Gurbet içimizde bir yara…

Hüseyin ŞİNASİ - 28.04.2021

                                  

Yeryüzünde yaşayan insan ve diğer canlı varlıklara doğa, tabiat veya ekosistem deniyor. Doğal hayatın temeli, hava, su, toprak ve güneş gibi ana elementlerdir.  Canlı varlıklar, yemek, içmek, nefes almak, hareket etmek, büyüyüp, çoğalmak, tehlikelerden korunmak ve barınmak ister. Bu aynı zamanda yaşıyor olmanın belirtileridir. Hayatın devamı için su, ısı, ışık, hava, nem ve mineral dengesinin uygun olması ve bu dengenin korunması gerekir. 

Doğal dengenin bozulması sonucu, canlılar şartların uygun olduğu başka bir yere göç etmek isterler Göç edemeyenlerin bir kısmı, yeni duruma ayak uydurarak veya değişerek yaşamaya devam ederken, şartlara uyum sağlayamayanlar yeryüzünden silinip gider.

Göçler, hayatın akışını değiştiren önemli etkenlerden biridir. Bunedenle yeryüzünde insanlar ve diğer canlı varlıklar sürekli hareket halindedir. Bu hareketlilik ve yer değiştirme doğadaki dengeleri geri dönülmez şekilde değiştirir.

İnsanların ve diğer varlıkların ihtiyaçları konusunda araştırmalar yapan Maslow, “ihtiyaçlar hiyerarşisi” adlı bir teori ortaya koyar. Maslow’un “ihtiyaçlar hiyerarşisi” (sıralaması) teorisine göre; fizyolojik (yiyecek, içecek, nefes almak gibi) zorunlu ihtiyaçlar birinci sırada, barınma, korunma ve güvenlik ihtiyacı ikinci sırada, bir yere, bir şeye ait olma, sevme, sevilme ihtiyaçları üçüncü, saygınlık, başarı, başkaları tarafından benimsenme, tanınma dördüncü, kendini ispat etme beşinci derecedeki ihtiyaçlardır. Bu sıralama veya derecelendirme canlı varlıkların yaşamaları için gerekli olan dengenin aynısıdır. Bu teori göçlerin nedenleri konusunda da yol göstericidir.  

Ülkemizin üzerinde bulunduğu Ön Asya toprakları eski çağlardan beri göçlerin, gidip gelmelerin en sık yaşandığı bölgelerden biridir. Sosyal, kültürel, ekonomik ve coğrafi konum olarak Ön Asya(Anadolu, Ortadoğu, Akdeniz kıyıları) dün de, bugün de dünyanın merkezi durumundadır. Doğu ile batının, kuzey ile güneyin kesiştiği bir buluşma noktasıdır. Bu nedenle Anadolu’nun her tarafında, kaldırılan her taşın altından unutulmuş eski bir medeniyetin izleri çıkar. Bu topraklar insanlık tarihi boyunca sayısız göçlerin, savaşların, yıkımların, yok oluşların, yeni umutların, yeniden başlangıçların adıdır.  

Hangi nedenlerle, nereye göç etmişler ise etsinler Türklerin bir tarafı gurbettir, hasrettir, özlemdir. Gidip yerleştikleri yerlere, yaşayışlarına, medeniyetlerine bakınca bunun izlerine sürmek mümkündür.  Türkler tarih boyunca gelip yerleştiği yerlere, geri bıraktıkları kentlerin, dağın, taşın, ovasının isimlerini vermiş, anılarını türkülerine, manilerine, destanlarına işlemiş, içinde saklamış, yeri geldikçe anmış, unutmamıştır. Türkiye bir bakıma Orta Asya’dır, Türkistan bozkırlarıdır, Ergenekon’dur, Tanrı Dağları, Altaylar, Horasan, Semerkant, Buhara, Taşkent, Hazar’dır.

Osmanlı Devletinin genişlemesi ve yeni ülkelere ulaşmasıyla çeşitli nedenlerle bu topraklardan Oğuz boyları, Yörük ve Türkmen obaları gönüllü veya zorunlu göçe zorlanmış, hatta sürgünler yaşanmış. Fakat 18, 19. yüzyıldan itibaren elden çıkan Osmanlı eyaletlerinden, vilayetlerinden İstanbul’a, Anadolu’ya acı, gözyaşı ve yokluklar içinde tersine göçler olmuş. Balkanlardan, Eflak, Boğdan’dan, Rusya içlerinden, Kırım’dan, Kafkaslardan, İran’dan, Iraktan, Suriye’den, Hicazdan, Yemenden, Filistin’den, Mısır’dan, Libya’dan, Girit’ten, Kıbrıs’tan, Rodos’tan, adalardan milyonlarca Türk ve Müslüman evlerini, mal, mülklerini geride bırakarak ana kucağına sığınmak zorunda kalmış, gurbetlerde iken yeniden gurbetçi olmuşlar.   

Batıda Avrupa ortalarından, Adriyatik Denizinden, doğuda Büyük Okyanusa kadar olan bölge 240 milyonluk büyük Türk dünyasıdır. İki yüzyıldır Türk dünyası Çin ve Rus baskı, zulüm ve işkencesi altındadır. Soviyetler Birliğinin dağılmasıyla 1991’den sonra bağımsızlığını ilan eden Türk Cumhuriyetleri, ekonomik ve kültürel olarak halen Rus egemenliği ve sömürgesi durumundadır. Doğu Türkistan’da 45 milyon Uygur Türkü Çin’in baskı, işkence ve soykırım tehdidi altındadır. Güneyimizde İslam dünyası paramparçadır. Müslümanlar birbirine düşman, içeride ve dışarıda savaş halindedir. Pek çoğu batı emperyalizmin kıskacı altındadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti esir Türk illerinin, ağır işkencelere, baskılara uğramış milyonlarca Müslümanın sığınabileceği son kale, son umut kapısıdır.

Bu açıdan batının vahşi emperyalizmine, Çin’in baskı ve işkencelerine karşı durmak, savaşmak Türk ve Müslüman olmanın, insan olmanın bir gereğidir. İçimizdeki, dışımızdaki düşmanlara, yerli işbirlikçilere, hainlere rağmen Türkiye’nin Kıbrıs’ta, Akdeniz’de, Irak’ta, Suriye’de, Libya’da, Azerbaycan’da, Kırım’da,  Balkanlar’da bulunmasının, söz sahibi olmasının anlamı büyüktür.  Suriye’deki, Irak’daki iç savaştan, kardeş kavgasından ülkemize sığınan Türkmeneli’li kardeşlerimizi, Türkistan’dan, İran’dan, Kırım’dan, Afganistan’dan, Azerbaycan, Çeçenistan’dan çeşitli nedenlerle gelen soydaşlarımızı bağrımıza basmak, koruyup kollamak insani olduğu kadar inancımızın, Türk olmanın da bir gereğidir. Yeter ki haktan, hukuktan, iyilikten, adaletten, ahlaki değerler ayrılmadan birlikte yaşayabilelim. Bu ülke bize de onlara da yeter.

 

Tarih: 28.04.2021 Okunma: 401

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?