İNSANLIĞIN ÖZ-ELEŞTİRİSİ...132...

Özgür DENİZ - 04.05.2021

Artık, insanlığın, köklü, sarsıcı, kuşatıcı bir zihniyet devrimine ve yeni bir hayata ihtiyacı olduğunda kuşku yoktur. Zihinlerimizde bir devrim yapıp, zihnin işleyiş sistemini yenilemeden yeni bir hayatın doğması kabil değildir. Zihinde tebeyyün etmeyen, hayatta tezahür etmez. İlk evvelde zihinde bir tohum oluşmalı ki, hayat toprağında filizlenme tahakkuk edebilsin. Bunu gerçekten idrak etmemiz ve duyumsamamız elzemdir. Zira aksi bir durum muhal ender muhaldir. Teori olmadan ortaya hangi pratiği koyabilirsiniz? Yeni bir düşün temelinde yeni bir hayat var etme gayreti içerisinde olmamız, çürümüşlükten ve çürüterek sahiplendiğimiz zihniyetlerden ve böylesi bir zihniyetin yarattığı hayattan kurtulmamız gerekiyor, ya köklerden yeni bir düşünce ağacı filizlenecek ya da eskiyen düşüncelerimiz ve kurumuş düşün ağaçlarımız cehennemin dibine gidecek. Maalesef, insançocukları olarak mevcut halimizle, her birimizin hayatlarımız, dehşetli bir sıkıcılıktan ve yeknesaklıktan kurtulmak adına gösterdiğimiz deneme yanılma hareketlerinden oluşan birer hilkat garibesini andırmaktadır. İşte böylesi sefil bir hayatın tutsakları olmaktan bir an önce kurtulmamız icap ediyor ya da ölüp gitmemiz. Ya olacağız ya da öleceğiz, üçüncü bir opsiyon yoktur. Yapabileceğimiz başka hiçbir şey yok ve en iyi şey bu. Onur kırıcı yaşamların tutsaklarıyız. İnsanlığımız yağmalanmakta, doğamız talan edilmekte, varlığımız ortadan kaldırılmak istenmektedir. Yerin dibine bastın insanlık onuruna seza olmayan hayat. Komprador burjuvazinin yaratmış olduğu bu çürümüş, tefessüh etmiş hayattan kurtulmamız ve insanlık onuruna seza hayatlarımızı silbaştan yaratmamız iktiza etmektedir isticalen. Komprador burjuvazi, olması gereken yerde olmayan ve olmaması gereken yerde unutulan kokuşmuş, temiz havayı zehirleyen ve insanlık toprağını kirleten bir cesettir. Gömülmeyi bekleyen ama gömücüsünü arayan bir ceset! Bizler, büyük insanlık ruhunun keskin kılıçları olarak, böylesi bir cesetler yığını muvacehesinde kılıçlarımızı her daim bileylenmiş halde tutmalıyız. Düşüncelerimiz ve hayallerimiz ve bunlar temelinde var edeceğimiz hayatımızı inşa ederken göstereceğimiz cesaretimiz bizim kılıçlarımızdır! Yaşayan düşünlerimizi ve o düşünler temelinde filizlenen düşlerimizi boğdurtmayacağız, göğsümüzde bir gül gibi taşıdığımız isyanımızı soldurtmayacağız, insanlığın bayrağını gururla yarınlara taşıyan çocuklarımızı öldürtmeyeceğiz, varlığıyla varolduğumuz doğamızı katlettirmeyeceğiz. Düşlerimiz ve isyanlarımız; kendi mülklerinde yoksullaştırılmış olanların, kendi vatanlarında kölelik zincirlerine vurulmuşların, hayatlarını öteleyip asalaklar için yaşamak zorunda kalanların, haksızlığa ve hukuksuzluğa uğramışların, hakları yenenlerin ve umutları çalınanların düşleridir ve isyanıdır ve içlerinde sonsuza kadar, zafere kadar yaşayacaktır. Biz, suratlarımıza zorla geçirilmiş maskeleri atmak ve kendi yüzümüzle varolmak istiyoruz!

 

İKİZDERELİ TEYZEMİZ KONUŞUYOR

 

‘’’’’’“(Arkasındaki arı kovanlarını göstererek) Bunlar benim peteklerum. (Sol tarafı göstererek) Buralar çaylıklarım. Burası bizim çöyümüz.

Bizim Rize'de yerimiz yok, İstanbul'da yerimiz yok.

Gidecek hiçbir yerimuz yok. Geçimimizi buralardan sağlayruz. Eger buraya taş ocağı olursa bizim buralarda hiçbir şey olmaz, yetişmez.

Bakın çok kar yağardi, derelerimiz çok şirin akardi. Yaylanin dağlarini traşladilar, derelerimiz, karlarimız hep kurudi. Sularımız bile akmayu.

Ben buraya doğdum biyüdüm. Dışarıdan celmedum.

Bizim bu aşağıdaki dere o kadar hızlı akardi ki sesinden evde yatamazduk.

Bakın şimdi derenin sesi bile çıkmayu. Bir kaşık su gelayi.

Şimdi sıra geldi İşkencederesi'ne. Oranın dağlarini kiracaklar. O güzelim vadiyi kiracaklar, yok edecaklar. Bu insanlar nere gidip geçinecek?

Herkesin tuzi kuri tabi. Biz ne yiyeceğuk, ne içeceğuk?

Bizi duşinen var mu?

İşkencederesi'nden hiçbir şey alamazlar. Millet oranin borcini fazlasiyla ödemiştur.

Bakın orada bizim evin sol tarafından 1 ton çay kesiyduk. Sağ taraf mısırlık, fasilyeluktu.

Aşağı taraflar, görünen yollar hep çayir, çimenluk idiler.

Biz o İşkencederesi'nde 30 baş hayvan bakayduk.

Benim babamın çocukları 15 tane. Dokuz da amcamınkiler. Bir amcamın daha vardı. Biz hep birlikte ordan geçinduk. O ormanlardan, o meşelerden, o çayırlardan, o çimenluktan.

Biz devletten alacaklıyuk. Devlete borcumuz yoktur.

Şimdi bir orman, onu da takmayiler, onu da alayiler.

O taşların o ağaçların hepisinin cani var.

O ağaçları sen gidip kesiyisun. Biz bir odun edip de yakmadık. Kömur aldık yakiyik. Yaşlarını tutmayik. Tutsaydı aha o orman öyle yetişmezdi.

Bir orman, bir ağaç kaç seneye büyüyi? (Bir ağacı göstererek) 47 yıldır bir ağacı böyüttüm aha eyle.”’’’’’’

 

Yemin ediyorum, hem vallahi, hem billahi, hem tallahi, Tanrı, Peygamber, Kitap ve Büyük İnsanlık şahit olsun ki, ciğerlerim sızlıyor, böylesi durumları gördükçe, duygularımı ifade de yemin ediyorum aciz kalıyorum, ruhumda hissettiklerimi kelimelere dökemiyorum, nasıl dökeceğimi bilemiyorum, ruhumu çıkarıp göstereyim diyecem ama ne mümkün. Kalbim, aklım, vicdanım, gözlerim ağlıyor, dayanamıyorum. Göz göre göre katlediyoruz ya ülkemizin ciğerlerini, nefessiz bırakıyoruz her şeyi. Yazık günah değil mi ya? Üç kuruş için yapıyoruz ya bunları. Bir gün paranın yenmeyecek bir şey olduğunu anladığımız da her şey geç olacak ama ne fayda edecek anlamak, anlamak vakti çoktan geçip gittiğinde? Tanrı bile reddediyor bunu. Tanrı gerçekten kabul etmiyor, telin ediyor. Ya bi ara bi göl vardı, şimdi adı da, yeri de aklımda değil. Ya nasıl bir güzellikti öyle, bakmak bile ferahlatıyordu insanı, nasıl bir doğallığı vardı, büyülüyordu baştanbaşa insanı. Noldu? Öldürdük ya öldürdük o gölü. Aptalca nedenlerle, mantığa da, vicdana da mugayir abuk sabuk sebeplerle. Güya yeniden eski haline getirecez. Gelir mi? İnsanı öldürsen yeniden diriltebilir misin? Böyle böyle ülkenin nefes borularını kesiyoruz, yok ediyoruz. Değmez, vallahi, billahi, tallahi değmez, değmeyecek, anladığınız gün de nedamet gözyaşları fayda etmeyecek. Alttaki linke bi bakınız lütfen, lütfen, lütfen. İnanın şu son paragrafı ciğerlerim sızlayarak, gözyaşlarım sel olmuş halde yazdım. Napayım, üzülüyorum, yanıyorum. Tamam, ben görmüyorum belki o güzellikleri, belki ömrüm boyunca görmeyecem, görmeden ölecem belki ama değer mi ya değer mi yok etmeye? Oradaki yok ettiklerimiz intikamını başka şekilde almayacak mı? Hastalıklar niçin çoğalıyor, kuraklık niçin oluyor, küresel ısınma denen şey niçin bela olacak deniyor? Oradaki canlıların da mı hatırı, hakkı yok?


""Beni dinleyin diyorum fakat söylediğim her şeyi kabul edin demiyorum. Sadece şu kadarını bilmenizi istiyorum: 1- Ortaya koyduğum deliller ve sahip olduğum bilgi, ehliyet ve uzmanlık, bana böyle konuşma hakkını veriyor. 2- Ben hiçbir maslahat ve çekinceyi dikkate almadan konuşuyorum, beni bağlayan tek şey hakikattir. Görüşlerimde yanlışlık var ise de, niyetimde hiçbir kötülük yoktur. Feryat ve figanımın tek nedeni, sorumluluk hissim ve dertli olmamdır. Sözlerimi, Kuran’ın şu ölçüsü ile dinleyin: “Sözü dinleyip en güzeline tabi olan kullarımı müjdele! İşte onlar, Allah’ın kendilerini hidayete erdirdiği kimselerdir! İşte tek akıl sahibi onlardır!” [Zümer,18]""

 

Şehit Doktor Ali Şeriati

 

https://odatv4.com/ne-yasak-dinlediler-ne-de-hukuk-03052116.html

Tarih: 04.05.2021 Okunma: 392

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?