Melekler ne demişti? Yeryüzünde kan
dökecek birini mi yaratacaksın? Yani sordular. Kime soruyorlardı? Elbette
Allah’a. Evet onlar bilmezlerdi ama sorabilirlerdi ve sordular. Evet, kan mı
döktü yaratılan? Kan döktü. Ama soru da soruldu. Elbette karşılarında Allah
vardı ve Allah’ın bildiğini onlar bilemezlerdi ama bilmeyiz diye de
kalamazlardı ve sorabilirlerdi. Hayır, yaratandan niçin korkulsun, yaratmış ve
akıl vermiş, duygu vermiş, nefis vermiş, öyleyse verdiklerini kullanacam ve O
da buna müsaade edecek. Verdiyse istemeyi, isterken de geçit verecek. Çünkü o
Allah’tı ve Allah karşısında saf ve sınırsız özgürlük vardı, bir daha hiç
olmayan, olmayacak özgürlük ama elbette alınabilecek bir özgürlük. Ama o
özgürlüğü almak için bugüne kadar hiç onurlu bir teşebbüste bulunulmadı. Zaten
bilip bilmemekte değildi mesele, sorup sorabilmekti. Allah’a sorulan soru
kullarına sorulamıyordu. Allah’ın merhameti ve affı vardı ama nasıl oluyorsa
kul olanlarda ne merhamet ne de af vardı, fakat her yerde böğürüyorlardı Allah’ın
merhameti ve affı var diye yani Allah ile aldatıyorlardı şeytanlar ve biz de
Allah ile aldatan bu melun, alçak ve soysuz şeytanlara inanıveriyorduk ne hikmetse,
çünkü biz de akılsızdık, maldık, öküzdük. Her şey o kadar açık, net, berraktı
ki, göz göre göre bu şeytanlara aldanıyorduk. O kadar aptalca bir masumiyetle
bakıyorduk ki her şeye, kendimiz gibi görüyorduk gördüğümüz her şeyi, arka
taraftaki şeytani yönü göremiyorduk, öyle bir şey yok, olamaz diyorduk ama
vardı işte ve sadece biz aptaldık. Nasıl bir dünya da yaşıyoruz biz? Niçin
sormuyoruz? Niçin birilerinin bizim irademiz dışında tayin ettikleri ölçülere
ve yukarıda belirledikleri doğrulara göre yaşamayı kabul ediyoruz? Hiç mi
utanmıyoruz böylesi izzetsiz ve onursuz şekilde yaşamaktan? Kimden korkuyoruz?
Korkunun mezelleti ve meskeneti tevlit ettiğini ve bizleri tereddiye mahkûm
ettiğini bilmiyor muyuz? Elinizin altında ki hazineden korkuyorsunuz be. O
hazineyi dilediklerince kullanıp sizleri aldatanlara eyvallah ediyorsunuz da, o
hazine neymiş açıp baksak demiyorsunuz. Oysa bir açıp baksanız ve içinde ki
mücevherleri görseniz aklınız şaşacak. Ama hayır o mücevherleri birileri
alsınlar, bakıra dönüştürüp bize sunsunlar diye bekliyoruz. Ve öyle de oluyor
ama o bakır gün gelip bizi zehirliyor. Ve biz kan kusup kızılcık şerbeti içmeli
ve buna şükür demeliyiz ama birileri hep yemeli ve bir türlü yeter demeyi bilmemeli
öyle mi? Öyle değil ve öyle olmayacak. Hakkımızı isteyeceğiz sefil beyinli
pezevenk. Ne acıdır ki, şifayı da zehirleyenlerde arıyoruz. Elimiz bir türlü
ulaşması gereken yere ulaşmıyor. Oysa açıversek bir kapağını, görüversek bir
içindekini ve soruversek bir; biz bugüne kadar nasıl böyle durabilmişiz diye,
her şey yoluna girecek ama yapacak kim? Çünkü kendilerini canlı sanan
ölülüleriz biz! Ve şerefsizce, izzetsizce yaşamayı kanıksamışız…
SADECE DÜŞÜNÜN...32...
Özgür DENİZ - 11.10.2020
Tarih: 11.10.2020
Okunma: 403
YORUMLAR
Yorumunuzu ekleyin.