İlk evvelde şu vuzuha kavuşmalıdır
kardeşim. Karakterli mi olmalıyım karaktersiz mi? Doğru mu olmalıyım yanlış mı?
İyi mi olmalıyım kötü mü? Ahlaklı mı olmalıyım ahlaksız mı? Adil mi olmalıyım
zalim mi? Batıla mı itibar etmeliyim hakikate mi? Onurlu bir hayat mı
yaşamalıyım onursuz bir hayat mı? Emrolunduğum gibi dosdoğru mu olmalıyım yoksa
eğri büğrü mü? Bu eksenden bakmak zorundayım, zorundayız. Sonra da şerefsizce,
münafıkça davranmamalıyız. Ona göre değerlendirme yapılması icap eder. Buyursun
birisi hangi minvalde ve temellerde bir yaşam önermek istiyorsa önersin ve ona
göre bir yaşam tayin edelim kendimize. Ki, sonra niye böyle yaşıyorsun
denilmesin onursuzca. Yanlışa yanlış, doğruya doğru derim kardeşim. Yanlışı
isterse bir diktatör, isterse bir padişah, isterse bir kral yapsın farketmez.
Doğruyu isterse gariplerin en garibi yapsın farketmez. Ne yani kral yanlış
yapınca doğru, garip doğru yapınca yanlış mı demek zorundayım. Böylesi bir
pezevenkliğe, münafıklığa hayır diyorum. Düşünceleri bir kenara bırakalım. Çünkü
önce insanlığın geldiğini, geleceğini, gelmesi icap ettiğini artık fark ve
idrak etmiş durumdayız, bunu beceremediysek bile becermek zorundayız gayrı.
Çünkü insan olmadığımız (((dürüst, doğru, hakikatli, ahlaklı, adil, iyi vs.)))
vakit, düşüncemizin hiçbir kıymet-i harbiyesi olamaz. Benim önüme iki de bir
Müslümanlığını süremez kimse. Sen şerefsizsen, bana ne senin Müslümanlığından
sefil pislik. Düşüncen tertemiz (((kendi değerlendirmene göre))) olsa dahi, sen
kirliysen şayet, düşüncen temiz diye seninde temiz görülmen diye bir şey kabil
değildir. Ki, bu adil de, ahlaki de değildir. Çünkü bu ahmaklıktan ve bizleri
de yanıltan bir şey olmaktan başka bir şey değildir. Herkes herkese nasıl bir
hayat önerir, önermektedir? Galiba bizim en büyük açmazımız, riyakârlığımız,
samimiyetsizliğimiz, münafıklığımız, sefilliğimiz tam da burada gizli. Hep
olumlu yönde bir kişilik olarak hayat sahasında tecessüm etmemiz istenirken, o
yönde tecessüm ettiğimizde en büyük sıkıntılarla karşılaşmaktayız. Doğruyu
söylediğimiz zaman dokuz köyden de kovulmaktayız. Peki, niye böyle olmaktadır?
O zaman insan olmamız istenmemektedir ama isteniyormuş gibi yapılmaktadır değil
mi, yani böyle bir niyet çıkmaz mı buradan? Hem iyi, doğru, dürüst, ahlaklı vb.
minvalde bir kişilik olmamız istenmektedir ama öyle olunca tecziye edilen yine
böyle olanlar olmaktadır. Peki, bu amansız paradoks nasıl izah edilecektir?
Şayet ahlaklı olmam isteniyorsa, istenilen şekilde mi ahlaklı olmalıyım yoksa
nasıl ahlaklı olunması iktiza ediyorsa öyle mi ahlaklı olmalıyım? Maalesef
istenilen şekilde ahlaklı olunmamız istenmektedir, nasıl ahlaklı olunması icap
ediyorsa o şekilde değil. Peki, bu gerçekten insanlık mıdır, şerefli bir
yaklaşım mıdır? Ve her şeyden önemlisi Allah’ın dini ne demektedir? Sen
emrolunduğun gibi dosdoğru olmayacaksın ama sana yanlış dediğim zaman suçlu
bendeniz olacam öyle mi? Tükürürüm lan senin pezevenkliğine. Bana maziden dem
vurup durmayacaksın arkadaş. Bana fatih lazım değil, Fatih gibi oldun mu,
olabildin mi, olabiliyor musun onu göreyim ben. Bana Hz. Ömer lazım değil, Hz.
Ömer oldun mu, olabildin mi, olabiliyor musun onu göreyim ben. Hadi buyuralım
Fatih’i ve Hz. Ömer’i anlatalım, var mısınız? O yürek var mı? Hadi bakalım
Fatih’in zerresine, Hz. Ömer’in zerresine sahip misiniz doğrulayalım mı bi?
Yürek ister yürek, öyle laf cambazlığı ile olmaz bu işler, Allah ile aldatmayla
olmaz bu işler. Önce insan olacaksın, sonra o insanlığın üzerine kimliğini bina
edeceksin.
SADECE DÜŞÜNÜN...50...
Özgür DENİZ - 07.11.2020
Tarih: 07.11.2020
Okunma: 356
YORUMLAR
Yorumunuzu ekleyin.