Yıkıp yapmayan, yapıp yıkmayan ve
sürekli daha mükemmele ulaşma arzusu taşımayan ve bu yönde bir çaba içinde
olmayan donar kalır ve karanlığı aydınlatamaz, görkemli bir yarın inşa edemez. İnsanlık
onuruna seza yaşama kavuşamaz. Çünkü hayat değişimden ibarettir. Değişmeyen
ölür. Aynı suyla birden fazla yıkanmak kabil değildir. Hayatta her şey zıttıyla
kaimdir ve zıtlar çatışarak varlıklarını sürdürür, keza değişimin de öncüsü
olurlar. Elbette bu çatışma birbirini vurma ve aynı hedefe kilitlenmekten geri
durma anlamında değildir. Hedeflerde birliktelik varsa ve niyetlerimiz hedefe
varmaksa, birlikte el ele vererek o hedeflere niye birlikte varılmasın ama
kuşkusuz düşüncelerde farklılık olabilir ve düşüncelerin tezatlığı daha güzel
bir dünyaya erişmek için vesile kılınabilir. Çünkü hepimiz değişerek güçlü bir
çözüme kavuşacağız. Biz değişmeden duralım ama karşımızdakiler sürekli
değişsinler demek doğanın yasalarına mugayirdir ve birliğin düşmanı bir bakış
açısıdır. Hayatta hiçbir şey donuk değildir, süreğendir, süreklilik arz eder.
Bir bitiş yeni bir başlangıcın, yeni bir başlangıç bir bitişin işaretidir.
Şeyler arasında kopmaz bir bağ vardır, görsekte görmesekte, algılasakta
algılamasakta, hissetsekte hissetmesekte bu gerçek değişmez. Nasıl insanlar
birbiriyle ilintili iseler, nasıl ülkeler birbiriyle ilintili iseler, şeyler de
aynı şekilde birbirleriyle ilintilidirler. Hiçbir şey diğerinden mutlak
bağımsız olamaz. Bu temel yasalara göre kabil değildir. Çünkü evren bir
bütündür ve evrende tahakkuk eden bir olay mutlaka diğer bir olayı etkiler ya
da tetikler yahut güçlendirir. Bunun idrakinde olmamız daha mükemmele ulaşmamız
için olmazsa olmaz önkoşuldur. Bilakis yerimizde sayarız, birbirimizin dibini
oyarız, birbirimizin çığlıklarını duyarız, kendi kanımızla doyarız! Lütfen layık
olduğunuz yaşamı arayın, bulun ve alın. Kendinize sefil bir yaşamı layık
görmeyin, çünkü siz böylesi bir yaşama layık değilsiniz, siz onurlu bir yaşama
layıksınız.
EKSTRA NOT:
Bendeniz, Özgür DENİZ, kendi adıma
konuşuyorum, bu kutsal toprakların çocuğuyum. Bu topraklarda dünyaya doğdum,
büyüdüm, çalıştım, doydum, güldüm, oynadım, ağladım, hüzünlendim, acıyı ve
sevinci yaşadım ve nasibimde varsa yine bu topraklarda hayata veda edeceğim.
Tarihimle, kimliğimle, dinimle, değerlerimle, vahşi ve katil Siyonist’in
hükmettiği, yön verdiği, politikasını belirlediği, kaderini tayin ettiği
Batı’ının çocuklarından daha onurlu ve şerefliyim, daha sağlıklıyım, daha
insanım. Bilinmesini istedim. Vicdanım böyle buyurdu. Suçlu muyum? Karar
vicdanların! Gerçeği söylemek suç mudur gerçekten? Benim yaşayamadığım
topraklarda üstelikte beni hakir görerek Batı’nın çocukları yaşayacaklar öyle
mi? Yazıklar olsun! Ruhumdaki sızıyı, şerefim, onurum, namusum, değerlerim
üzerine yemin ederim ki tarif edemem, tarif edecek kelime bulamam çünkü. Nasıl acıyor,
sızlıyor ruhum, yüreğim, vicdanım, aklım.