Yeryüzünde
yaşayan insan ve diğer canlı varlıklara doğa, tabiat veya ekosistem deniyor. Doğal
hayatın temeli, hava, su, toprak ve güneş gibi ana elementlerdir. Canlı varlıklar, yemek, içmek, nefes almak, hareket
etmek, büyüyüp, çoğalmak, tehlikelerden korunmak ve barınmak ister. Bu aynı
zamanda yaşıyor olmanın belirtileridir. Hayatın devamı için su, ısı, ışık, hava,
nem ve mineral dengesinin uygun olması ve bu dengenin korunması gerekir.
Doğal
dengenin bozulması sonucu, canlılar şartların uygun olduğu başka bir yere göç
etmek isterler Göç edemeyenlerin bir kısmı, yeni duruma ayak uydurarak veya
değişerek yaşamaya devam ederken, şartlara uyum sağlayamayanlar yeryüzünden silinip
gider.
Göçler,
hayatın akışını değiştiren önemli etkenlerden biridir. Bunedenle yeryüzünde insanlar
ve diğer canlı varlıklar sürekli hareket halindedir. Bu hareketlilik ve yer
değiştirme doğadaki dengeleri geri dönülmez şekilde değiştirir.
İnsanların
ve diğer varlıkların ihtiyaçları konusunda araştırmalar yapan Maslow, “ihtiyaçlar
hiyerarşisi” adlı bir teori ortaya koyar. Maslow’un “ihtiyaçlar hiyerarşisi”
(sıralaması) teorisine göre; fizyolojik (yiyecek, içecek, nefes almak gibi) zorunlu
ihtiyaçlar birinci sırada, barınma, korunma ve güvenlik ihtiyacı ikinci sırada,
bir yere, bir şeye ait olma, sevme, sevilme ihtiyaçları üçüncü, saygınlık,
başarı, başkaları tarafından benimsenme, tanınma dördüncü, kendini ispat etme
beşinci derecedeki ihtiyaçlardır. Bu sıralama veya derecelendirme canlı
varlıkların yaşamaları için gerekli olan dengenin aynısıdır. Bu teori göçlerin
nedenleri konusunda da yol göstericidir.
Ülkemizin
üzerinde bulunduğu Ön Asya toprakları eski çağlardan beri göçlerin, gidip gelmelerin
en sık yaşandığı bölgelerden biridir. Sosyal, kültürel, ekonomik ve coğrafi
konum olarak Ön Asya(Anadolu, Ortadoğu, Akdeniz kıyıları) dün de, bugün de
dünyanın merkezi durumundadır. Doğu ile batının, kuzey ile güneyin kesiştiği bir
buluşma noktasıdır. Bu nedenle Anadolu’nun her tarafında, kaldırılan her taşın
altından unutulmuş eski bir medeniyetin izleri çıkar. Bu topraklar insanlık tarihi
boyunca sayısız göçlerin, savaşların, yıkımların, yok oluşların, yeni
umutların, yeniden başlangıçların adıdır.
Hangi
nedenlerle, nereye göç etmişler ise etsinler Türklerin bir tarafı gurbettir,
hasrettir, özlemdir. Gidip yerleştikleri yerlere, yaşayışlarına,
medeniyetlerine bakınca bunun izlerine sürmek mümkündür. Türkler tarih boyunca gelip yerleştiği
yerlere, geri bıraktıkları kentlerin, dağın, taşın, ovasının isimlerini vermiş,
anılarını türkülerine, manilerine, destanlarına işlemiş, içinde saklamış, yeri
geldikçe anmış, unutmamıştır. Türkiye bir bakıma Orta Asya’dır, Türkistan
bozkırlarıdır, Ergenekon’dur, Tanrı Dağları, Altaylar, Horasan, Semerkant,
Buhara, Taşkent, Hazar’dır.
Osmanlı
Devletinin genişlemesi ve yeni ülkelere ulaşmasıyla çeşitli nedenlerle bu
topraklardan Oğuz boyları, Yörük ve Türkmen obaları gönüllü veya zorunlu göçe
zorlanmış, hatta sürgünler yaşanmış. Fakat 18, 19. yüzyıldan itibaren elden
çıkan Osmanlı eyaletlerinden, vilayetlerinden İstanbul’a, Anadolu’ya acı,
gözyaşı ve yokluklar içinde tersine göçler olmuş. Balkanlardan, Eflak,
Boğdan’dan, Rusya içlerinden, Kırım’dan, Kafkaslardan, İran’dan, Iraktan, Suriye’den,
Hicazdan, Yemenden, Filistin’den, Mısır’dan, Libya’dan, Girit’ten, Kıbrıs’tan,
Rodos’tan, adalardan milyonlarca Türk ve Müslüman evlerini, mal, mülklerini
geride bırakarak ana kucağına sığınmak zorunda kalmış, gurbetlerde iken yeniden
gurbetçi olmuşlar.
Batıda
Avrupa ortalarından, Adriyatik Denizinden, doğuda Büyük Okyanusa kadar olan
bölge 240 milyonluk büyük Türk dünyasıdır. İki yüzyıldır Türk dünyası Çin ve
Rus baskı, zulüm ve işkencesi altındadır. Soviyetler Birliğinin dağılmasıyla 1991’den
sonra bağımsızlığını ilan eden Türk Cumhuriyetleri, ekonomik ve kültürel olarak
halen Rus egemenliği ve sömürgesi durumundadır. Doğu Türkistan’da 45 milyon Uygur
Türkü Çin’in baskı, işkence ve soykırım tehdidi altındadır. Güneyimizde İslam
dünyası paramparçadır. Müslümanlar birbirine düşman, içeride ve dışarıda savaş
halindedir. Pek çoğu batı emperyalizmin kıskacı altındadır. Türkiye Cumhuriyeti
Devleti esir Türk illerinin, ağır işkencelere, baskılara uğramış milyonlarca
Müslümanın sığınabileceği son kale, son umut kapısıdır.
Bu
açıdan batının vahşi emperyalizmine, Çin’in baskı ve işkencelerine karşı durmak,
savaşmak Türk ve Müslüman olmanın, insan olmanın bir gereğidir. İçimizdeki,
dışımızdaki düşmanlara, yerli işbirlikçilere, hainlere rağmen Türkiye’nin Kıbrıs’ta,
Akdeniz’de, Irak’ta, Suriye’de, Libya’da, Azerbaycan’da, Kırım’da, Balkanlar’da bulunmasının, söz sahibi
olmasının anlamı büyüktür. Suriye’deki,
Irak’daki iç savaştan, kardeş kavgasından ülkemize sığınan Türkmeneli’li kardeşlerimizi,
Türkistan’dan, İran’dan, Kırım’dan, Afganistan’dan, Azerbaycan, Çeçenistan’dan
çeşitli nedenlerle gelen soydaşlarımızı bağrımıza basmak, koruyup kollamak
insani olduğu kadar inancımızın, Türk olmanın da bir gereğidir. Yeter ki
haktan, hukuktan, iyilikten, adaletten, ahlaki değerler ayrılmadan birlikte yaşayabilelim.
Bu ülke bize de onlara da yeter.