Artık, insanlığın, köklü, sarsıcı, kuşatıcı bir zihniyet
devrimine ve yeni bir hayata ihtiyacı olduğunda kuşku yoktur. Zihinlerimizde
bir devrim yapıp, zihnin işleyiş sistemini yenilemeden yeni bir hayatın doğması
kabil değildir. Zihinde tebeyyün etmeyen, hayatta tezahür etmez. İlk evvelde
zihinde bir tohum oluşmalı ki, hayat toprağında filizlenme tahakkuk edebilsin.
Bunu gerçekten idrak etmemiz ve duyumsamamız elzemdir. Zira aksi bir durum
muhal ender muhaldir. Teori olmadan ortaya hangi pratiği koyabilirsiniz? Yeni
bir düşün temelinde yeni bir hayat var etme gayreti içerisinde olmamız,
çürümüşlükten ve çürüterek sahiplendiğimiz zihniyetlerden ve böylesi bir
zihniyetin yarattığı hayattan kurtulmamız gerekiyor, ya köklerden yeni bir
düşünce ağacı filizlenecek ya da eskiyen düşüncelerimiz ve kurumuş düşün
ağaçlarımız cehennemin dibine gidecek. Maalesef, insançocukları olarak mevcut
halimizle, her birimizin hayatlarımız, dehşetli bir sıkıcılıktan ve
yeknesaklıktan kurtulmak adına gösterdiğimiz deneme yanılma hareketlerinden
oluşan birer hilkat garibesini andırmaktadır. İşte böylesi sefil bir hayatın
tutsakları olmaktan bir an önce kurtulmamız icap ediyor ya da ölüp gitmemiz. Ya
olacağız ya da öleceğiz, üçüncü bir opsiyon yoktur. Yapabileceğimiz başka
hiçbir şey yok ve en iyi şey bu. Onur kırıcı yaşamların tutsaklarıyız.
İnsanlığımız yağmalanmakta, doğamız talan edilmekte, varlığımız ortadan
kaldırılmak istenmektedir. Yerin dibine bastın insanlık onuruna seza olmayan
hayat. Komprador burjuvazinin yaratmış olduğu bu çürümüş, tefessüh etmiş
hayattan kurtulmamız ve insanlık onuruna seza hayatlarımızı silbaştan
yaratmamız iktiza etmektedir isticalen. Komprador burjuvazi, olması gereken
yerde olmayan ve olmaması gereken yerde unutulan kokuşmuş, temiz havayı
zehirleyen ve insanlık toprağını kirleten bir cesettir. Gömülmeyi bekleyen ama
gömücüsünü arayan bir ceset! Bizler, büyük insanlık ruhunun keskin kılıçları
olarak, böylesi bir cesetler yığını muvacehesinde kılıçlarımızı her daim
bileylenmiş halde tutmalıyız. Düşüncelerimiz ve hayallerimiz ve bunlar
temelinde var edeceğimiz hayatımızı inşa ederken göstereceğimiz cesaretimiz
bizim kılıçlarımızdır! Yaşayan düşünlerimizi ve o düşünler temelinde filizlenen
düşlerimizi boğdurtmayacağız, göğsümüzde bir gül gibi taşıdığımız isyanımızı
soldurtmayacağız, insanlığın bayrağını gururla yarınlara taşıyan çocuklarımızı
öldürtmeyeceğiz, varlığıyla varolduğumuz doğamızı katlettirmeyeceğiz.
Düşlerimiz ve isyanlarımız; kendi mülklerinde yoksullaştırılmış olanların,
kendi vatanlarında kölelik zincirlerine vurulmuşların, hayatlarını öteleyip
asalaklar için yaşamak zorunda kalanların, haksızlığa ve hukuksuzluğa
uğramışların, hakları yenenlerin ve umutları çalınanların düşleridir ve
isyanıdır ve içlerinde sonsuza kadar, zafere kadar yaşayacaktır. Biz,
suratlarımıza zorla geçirilmiş maskeleri atmak ve kendi yüzümüzle varolmak
istiyoruz!
İKİZDERELİ TEYZEMİZ
KONUŞUYOR
‘’’’’’“(Arkasındaki
arı kovanlarını göstererek) Bunlar benim peteklerum. (Sol tarafı göstererek)
Buralar çaylıklarım. Burası bizim çöyümüz.
Bizim Rize'de yerimiz yok, İstanbul'da yerimiz yok.
Gidecek hiçbir yerimuz yok. Geçimimizi buralardan sağlayruz.
Eger buraya taş ocağı olursa bizim buralarda hiçbir şey olmaz, yetişmez.
Bakın çok kar yağardi, derelerimiz çok şirin akardi. Yaylanin
dağlarini traşladilar, derelerimiz, karlarimız hep kurudi. Sularımız bile
akmayu.
Ben buraya doğdum biyüdüm. Dışarıdan celmedum.
Bizim bu aşağıdaki dere o kadar hızlı akardi ki sesinden
evde yatamazduk.
Bakın şimdi derenin sesi bile çıkmayu. Bir kaşık su gelayi.
Şimdi sıra geldi İşkencederesi'ne. Oranın dağlarini
kiracaklar. O güzelim vadiyi kiracaklar, yok edecaklar. Bu insanlar nere gidip
geçinecek?
Herkesin tuzi kuri tabi. Biz ne yiyeceğuk, ne içeceğuk?
Bizi duşinen var mu?
İşkencederesi'nden hiçbir şey alamazlar. Millet oranin
borcini fazlasiyla ödemiştur.
Bakın orada bizim evin sol tarafından 1 ton çay kesiyduk.
Sağ taraf mısırlık, fasilyeluktu.
Aşağı taraflar, görünen yollar hep çayir, çimenluk idiler.
Biz o İşkencederesi'nde 30 baş hayvan bakayduk.
Benim babamın çocukları 15 tane. Dokuz da amcamınkiler. Bir
amcamın daha vardı. Biz hep birlikte ordan geçinduk. O ormanlardan, o
meşelerden, o çayırlardan, o çimenluktan.
Biz devletten alacaklıyuk. Devlete borcumuz yoktur.
Şimdi bir orman, onu da takmayiler, onu da alayiler.
O taşların o ağaçların hepisinin cani var.
O ağaçları sen gidip kesiyisun. Biz bir odun edip de
yakmadık. Kömur aldık yakiyik. Yaşlarını tutmayik. Tutsaydı aha o orman öyle
yetişmezdi.
Bir orman, bir ağaç kaç seneye büyüyi? (Bir ağacı
göstererek) 47 yıldır bir ağacı böyüttüm aha eyle.”’’’’’’
Yemin ediyorum, hem vallahi, hem billahi, hem tallahi, Tanrı,
Peygamber, Kitap ve Büyük İnsanlık şahit olsun ki, ciğerlerim sızlıyor, böylesi
durumları gördükçe, duygularımı ifade de yemin ediyorum aciz kalıyorum, ruhumda
hissettiklerimi kelimelere dökemiyorum, nasıl dökeceğimi bilemiyorum, ruhumu
çıkarıp göstereyim diyecem ama ne mümkün. Kalbim, aklım, vicdanım, gözlerim
ağlıyor, dayanamıyorum. Göz göre göre katlediyoruz ya ülkemizin ciğerlerini, nefessiz
bırakıyoruz her şeyi. Yazık günah değil mi ya? Üç kuruş için yapıyoruz ya
bunları. Bir gün paranın yenmeyecek bir şey olduğunu anladığımız da her şey geç
olacak ama ne fayda edecek anlamak, anlamak vakti çoktan geçip gittiğinde? Tanrı
bile reddediyor bunu. Tanrı gerçekten kabul etmiyor, telin ediyor. Ya bi ara bi
göl vardı, şimdi adı da, yeri de aklımda değil. Ya nasıl bir güzellikti öyle,
bakmak bile ferahlatıyordu insanı, nasıl bir doğallığı vardı, büyülüyordu baştanbaşa
insanı. Noldu? Öldürdük ya öldürdük o gölü. Aptalca nedenlerle, mantığa da,
vicdana da mugayir abuk sabuk sebeplerle. Güya yeniden eski haline getirecez.
Gelir mi? İnsanı öldürsen yeniden diriltebilir misin? Böyle böyle ülkenin nefes
borularını kesiyoruz, yok ediyoruz. Değmez, vallahi, billahi, tallahi değmez,
değmeyecek, anladığınız gün de nedamet gözyaşları fayda etmeyecek. Alttaki
linke bi bakınız lütfen, lütfen, lütfen. İnanın şu son paragrafı ciğerlerim
sızlayarak, gözyaşlarım sel olmuş halde yazdım. Napayım, üzülüyorum, yanıyorum.
Tamam, ben görmüyorum belki o güzellikleri, belki ömrüm boyunca görmeyecem,
görmeden ölecem belki ama değer mi ya değer mi yok etmeye? Oradaki yok
ettiklerimiz intikamını başka şekilde almayacak mı? Hastalıklar niçin
çoğalıyor, kuraklık niçin oluyor, küresel ısınma denen şey niçin bela olacak
deniyor? Oradaki canlıların da mı hatırı, hakkı yok?
""Beni dinleyin diyorum fakat söylediğim her şeyi
kabul edin demiyorum. Sadece şu kadarını bilmenizi istiyorum: 1- Ortaya
koyduğum deliller ve sahip olduğum bilgi, ehliyet ve uzmanlık, bana böyle
konuşma hakkını veriyor. 2- Ben hiçbir maslahat ve çekinceyi dikkate almadan
konuşuyorum, beni bağlayan tek şey hakikattir. Görüşlerimde yanlışlık var ise
de, niyetimde hiçbir kötülük yoktur. Feryat ve figanımın tek nedeni, sorumluluk
hissim ve dertli olmamdır. Sözlerimi, Kuran’ın şu ölçüsü ile dinleyin: “Sözü
dinleyip en güzeline tabi olan kullarımı müjdele! İşte onlar, Allah’ın
kendilerini hidayete erdirdiği kimselerdir! İşte tek akıl sahibi onlardır!”
[Zümer,18]""
Şehit Doktor Ali Şeriati
https://odatv4.com/ne-yasak-dinlediler-ne-de-hukuk-03052116.html