Çok uzun zamandır izhar etmek için beklediğim ama elan da
izhar etmek istemediğim, yarınlara bırakmak istediğim velakin izhar etmek
zorunda kaldığım küçük ama derin sırrımı ifşa etmek istiyorum. Ki, sadakat
neymiş, fedakârlık ne demekmiş, feragat etmek nasıl olurmuş bilinsin. Çünkü
bilmediğin bir şey hakkında yargıya varamaz, isabetli karar veremezsin ve bu
bilinmezliğin içinde her şeyi yanlış yorumlar, yanlış sonuçlara ulaşırsın. Hatta
tanıdığın kimseyi yanlış tanır ve yanlış tanıma üzerinden onun hayatını
yorumlamaya tevessül edersin ve yorumladığın gibi de yargılamaya yeltenirsin,
işte bunun sonu da ihanete ulaşır. İşbu sebeple, gerçekler bilinsin ki, bilinen
yalanlar yok olsun ve taş gediğine konulsun, her şey yerli yerine otursun. Hem
bu meyanda ruhumuzdan fışkıran kadim isyanların, derin acıların, kutsal
öfkelerin, sessiz çığlıkların, mütemadi çırpınışların da gerçek saiki neymiş
anlaşılsın. Zira yaşadığımız hayattan gına geldi. Ve birilerinin her şeyi
istedikleri gibi tayin etmek istemeleri, her şeyi kendilerinin en doğru şekilde
yaptıklarını iddia edip, başkalarının hep yanlış yaptıklarını söylemeleri yeter
artık dedirtti. Sanki birileri her şeyi en iyi bilmekte, en doğru olanı
yapmakta, en isabetli kararı vermekte ve sadakat abidesi olmakta, başkaları da
her şeyi külliyen yanlış yapmakta ve hain olmaktadırlar. Oysa görünen köyün
kılavuz istemediği, istemeyeceği apaçıktır. Ne gariptir ki, haini en bol olan
ülkeyiz ama hala dimdik ayaktayız!!! Herkes hain ama her şey yerli yerinde,
amansız bir paradoks yok mu burada? Belki de ihanetle aldatmaktır bunun adı.
Herkes hain, bir tek sadık biziz, o vakit sizin limanınız burası denilmektedir,
tabi yerseniz! O zaman sorarlar insana; madem öyle, insanlık ailesi niçin böyle?
Bu gücü de, kudretlerinden, servetlerinden, şöhretlerinden almaktadırlar.
Bugüne kadar hiçbir halta yaramamış, hiçbir yaraya merhem olmamış
kudretlerinden, servetlerinden, şöhretlerinden. Bu ülkede vahşi, acımasız,
namussuz, ahlaksız, zalim, örtülü kapitalist zihniyet egemendir maalesef ve bu
gerçeklikten toplumun hiçbir haberi yoktur. Bu ülkede herkesin iki yüzü vardır
ve herkes yalancıdır, herkes rol yapmaktadır ve rant peşindedir. Kutsal
olguların ardında büyük vurgunlar vurulmakta, rantlar elde edilmektedir. Tüm bu
gerçekleri, algılayabilecek, anlayabilecek, hissedebilecek yetiye de malik
değildir bu toplum ve her şeyi dizayn ve tanzim eden, kaderleri tayin eden bu
kirli, kanlı, karanlık zihniyettir. Bu zihniyetin elinde oyuncak olmayan kimse
yoktur. Toplum uyuşturulmuştur, beynine ve ruhuna zerk edilen tahrip ve tahrif
edilmiş maddi ve manevi olgularla. Olgular putlaşınca önlerinde eğilmekten
başka çare yoktur ve öyle de olmaktadır. Sanki kudret, servet, şöhret bir araya
gelince tüm yanlışlar doğru, tüm ihanetler sadakat oluveriyor birden. Hayır,
böyle bir şey yok ve olamaz. Bilakis, bu ülkeye ve insanlara ne belalar
geldiyse, bu topraklar ne kadar ihanet gördüyse, cennet gibi ülke cehennemi bir
hal aldıysa, kendilerini kudretli, servetli, şöhretli olarak görüp, kendilerinde
her şeyi yapma salahiyetini görenler yüzünden gelmiştir. Oysa uhuvveti de,
hürriyeti de, müsavatı da, muaveneti de yok edip, hayatı cehenneme çevirenler
bunlardan başkası değillerdir. Her şeyi yerle yeksan eyleyip tüm mevcudiyeti
inhitata götürenler bunlardan başkası değillerdir. Hayır, bunlar kim oluyorlar
ki, kendilerini ne sanıyorlar ki, benim üzerimde karar mercii olabilme hakkını
kendilerinde görüyorlar? Hangi zekâyla, kendilerinden ileri zekâları susturmaya
ve kendilerine tabi kılmaya yelteniyorlar? Herkese ait olan topraklar üzerinde
kendileri diledikleri gibi dem sürüyorlar ama birilerini hep yokluğa, acıya,
sefalete, köleliğe, kulluğa mahkûm kılıyorlar? Kendileri istedikleri gibi
konuşuyorlar, kararlar alıyorlar da, biz bir fikir beyan edince lanetli
oluyoruz? Üç kuruşluk beyni olmayanlar, geri zekâlılar, bana kader çiziyorlar. Ki,
özgür bir birey olarak fikir bile beyan edemiyoruz, üstelikte kendi
mukadderatımız dahi söz konusu olsa bile. Sizler kimsiniz ki, benim ve benim
gibilerin kaderlerini tayin etmek cüretinde bulunuyorsunuz? Kendilerini efendi
olarak konumlandırıp bana köleliği, kulluğu seza görüyorlar. Kimdir bunlar?
Ciğerleri beş para etmez, her daim efendilerinin arkalarında kuyruk sallamış,
arkalarına aldıkları güçle yürümüş, her önüne gelenin önünde baş eğmiş, sadakat
görüntüsünün ardında ihanetle palazlanmış, herkese ait olan devleti münhasıran
kendilerinin görmüş ve devlet gücünü kendi güçleriymiş gibi insanlık üzerinde
egemenlik kurma aracı bilmiş, toplum hazinesini kendi hazinleri gibi algılayıp
dilediklerince istimal etmiş, zekâ düzeyleri sıfırın altında olan, hiçbir
kabiliyete malik olmayan asalaklardırlar ve bizleri de kendilerinin önlerinde
boyun eğmeye zorlamaktadırlar. Bizim hayatımızın tüm boyutları üzerinde
kendilerini yegâne karar mercii olarak görüyorlar. Kimden alıyorlar bu hakkı?
Oysa gerçek vatan hainleri bunlardan başkaları değillerdir. Ki, zaten hakikati
izhar ettiğim vakit, kendimde, hain kim, sadık kim tayin etme salahiyetini de
bulacağım. İşte biraz da bu yüzden derin sırrımı afişe etmek istiyorum. Hayatımın
tapusu ve garantisi olan sırrımla toprağa gömülmek istemiyorum. Bilinmeyen
yoktur ve hiçbir anlama da malik değildir ve bitevi birilerinin de hadlerini
aşmasına zımnen yol vermektedir böylesi bir gizlilik. Çünkü senin kim olduğunu
bilmezlerse, kendilerini hep çok yüksekte görenler çıkacaktır. Sen hain olarak
bilinirken, birileri hain oldukları halde sadık olarak saygı göreceklerdir.
Öyleyse bilinmelidir bilinmesi gereken ne varsa. Ve soyunmalıdır örtülerinden
tüm gerçekler. Bu sebeple diyorum ki, birileri bilsinler ki bir şeyleri,
hadlerini ve hudutlarını aşmasınlar. Bir şeyleri münhasıran kendilerinin
muhafaza ettiklerini sanmasınlar. Bir şeylerin de yegâne sahibi olarak
kendilerini görmesinler. Üstelikte karşılarında ki resme bakıp, kendilerinin
gerçek suratlarını ve kimliklerini net bir şekilde görüp, çok iyi bellesinler. Artık
hesapsız, umarsız, engelsiz olarak konuşmak istiyorum. Yüreğimi olduğu gibi
dökmek istiyorum. Hiçbir şey bilinmezliklere mahkûm olmasın istiyorum. Bilineyim
ki, konuşmalarımdan dolayı şerefsizce ve namussuzca yargılanmayayım. Alnıma
kahpece damga vurmaya yeltenemesinler istiyorum. Bilakis, ne söylenirse yanlış
algılanacak, anlaşılacak ve en kahpe damgaya maruz kalınacaktır. İçimde ne
varsa olduğu gibi dökmek istiyorum. Ya bu toprakların gerçek efendisi ben
olduğum halde köle muamelesi görüyorum. Böylesi bir müptezelliğe ve pespayeliği
eyvallah edemiyorum. Birilerinin bendenizi dilediklerince tanımlamalarını
istemiyorum. Çünkü böylesi bir şey kimsenin haddi de, hakkı da değildir ve
olamaz da. Beni ancak ben bilirim ve tanımlarım, kimsenin üzerine vazife
değildir böylesi bir şey. Birilerinin, köle ve kul olmadığımızı, kapıda yal
bekleyen bir köpek olmayacağımızı, hayatımızı istedikleri gibi tanzim
edemeyeceklerini idrak etmeleri iktiza ediyor artık. Olguların arkasına
gizlenerek, bizlere çeki düzen vermeye tevessül edenlerden tiksiniyorum.
Bizlere hayatı zindan ederlerken, kendilerinin istedikleri gibi konuşup,
söyleyip, eyleyip, yaşayıp, dem sürmelerinden tiksiniyorum. Kendilerinin
bizlerden hiçbir farkları yokken hatta olancasıyla eksiklikleri varken her
konuda ve her mevzu da istedikleri gibi laf üretirlerken bizlere söz söylemeyi
yasaklayanlardan tiksiniyorum. Benim hakkımı kendi hakkıymış gibi görüp
üzerinde dilediği gibi tasarruf etme yetkisi görenlerden tiksiniyorum. Hiçbir
ülküye, ideale adanmaları yokken, hiçbir rüya kuramazlarken, sanki büyük rüya
sahipleriymiş ve ulvi ülküler peşinde koşuyorlarmış gibi arz-ı endam eyleyipte
ve bizleri de kendilerine payanda kılıpta, arka tarafta malı hamuduyla
götürenlerden tiksiniyorum. En kutsal olguları bile diledikleri gibi çiğneme
hürriyetine kendilerini hak sahipleri olarak görüpte, bizlerin olguları
yücelttiğimiz halde alçaltıyormuşuz gibi gösteripte bizlere had bildirenlerden
tiksiniyorum. Merhametsizlerden, zalim insan müsveddelerinden tüm kalbimle,
bilincimle, içtenliğimle, samimiyetimle, benliğimle iğreniyorum. Hakkı, kuvvetle
ezen; fikri, silahla susturmaya yeltenen insan görünümlü mahlûklardan
iğreniyorum. Hayır, mevzubahis olan sır da, öyle genele matuf bir sır değil,
izhar edilince yeri yerinden oynatacak bir sır değil, münhasıran şahsımla
ilgili ama sonsuz önemli bir sır. Çünkü birilerinin artık bir şeyleri bilmeleri
ve insan olmaları gerekiyor. Filhakika bir hiç olduklarını, gerçekte ihanetin
derin sularında yüzdüklerini fark etmeleri iktiza ediyor. Kendi
topraklarımızda, kendi insanlarımızla kucaklaşamıyoruz, konuşamıyoruz, kardeşçe
barış içinde yaşayamıyoruz. Ne biçim bir hayat lan bu? Yeter be, yazık günah
be. Çekilin, def olun gidin lan bizim hayatımızdan. Rahat bırakın bizi.
Babalarınızın çiftliğinde maraba değiliz biz. Kendi topraklarımızdayız.
Kuvvetinizle, kudretinizle, şöhretinizle bizleri tutsak kılabileceğinizi mi
sanıyorsunuz? Sizler yüzünden başımız bir türlü beladan kurtulmuyor. Gölge
etmeyin artık, başka bir talebimiz yoktur. Binaenaleyh, münhasıran gerçekleri
olduğu gibi söyleyebilme gücünü kendimde bulmak için derin sırrımı izhar etmek
istiyorum. Çünkü toprağa gömülen sırrın, toprak üstünde kalanlara derin bir
ihanet olduğuna ve o insanların ruhlarında telafisi imkânsız yaralar
oluşturacağına inanıyorum. Binaenaleyh, ‘’sırlarıyla gitti’’ sözünden
hazzetmiyorum, gidenden de iğreniyorum. Elbette benimkisi böylesi bir mahiyete
haiz değil ama olsun. Binaenaleyh tüm toplumu ilgilendiren sırlarla yok olup
gitmenin kesinlikle o topluma ihanet olduğuna inanıyorum. Çünkü geride virane
bırakıyorsunuz. Ve o virane de yaşayanların hayatlarına kastetmiş oluyorsunuz
zımnen. Zira giden gitmiş olsa da, geride kalan o sırlarla yaşamaya devam eden
insanların yaşamak sevinçleri zehirlenmeye devam ediyor. Çünkü o sırlar, geride
kalan hayatları tanzim etmeye ve kaderleri tayin etmeye devam ediyorlar. Oysa o
sırlarla gidenler, gittikleri sırların karanlığında boğulacaklardır and olsun.
Niye izhar etmiyorsun, nasıl olsa gidiyorsun, bari toplum gerçekleri bilsin de
uyansın ve görsün neyin ne olduğunu ve kurtulsun prangalarından, amansız
cendereden, tanısın namussuz ve şerefsiz kimmiş. Bundan daha büyük bir ihanet
olur mu? Sırlarla tedvir edilen bir toplum ve sırlarla gömülen insanlar olduk
be, ne onursuzca bir şeydir bu. Bugün yazacaklarım; bugüne kadar ki
yazıklarımın, elan yazıyor olduklarımın, gelecekte yazacaklarımın, derin
acılarımın, kutsal öfkelerimin, sönmeyen intikam ateşimin, amansız
isyanlarımın, sessiz çığlıklarımın, mütemadi çırpınışlarımın, ruhumu yakıp
kavuran ince sızılarımın mutlak ve muhakkak nedeni olmakla birlikte, layemut garantisidir.
Bundan sonra tek bir kimsenin bile, konumu, makamı, mevkii, kudreti, serveti ne
olursa olsun karşıma çıkamayacağının ilanıdır, tapusudur. Kimse kusura
bakmasın, bendenizden daha sadık olamazlar ama belki haindirler. Artık kimse
karşıma geçipte bana Atatürkçülük martavalı, İslamcılık martavalı,
Milliyetçilik martavalı okumaya ve bu olguların dersini de vermeye yeltenmesin
ve haddini aşmasın. Hadlerini aşacaklara işte şimdiden hadlerini bildiriyorum
ve sert, katı, mutlak ve muhakkak gerçekleri suratlarına çarpıyorum. Ne
Atatürk’ü, ne İslam’ı, ne Milliyetçiliği birilerinden öğrenecek değilim ve ne
de birilerinin Atatürkçülüğünü, İslamcılığını, Milliyetçiliğini ittihaz etmek
gibi mecburiyetim vardır. Ki, İslamcılığınız, Milliyetçiliğiniz, Atatürkçülüğünüz
bugüne kadar hangi mutluluğu, barışı, kardeşliği, eşitliği, dayanışmayı, huzuru
getirdi bu topraklara ve ne verdi bu insanlara? Hadi söyleyin, utanmayın,
bilelim, öğrenelim, takdir edip sitayişe boğalım sizleri. Ama yok, hepsinin
sonucu koskoca bir hiç. Ne Mustafa Kemal Atatürk, ne İslam, ne de Türklük tek
başlarına bir anlam ifade ederler. Onları olaylaştıranlardadır asıl görev ve iş.
Bu olgulara malikseniz, hadi gösterin o olgularla neler vaat ettiğinizi ve
neler verdiğinizi. Hayır, gösterecek hiçbir şeyiniz yoktur. Bilakis, neyimiz
var, neyimiz yok hepsini bu olgularla çaldınız, aldınız ve bizleri de perişan
ettiniz. Cennet gibi ülkeyi cehenneme çevirdiniz. İnsanları diri ölülüğe mahkûm
eylediniz. Bugün insanlar yaşıyorlar ama ölü gibidirler, ruhsuz varlıklar gibi
dolaşıyorlar viran olmuş ruy-i zemin üzerinde. Burası kimsenin babasının
çiftliği değildir, herkes haddini bilecek, kimsenin de bendenizden üstünlüğü
yoktur, öyleyse benim üzerimde ‘’Demokles’in Kılıcı’’ olma salahiyetine de malik
değildir. Bıktık artık ya, cennet gibi ülkede cehennemi yaşamaktan, benzerlerimizle
insanca konuşamamaktan, yersiz düşmanlıklardan. Öğrenmek isteyen varsa da
layığınca öğretilir mezkûr olgular, buyursunlar gelsinler. Hatta
bilmediklerinizi de öğretiriz hamdolsun. Şimdi gelelim sadede; bir zamanlar
büyük rüyalar kuruyorduk, ulvi ülkülere adanmıştık, öyle kutsamıştık ki nice
olguları o uğruda can vermeye hazırdık. Laf olsun diye söylemiyorum, tüm
kalbimle, bilincimle, içtenliğimle, samimiyetimle, ciddiyetimle, benliğimle
söylüyorum. Sözümüz ne idiyse, eylemimiz de oydu. Dilimiz ne söylüyorsa,
ayaklarımız da o yöne gidiyordu. Mutlak ve muhakkak olan saf hakikati
söylüyorum. En küçük bir değere mugayir hareket etmenin, hem kendimize, hem
topluma, hem de insanlığa büyük ihanet olduğunu varsayıyorduk. Masum, saf,
tertemiz Anadolu çocuğuyduk. Kitabımızda ihanet yazmazdı, ihanet eden de
mutlaka bedelini en ağır şekilde öderdi, ödemeliydi. Çünkü ihanet, yoklukla
varlık arasında ince bir çizgiydi. Ne vatana, ne millete, ne devlete ne de
dosta ihanet olamazdı bizde ve ihanet yazmazdı kitabımızda, böylesi bir şey
insanlığa mugayirdi, derin ahlaksızlıktı, şahsiyetsizlik, karaktersizlik,
haysiyetsizlikti, şerefsizlikti. Ve böylesi bir duruma düşmek bize sonsuz uzak
olan şeydi. Böyleysen yoktun, varsan da yoktun ama bizim kavgamız varlık
kavgasıydı. Bugüne kadar nice dostlarım oldu, her cephenin en ılımlısından en
radikaline dek dostluklar kurdum ve hiçbirisi de çıkıp kendilerine tek bir
yanlış yaptığımı, ihanet ettiğimi söyleyemezler hamdolsun. Ne devlete
yanlışımız oldu, ne millete kem söz ettik, ne de vatana göz dikene eyvallah dedik.
İşte böyle yaşadık. Bildiğini içine gömemezdin, gömdüğün vakit uyuyamazdın,
ihanet sayardın bunu hakikate. Yekpare insanlığı bataklığa atmak, çamura
bulamak ve diri diri yokluğa mahkûm etmekti böylesi bir şey. Mevcudiyetimizin
supabı devleti, kudretimizin supabı milleti, bağımsızlığımızın supabı vatanı
vartanın kenarına bırakıp kaçmaktı ihanet etmek. Bu bize yakışmazdı. İçimiz
almazdı, sindiremezdik, kusardık. Sindirmeye çalışsak bile sinmezdi. Bu farklı
bir duygudur, idrak etmek için anlamak ve hissetmek iktiza eder. Binaenaleyh ne
hainlik teklif edilebilirdi, ne de ihanet zincirini geçirirdik boynumuza.
İhanet ölümlerden ölüm beğenmekti, diri diri mezara gömülmekti. Hakikati
bilipte söyleyememek, yazamamak cehennem ateşinde yanmaktan farksızdı. İşte böylesi
bir zamanda, birileri sizi biliyordur, tanıyordur, öğrenmiştir ve gelir ihanet
teklif eder, bunu dümdüz yapmaz, kıyıdan, kenardan dolaşır durur, söyleyeceğini
bir türlü söyleyemez, önce geleceği anlatır size, görkemli geleceği, parlak
ışıklarla dolu bir hayatı anlatır, sizi ısındırır iyice, hoşlantı hissetmenizi
sağlar ve sonra son darbeyi indirir. Size teklif edeceğini açıkça izhar eder
artık. Masum, tertemiz, saf biri olduğunuz için, böyle bir şeyi teklif etmesi,
teklif edenin umurunda olmaz, yani böylesi bir şeyin teklif edildiğini sizin
bilmeniz pek bir önem arz etmez. Bu yüzden teklifi tensip ve tasvip etmemeniz
bir şeyi değiştirmez, etmediğiniz vakit, teklif sahibi çeker gider. Ve öyle de
oldu, geldiler ve gittiler! İşte bizim insanlığımız, haysiyetimiz,
şahsiyetimiz, karakterimiz, şerefimiz, vatan sevdamız, milliyet perverliğimiz,
devlete sadakatimiz böyle bir şeydi. Ömrümüzü bu değerleri yaşamaya ve
yaşatmaya adamıştık en saf halimizle. Bilmiyorum belki o günler için böylesi
bir duruş kendi küçük dünyanda kendi karşında bir efsane olmaktı ama bugünleri
bilemezdik. Senin uğruna tüm mevcudiyetini feda ettiğin olgular bir gün gelip
senin tüm mevcudiyetini mahvedecekti nereden bilirsin gözlerin kapalıyken,
gözlerinin açılması gerekiyormuş demek ki, senin bile gerçek diye bildiğini
sandığın gerçeklerin çok başka şeyleri örten yalanlar olduğunu. Şimdi birileri
kalkıpta bana Atatürkçülük, Milliyetçilik, İslamcılık martavalı okumasın. Biz o
gün ihanet edeydik, bugün çok başka yerlerde, çok başka hayatlar yaşıyor
olacaktık ama ruhumuz ve beynimiz ne tensip edebildi ne de tasvip ihaneti ve
biz de olduğumuz gibi yaşayarak geldik bugünlere. Onların Atatürkçülüğünü de,
İslamcılığını da, Milliyetçiliğini de milyon kere satın alır, yere çalarız
hamdolsun. Şimdi o gün o teklifi tolere etmiş olaydık bugün birilerinin
yaşadığı görkemli hayatı bizde yaşıyor olurduk. Ama biz sadakat yolunu seçtik. Nice
dar geçitlerden geçtik, mutluluğu geride bıraktıkta bir ömür acıları biçtik. Bu
yüzden de o hayatlardan vazgeçtik. Nelerden feragat ettiğimizi ihsas edebilen
çıkar mı? İşte bizim Atatürkçülüğümüz de, İslamcılığımız da, Milliyetçiliğimiz
de böyleydi. O masum, saf, tertemiz Anadolu evladı olma halimizle böylesi bir
tercihte bulunmuştuk o zamanlar. Çünkü yüreğimiz tertemizdi, pir-ü paktı, zerre
kire bulanmamıştı, beynimiz kararmamıştı. Şimdi kimse kalkıpta bize bir
şeylerin edebiyatını yapmasın, martaval okumasın, o şerefsiz suratlarına
tükürmekten hicap duymam ve bunu şerefle yaparım. Başka hayatlar uğruna
hayatından vazgeçmiş insanız biz. Üstelikte uğruna köpekleşilen, alçalmanın
tolere edildiği, şereften vazgeçildiği, namusun çiğnendiği nice dünya nimetleri
önüne serildiği halde vazgeçmiş insanız. Şimdi inandığım, güvendiğim, sevdiğim
insan sayısı parmakla sayılacak kadar az. Bunu hayat verdi bana. Çok yoruldum,
yıprandım. Handiyse tanımadığım hiçbir yapı, tek bir insan, tek bir klik
kalmadı ama hiçbirine de ihanet etmedim. Hepsinin karşısında tek bir kimliğim
vardı; insan. Ve tek bir gayem vardı; tam
bağımsız ve özgür bir birey olmak ve vahşi kapitalizme son darbeyi vurmak.
Münhasıran tanımak bilmek, hakikate ermek için tanıdım, bildim, her şeyi,
herkesi. Birbirinin başarısıyla gurur duymayan, birbirini sevmeyen, birbirinin
kuyusunu kazan insanların içinde yaşamak acı veriyor artık. Cennet gibi bir
ülkede cehennem ateşinde kavrulmak nasıl bir ıstıraptır anlayabiliyor musunuz?
Hayatım, devlet denilen mekanizmaya hükmeden ama görünmeyen egemenleri, politik
şeytanları, âlim görünümlü malumatfuruşları, şeyh denilen şaklabanları, cemaat
denilen ne idükleri muamma olan yapıları ikaz etmekle geçti. Bunu da cümle âlem
biliyor zaten, çünkü açıkça uyardım hepsini. Çünkü biliyordum ki, bir ülkede
amirler ve âlimler bozuk olursa toplum bozuk olur, düzgün olursa toplum düzgün
olurdu. Ama ne amirler düzgündü ne de âlimler, bu yüzden toplumda hastaydı.
Aksi olsaydı, cennet cehennem olmazdı. Kardeş düşman bilinmezdi, görülmezdi,
hürriyet yok olup tutsaklık egemen olmazdı. Ama dinlenilmedi, anlaşılmadı,
bilenen ne ise o yapılmaya devam edildi ve geldik bugünlere. Elan da aynı düzen
hüküm sürmektedir hem de katmerli şekilde. Yaşamak sevincimiz hep kursağımızda
kalmıştır. Hep duvarlar ardında birbirine hasret kalarak yaşayan insanlar
olduk. Bize acımadılar, merhamet etmediler, insafları olmadı hiç. Oysa bizi
bizden ayıran duvarları toz edebilir, birbirimize ellerimizi uzatabilir,
kalpten kalbe ulaşan sevgi ırmakları akıtabilir, çiçekli bahçelerde en güzel
baharları yaşayabilirdik. Hayatımız, başka hayatlar için feda edilmiştir.
Nedamet mi duyuyorum? Hayır, asla, ama derin hüzünlerin ve acıların sahibiyim. Düş
kırıklığı yaşamış, hem de dibine kadar yaşamış bir insanım bugünden düne
baktığım ve geçip geldiğim hayat yolunu düşündüğüm vakit. Elbette tüm bunları
kendimi anlatmak için yazmadım, münhasıran gerçekler bilinsin ve kimse
karşımıza geçipte bize insanlık taslamasın, olguların edebiyatını yapmasın diye
yazdım. Zaten kimsenin kendisini anlatmasına gerek yoktur, mühim olan
başkalarının nasıl bildiğidir ve bizi de bilen bilir zaten. Bendeniz sizlere kendimi
ifade edeyim de, sizler yine de başkalarından da dinleyin, kimden isterseniz.
İster muhtelif mekanizmalardan, ister bir Komünistten, ister bir İslamcıdan,
ister bir Milliyetçiden, ister bir Kemalistten, ister bir Cemaatçiden.
Hiçbirisinin karşısında da onlara göre konumlandırmadım kendimi, her daim
emperyalizm ve emperyalist düşmanı, tam bağımsızlıkçı, özgür bir birey olarak
konumlandırdım hamdolsun. Çünkü aldatmanın ihanet demek olduğunu çok iyi
bilirim. Hayatımdan vazgeçtim başka hayatlar için, şimdi kendi hayatıma merhaba
demek istiyorum ama nasıl diyeceğimi de bilemiyorum, zira öyle alışmışım ki
yaşadığım hayata. Her şeyimizi verdik, hiçbir şey olmadı aldığımız. Ruhumda ki
sızıyı ve acıyı tarif etmeye kifayet edecek bir gücüm yok maalesef. Aslanın
olmadığı yerde çakallar aslanlık yapmaya yelteniyorlar ya, en ağırı da o işte. Elbet
birgün, tüm acılarımızı dindirecek olan, tüm defterlerin açılacağı ve
hesapların görüleceği, borçların noksansız ödeneceği hesap vakti gelecektir her
nerede gelirse, gelecekse. Bakalım yüzler ne görecektir o gün, neye gülecektir,
yürekler nasıl teskin olacaktır göreceğiz! Elbet defterler açılacak, hesaplar
görülecek, borçlar ödenecek, ağlayan yüzler gülecektir. Yaşasın BÜYÜK İNSANLIK
DEVRİMİ!
DERİN SIR...
Özgür DENİZ - 07.12.2020
Tarih: 07.12.2020
Okunma: 378
YORUMLAR
Yorumunuzu ekleyin.