Acı da olsa gerçek yapıcıdır, yaratıcıdır. Bu yüzden
gerçekten kopmamak, ona sımsıkı sarılmak, inadına onu aramak ve gerçeği
bilmeye, görmeye tahammül etmek gerekir. Gerçekten kopuş, hayattan kopuşu
tevlit eder. Gerçekten kaçan, yalanların bataklığında yok olmaya mahkûmdur.
Gerçeği bilmeye ve görmeye cesaret edin. Yalan uyuşturur, gerçek uyandırır!
Geçelim! Bu toplumun çocukları insan yerine konulmaya konulmaya insan nedir ve
kimdir, nasıl insan olunur, insanca yaşamak nasıl olur ve bunun için ne yapılır
unutmuşlar maalesef. Binaenaleyh, insana dair hiçbir yetiyi kullanmıyorlar
yahut kullanabilecek kadar cesaretli ve basiretli değiller. Çünkü bu
topraklarda hep birileri insandan sayılırken, birileri zımnen de olsa tezyif ve
tahkir edilmişler mütemadiyen ve buna öyle alıştırılmışlar ki, ciğerlerine dek
kanıksamaları sağlanmış bu vahim durumu. Her şey hep birileri için olmuş
burada. Birileri hep ayrıcalıklı görülmüş. Kazanan münhasıran birileri olmuş.
Güzelliğe, mutluluğa, sevince, özgürlüğe, umutlu olmaya, hülasa; insanca
yaşamaya her daim birileri seza görülmüş. Birileri de hep işlenen günahların
bedelini ödemek, ölmek ve sürekli vermek için var olmuşlar, çünkü ömürleri
boyunca bundan başka hiçbir şey bilmemişler ve yapmamışlar. Birileri ne kadar
suç işlerlerse işlesinler hep suçsuz olarak görülmüşler, birileri ise isteseler
de pir-ü pak olsunlar hep suçlu görülmeye mahkûm olmuşlar. Acıyı yudum yudum
içmişler ve adeta acının madeni olmuşlar. Mütemadiyen acılardan acılara sürgün
kılınmışlar ama buna da hiçbir vakit itiraz etmemişler, çünkü böylesi bir
yaşama layık olduklarına inanmışlar bir kere. Artık insan olmadıklarına, insana
dair hiçbir şeye layık olmadıklarına öyle bir inandırılmışlar ki, acı
yaşamadıkları günü yaşadıkları gün diye var saymamışlar. Kendilerine ne layık
görüldüyse, ona layık olduklarına inanmışlar. Şimdi birileri tutupta böylesi
bir şey kabil değil, bu külliyen safsatadan ibaret derse, inelim mi olayın dip
derinliklerine doğru denilir. İnmeye de yürek ve cesaret gerekir. Keza üstün
bir zekâ gerekir. Bu toplumun çocukları bir bebek gibi büyütülmüşler,
kulaklarına ninniler söylenmiş ve hep uyutulmuşlar. İtiraz ve isyan etmemeleri
için de daima cahil bırakılmışlar. Mazi nostaljileriyle avutulmuşlar. Bitevi
kof nutuklar irad edilmiş karşılarında ve sefaletin türküsünü terennüm etmişler
mütemadiyen kulaklarına. Uyudukları yerde de unutulmuşlar, uyanmaya
başladıklarında da ya da böyle bir emare gösterdiklerinde hemen beşikleri
sallanmaya başlanmış ve yeniden uyutulmuşlar. Yaşatmışlar ama yaşamak nedir
hiçbir zaman bilmemişler ve yaşamak olarak yaşadıklarını bilmişler münhasıran.
Sürekli beslemişler, büyütmüşler, yaşatmışlar ama kendileri hep dışarıda
bırakılmış. Din diyerek çalınmış hayatları, vatan diyerek çalınmış, cumhuriyet
diyerek çalınmış. Dinin de, vatanın da, cumhuriyetin de kendisi için varolduğu
hiç söylenmemiş. Din, kendisinin varolması için varken, ona; sen, din için
varsın denmiş. Vatan, kendisinin, üzerinde insanca yaşaması için varken, ona;
sen, vatan için gerekirse bir köle gibi yaşamak, vergini vermek ve vatan var
olsun diye gerektiğinde ölmek için varsın denmiş. Cumhuriyet, kendisinin özgür
bir birey olarak yaşaması için varken, ona; sen, cumhuriyeti korumak, gerekirse
onun için kendini feda etmek için varsın denmiş. Din diye diye insanı
harcamışız. Vatan diye diye insanı harcamışız. Cumhuriyet diye diye insanı
harcamışız. İnsanı; dine, vatana, cumhuriyete kurban eylemişiz. Oysa tüm bu
değerler, insanı değerlendirmek ve onurlu bir şekilde yaşatmak için vardılar.
Velakin bu olgularla yani bu olguları tahrif ve tahrip ederek, bu toprakların
çocuklarına insan olduklarını ve insanca yaşamaya layık olduklarını
unutturmuşuz. Oysa din de, vatan da, cumhuriyette insan için vardılar, insanı
mutlu etmek, insanca yaşatmak için. Biz din yaşasın, vatan varolsun, cumhuriyet
ayakta kalsın diye insanı harcamışız. Sonra da yaptıklarımızla gurur duyar
halde gelmişiz. Artık insan çok kolay feda edilebilen, harcanabilen bir metaa
olmuş bizim için. Ne acıdır ki, insana hiçbir değer vermemişiz ve hiçbir değeri
de olmamış. Hep nefretle büyütülmüşüz, sevgi nedir bilmemişiz, çünkü sevmeye ve
sevilmeye layık görmemişiz kendimizi. Kardeşliği öğrenmediğimiz için hep düşman
bilmişiz kardeşlerimizi ve düşman olmuşuz birbirimize. Barış nedir bilmemişiz,
savaşmaktan vazgeçmemişiz ama asla kendimiz için değil hep yaşamaya layık
gördüklerimiz için savaşmışız, biz savaştıkça ölmüşüz ama layık olduklarını
düşündüklerimiz biz öldükçe daha güzel yaşamışlar. Paylaşmak nedir bilmemişiz,
kendilerini tıka basa yemeye layık görenler münhasıran kendileriyle paylaşmamız
gerektiğine inandırmışlar bizleri ama onlar paylaşmayı da kabul etmemişler, hep
bizimdir demişler ve biz açlıktan sürünürken onlar durmadan yemişler domuz
gibi. Bir gün öğreneceğiz, barışı da, sevgiyi de, kardeşliği de, umutlu olmayı
da, insanlığı ve insanca yaşamayı da. Öğrenmedikçe dünyayı cehennem edeceğiz
bir birimize. Yaşatmak için değil yok etmek için yaşayacağız. Değer mi, buna mı
layığız? Başkalarının sizi neye layık gördüklerine değil, siz neye layıksınız
ona bakın lütfen. Ancak ondan sonra layık olduğunuz hayatı almak için bitmeyen
bir kavgaya girebilir ve onurluca savaşabilirsiniz. Doktor reçete verir.
Uygulamak bizim işimizdir. Uygulamazsak doktora kızamayız. Hastalıktan da
şikâyet edemeyiz. Biz doktora gidiyoruz ama doktorun yazdığı reçeteyi yırtıp
atıyoruz, sonra da doktor hiçbir şey yapmadı diye sayıklıyoruz. İnanıyorum ve
biliyorum ki; birgün bu toprakların çocukları da gülecekler, mutlu olacaklar,
yaşamaya layık olduklarını anlayacaklar, aldatılmayacaklar, aldanmayacaklar.
ALDATILDIK, ALDANDIK...
Özgür DENİZ - 21.11.2020
Tarih: 21.11.2020
Okunma: 456
YORUMLAR
Yorumunuzu ekleyin.