Bu topraklarda doğdum, bu topraklarda yaşadım ve yaşıyorum, yüzde doksan dokuz bu topraklarda yaşama hoşçakal deyip veda edeceğim. Bu topraklar benim topraklarım. Kimsenin babasının toprağı ya da çiftliği değil. Kollektif bir kavganın neticesinde vatan kılınmış topraklardır. Umudun, sevginin, barışın, kardeşliğin, bağımsızlığın hatta acının toprakları. Tıpkı benim gibi, benimle kan bağı olacak olanlar da aynı gerçekliği yaşayacaklar, doğumdan vedaya dek. Bugün bendeniz varım, yarın onlar olacaklar aynı topraklarda. Ve bugünden yarınları kuracak olan da, yarınlara giden yola bir tuğla koyma imkânı bulunan da benim. Eğer bugünden onlar için güzel bir yarın adına yapabileceğim bir şeyler varsa da yapmazsam onlar nezdinde suçlu olacağım kesindir. Böylesi bir onursuzlukla suçlanmayı ve böylesi bir suçluluk duygusu ile yaşama veda etmeyi ittihaz edemem, sindiremem. Belki miras olarak maddi değeri olan bir şey bırakamam ama çendan namuslu bir şekilde verilmiş kavgayı ve onurlu bir yaşamı miras olarak bırakabilirim. Ayrıca münhasıran kendim için değil herkes için insanlık onuruna seza bir yaşam kavgası veriyorum, binaenaleyh aynı kategoride olmadığım insanların kavgalarını görmezlikten gelemem. Ya hep birlikte kazanacağız ya da hep birlikte kaybedeceğiz. Ki, nihayetinde bendeniz de bir işçi sayılırım. Ve insanlığın da işçilerin yorgun omuzlarında ve nasırlı elleriyle yükseldiğini çok iyi bilirim. İnsanlığın kutsal hazinesi o namuslu işçilerin terleri, yaşları, kanları ve emekleriyle dolmaktadır ve herkesi beslemektedir. Tüm mevcudiyetimle varlığımı mevcudiyetine feda ettiğim bu topraklarda kendi hayatım ve kan bağımın olacağı insanların hayatı için yapabileceğim her şeyi yapmak üzerimde ağır bir sorumluluktur. Sorumluluk yükü ise ölümden bile ağırdır. Ve bu sorumluluğun muktezası ne ise bihakkın ifa etmekten imtina etmeyeceğim. Korkmadan, yılmadan, yıkılmadan yürüyeceğim. Kim, yarınlarda, kendi evladının, işçilerin maruz bırakılmak istendikleri uygulamanın muhatabı ve mağduru olmayacağını garanti edebilir? Ki, dahası kim evladının bir işçi olarak hayatın içinde bulunmayacağını garanti edebilir? Öyleyse kimse sözlü ve fiili kavgamın önüne barikat olamaz ve barikat kuramaz. Bilakis her namuslu insan bu kavgaya çendan manevi olarak müzahir olmak mecburiyetindedir. Bu bir onur ve namus kavgasıdır. Böylesi bir şey, yani sözlü ve fiili kavgama barikat olmak ve kurmak, böyle bir şeye yelteneceklerin ne hadleridir ne de hakları. Bu topraklarda olan, olmakta olan ve olacak olan ne varsa bendenizi de bizzat ilgilendirir, ilgilendirmektedir, ilanihaye de ilgilendirecektir. Çünkü her şey doğrudan bendenizin de hayatıma tesir etmektedir. Ya yaşamımı azaltmakta ya da çoğaltmaktadır. Ya acılarla doldurmaktadır bağrımı ya da sevinçler eklemektedir sevinçlerime. Ya izzetli yaşamın yolunu açmaktadır ya da sefalete giden yolun adı olmaktadır. İstesem de, istemesem de böyledir bu. Benim kaderim belki başka bir seyir izledi ama benden sonra gelecekler için aynı şey geçerli olmayabilir. Onlar bir işçi olarakta hayatın içinde yer alabilirler. Herkes öğretmen, savcı, doktor, hâkim olacak diye bir kaide yoktur. Herkes komprador olabilecek kadar hırsız da olamayacaktır. Ve kahir ekseriyette işçidir çalışma hayatının içinde. Öyleyse bugün onlar için konuşabilmeliyim, onların haklarını savunabilmeliyim. Ki, yarınlar da alnım açık olarak varlığımdan rahatsız olunmadan yürüyebileyim insanlık içinde. Eğer bugün susarsam, geri durursam, yarın onların yaşayacakları acıları, ıstırapları bugünden onaylamış olurum. Ve o gün konuşma salahiyetim olmaz hatta konuşmaya yüzüm olmaz. Bu ise telafisi mümkün olmayan ve sökülüp atılması da muhal ender muhal olan bir acı olarak ruhumda varlığını her daim koruyacaktır. Bu acıyı kaldırabilecek kadar güçlü değilim, böylesi bir güce malik olanı da tanımıyorum ve bademada tanımayacağım. Kuşkusuz anlamadığım, yabancısı olduğum bir mevzu. Ama anlatılanlara bakılırsa da vicdani, ahlaki ve adil hiçbir yönü bulunmayan bir uygulama. İslamcı, Milliyetçi, Solcu tandanslı tüm kliklerin hepsi de aynı kanaatte üstelik mezkûr mevzuda. Akıl alır gibi değil yani. Öyleyse böylesi bir şeye nasıl oluyor da tevessül edilebiliyor? Bizim vazifemiz; bu toprakların çocuklarının geleceğini çalmak mı yoksa onlara onurlu bir gelecek kurmak mı? Hayır, gerçekten idrak etmekte zorlanıyorum. Nasıl olur da hiçbir güvence vaat etmiyoruz da, bilakis varolan güvenceden mahrum bırakıyoruz bu toprakların kavruk yüzlü, elleri nasırlı, üç kuruşla yaşamak derdinde olan ve yine de sabırla, kanaatle sadakatlerinden taviz vermeyen evlatlarını ve böylesi bir şeye reva görebiliyoruz onları? Gerçekten hiç mi hicap duymuyoruz? Hangi insanlık umdesi, hangi vicdan anayasası, hangi kutsal hukuk kriteri bunu tasvip ve tensip eder? Lütfen akıl, izan, insaf, vicdan. İnsanlığın ortak vicdanı bunu asla tasvip ve tensip etmez, bilakis mutlak ve muhakkak olarak reddeder. Vicdanın, ahlakın, hukukun ve adaletin yüksek umdeleri ve büyük insanlığın ali menfaatleri bunu tasvip ve tensip ediyorsa buyurun hayata geçirin, büyük insanlığı ağlatıp komprador zalimleri güldürün, bilakis böylesi utanç verici uygulamaları çöpe atın gitsin lütfen. İşçilerin haklarına el uzatacak kadar küçülmeyin, düşmeyin. Siz de, ey bu toprakların tüm işçileri! Birleşiniz ve onurun, emeğin kutsal kavgasını birleşik gücünüzle amansızca veriniz. Bölünürseniz yem olursunuz, birleşirseniz kuvvet bulur, tüm zalim kuvvetleri paramparça edersiniz. Zincirlerinizden başka kaybedecek neyiniz var ki?
YARINI SAVUNMAK...
Özgür DENİZ - 11.11.2020
Tarih: 11.11.2020
Okunma: 391
YORUMLAR
Yorumunuzu ekleyin.