetecek kadar olan ve uğruna tek damla kan akıtmaya hiçbir sebebin olmadığı topraklarında bugüne kadar hep zulmün atı sürülegelmiş, niçin bundan böyle adaletin atı sürülmesin, barış ve kardeşliğin türküsü söylenmesin ve sevgi sarmasın insanlığı? Hep böyle zehir içerecek, acı çekerek, iç geçirerek mi yaşamak zorundayız? Hep uzaklara dalıp gitmek mi düşecek payımıza? Niçin iyiler üstün gelemez bu dünyada? Niçin iyiliğin atı sürülmez? Niçin insanlık toprağında sınır tanımadan, hiçbir zarar gelmeyeceği güvencesiyle özgürce atımızı süremeyiz bilmediğimiz, görmediğimiz topraklara ve hiç tanımadığımız insanlarla kucaklaşamayız, aynı sofraya oturamayız? Birileri birilerine ille zarar vermek zorunda mı ve niçin ama? Zorbalık hangi yaraya merhem, hangi derde derman, hangi çaresizliğe çare olmuştur? Bir beyaz domuz siyahi bir insanı tüm dünyanın gözü önünde alenen öldürüyor, bunu hangi cesaretle yapabiliyor? Bu nasıl mümkün olabiliyor? Bir insan huzurlu mutlu değilse, diğerlerinin huzurlu mutlu olmalarının imkânı olabilir mi? Herhangi bir insantekinin nefes alamadığı dünyada nefes alabilecek kim olabilir? Hiç mi gülmeyecek bu insan dediğimiz? Nasıl güleceğiz ve nasıl mutlu ve huzurlu olacağız her birimiz? Herkesin gülmesi herkesin hakkı değil midir?

Tarih: 20.09.2020 Okunma: 362

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?