Evet, ben varım, varolduğuna inandığım ben de. Çırpınıp
duruyorum yabancısı olduğum bir âlemde, aradığım beni bulayım diye bende ki
bende. Olduğum ben de, olan beni yazıyorum bu yüzden. Olmasaydım olmazdı sözde.
Söz varsa demek ki bir ben var bende. Söz ki, çıkıyor bendeki bu benden.
İstemek verdi, istedim varım. İstemeseydim olmazdım, olduysam istedim,
istediğim için verdi, verdiği için oldum, olduğum için doluyorum, dolunca
boşalmak zorundayım, çünkü bu zor ki, ispatıdır bendeki benin. Var olduğum
dünyaya fırlatılıp atılmışım. Nasıl ve niçinini yıllar yılı arayıp sormamışım.
Böyle olunca çıldırmamışım, sessizce yaşamışım. Belki de düşmüşüm, düşük bir
dünyaya. Düşük bir dünyada yükselmeye çalışıyorum ait olduğum yere. Ait olduğum
yer neresidir bilmiyorum, bilmek için iniyorum yeniden düştüğüm evrene. Evren
bana yabancı, ben evrene, iki yabancı tanış olmaya çalışıyoruz yabancı yabancı.
Tanış değiliz, olmamız da kabil değil gibi geliyor ama bilmeyiz, belki de
aynıyız da haberimiz yok birbirimizden. İkimizde birbirimize ait değiliz gibi
ama ait olduğumuz aynı yerden ayrı düşmüş gibi. Ama düşmüşüz bir kere
birbirimizden ayrı yere, nasıl olacakta geleceğiz aynı yerde küle dönüp yeniden
bir olacağımız yere. Ayrıcalıklı kılmayacak bir yabancılık bu, velakin ayrı
düşürecek bir yabancılık. Ait olamadım, olamıyorum istesem de, çünkü bünyesi
tolere etmiyor beni, benim bünyemin reddettiği gibi. Anlıyorum bunu! Dünyanın
sahip olduklarının, dünyadan sahip olmaya çalıştıkları benim için hiçbir şey
ifade etmiyor. Huzur bulamıyorum bulduğum hiçbir şeyde. Çünkü bulduğuma sahip
olamıyorum, bulduğum oluyorum istemesem de. Bu yüzden de kusuyorum içime
girenleri, geri atıyorum içini içime katanın şeylerini. Ait olmayı
başaramadığım bir yerde, bir şeyleri elde etmeyi başarsam da, elde ettiğim
şeyleri sevemedim bir türlü. Çünkü elde ettiklerimi tolere edemedim, bünyem
geri attı hepsini. Ait olduğum yeri bulamadım ama bulacağıma inandığım yerde
bulunan sevdiğim şeylere de sahip olamadım. Belki de sahip olmayı hiç
istemedim, istiyormuşum gibi hissediyormuş gibi algılasam da benliğimde. Ki,
hiçbir yerde, hiçbir şeye, hiçbir şekilde sahip olmakta istemedim zaten. Çünkü
benden geride kalanları ve kalacakları sahiplenmenin anlamsız olduğunu anladım,
bu yüzden de sahipmişim gibi davrandım ve olanla oyalanmaya çalıştım.
Bilmediğimiz yerde, bilerek ulaştığımız şeylerin, istemsiz olarak tanış
olduklarımızla paylaşmak için varolduğuna inandım hep. Paylaştım ne varsa,
paylaşılsın istedim herkesin payına düşen parsa. Mutlu olmak varsa işte budur
dedim, dediğimi de her yerde söyledim anlaşılmasa da. Bu yüzden zaten benim
olmayan ama olduğu için sahip olduğum, fakat yine de kendimin kılamadığım ne
varsa paylaşmayı seçtim. Paylaşmayı seçmeyenlerden, bilakis kendinin
olmayanları sahiplenmeye çalışanlardan nefret ettim. Çünkü bunun bir devir daim
olduğunu gördüm, gördüğüm beni iğrendirdi ve bu iğrençliğe isyan ettim. Herkesin
üzerine doğan güneşin ısısından ve ışığından, kim mahrum bırakabilir başkasını?
Mahrum bırakanın var mıdır yaşama şansı yahut olmalı mıdır böyle bir avansı? Benden
önce de düşenlerin düştükleri yere düştüm, düştüğüm yerin herkesin olduğunu
gördüm ama kalktığım da anladım bunu, düşmüş haldeyken anlamış mıydım yoksa
anlayabilir miydim bilmiyorum. Anladığımda ise, herkesin olan şeyleri,
birilerinin kendilerine ait kıldıklarını gördüm. Ama başkalarında olan
başkalarının neyi varsa geri alınması gerektiğine inandım ve işte dedim bu
sizindir, hadi alın korkmayın kendinin kılandan. İşte o vakit cehennemin içinde
yandığımı fark ettim. Cennetle ateşimizi tahfif etmeye çalışanların dolaştığını
müşahede ettim. Yanan da bizdik, aldanan da ama bunu bilmekten korkan da
bizdik. Ya birlikte yanılmalıydı ya da yanmamalıydı hiç kimse oysa. Ama
aldanıyorduk bizi sahte cennetle aldatanlara ya da kendileri gönüllerince
yaşarken bizim yaşamımızı cennete bırakanlara. Öyleyse birilerinin sahiplendiği
ama herkesin olan her şey yine herkesin olmalıydı. Başka türlüsü olmamalıydı,
oluyorsa da oldurulmamalıydı, zorlanıyorsa zor kullanılmalı ve behemehâl
oldurulmamalıydı. Herkesin olan birilerinin olursa, orada zulüm peyda olurdu,
zulmün olduğu yerde yaşamak sevinci kahır olur ve bizi bulurdu. Madem cennet
yananlarındı, yanmalıydı cenneti yaşayanlarda cehennemi yaşayanlar gibi.
Savaşılmalıydı öyleyse yaşanılması için. Zira savaşmadan alınmazdı, hep
savaşarak alınmıştı alınan ne varsa, herkese ait olan birilerine ait kılınmışsa
zorunluydu savaşmak ve alışılmalıydı savaşarak yaşamaya. Düştüğüm için ayağa
kalkıp yaşamak zorunda kaldığım yerde, düştüğüm yerde düşüp geldiğim yerdeki
halimle yaşıyorum. Elbette ait olmadığım ama beni ait kılmaya zorlayan yerde
yaşarken zorluklarla karşılaşıyorum, karşılaştığım zorlukları buradan farklı
dünyalarda yaşayarak aşıyorum. Cismim bu dünyada belki ama bendeki ben yok
burada, çünkü burası dar ona da. Kalbimin asude bahçelerinde büyüttüğüm ama
yine kendi yerinde saklayıp dışarıya çıkaramadığım duygular, beynimin berrak
mavi göklerinde sakladığım ama toprağa düşüremediğim, düşürürsem nasıl
düşeceğini bilmediğim, düştüğünde ise neyi bitireceğini kestiremediğim düşünler
taşırım. Tüm bu sakladıklarımla yaşarım ve savaşırım. Okudum haddinden fazla,
suskuya mahkûm edildim zorla. Oysa dolan boşalmazsa ölürdü, çünkü boşalırsa
olurdu ancak olacak olan ama oldurulmuyordu olacak olan, olan olduğunda
herkesin olacağı bilinerek ve herkes olursa birilerinin olmayacağı düşünülerek.
Ama bu zoru yenmek zorundayım, yenemezsem ölmek zorundayım. Söyleyemeyeceklerimi
öğrendiğimi anladım çok sonra. Kimin için savaştıysam, ilk kılıç yarasını ondan
aldım. Uğruna savaştıklarımca anlaşılmadım. Anlaşılmasam da savaştım onlar
için, çünkü onlar ki varlıklarından bile haberi olmayanlardır, haberleri
olsaydı yanımda olurlardı zira. Ama bir gün olmak için geçecekler sıraya. Ölçtüm,
biçtim, tarttım, sürgit yaptım bunu, yapmadığım tek bir anım olmadı ve oldu
şimdi, söylediğim gibiyim; buraya değil sadece, hiçbir yere ait değilim. Ne de
ait oldu hiçbir yer bana. Hiçbir yere ait olmayan, hiçbir yerin kendisine ait
olmadığı hiçbir kimseyim. Hiçbir yere ait olmadığım için, ait olmadığım yerde
kimsenin de kimsesi olamadığım için, ait olanlar ve ait kılanlar bana
dilediklerince acı çektirebilirler duygularım ve düşünlerimden dolayı.
Güçlerini kullanarak, zaten ait olmadığım ve kendisi de bana ait olmayan yerde,
her şeyimi alabilirler ve acılardan acılara sürgün kılabilirler beni. Zaten
sürgünü doğarken yemişim, yedikçe bileylenmişim ve direnmiş ölmemişim, şimdi mi
öleceğim? Kendilerine ait olan ya da kendilerine aitmiş gibi düşündükleri yahut
kendilerinin ait oldukları ne varsa hepsinden mahrum edebilirler beni. Ki,
neleri var ki sahip oldukları? Sahibiyiz dedikleri hiçbir şey kendilerinin
değil, başkalarından çaldıklarıdır sahiplendikleri. Zaten vazgeçmişim
tutunduğunuz şeylerden. Bana tutunmuş olanları da alabilirsiniz tutunmak için
kendilerine. Ama tutunamayacağınızı da bilmelisiniz kendilerine. Aynı değil
tapıyor olduklarımız. İnanıyor değilim inandığınız gibi. Yollarımız birleşmiyor
hiçbir kavşakta. Ne yurdum var benim ne de olmayan yurdumda durduğum yerim ve
ne de olmayan yeri kuşatan sınırlarım. Yanık bir yüreğe sığacak kadar küçüğüm.
Her şeyim küçücük bir yürektir. Bir gün kanatsız bir kuş gibi uçup gideceğim,
olmayan kanatlarımı çırparak. Çırpınarak yaşıyorum yerin karanlığında, göklerin
aydınlığında bulurum belki aradığımı ve sonsuz, sınırsız, sınıfsız özgürlüğümü.
Sevilen ne kadar şey varsa nefret ediyorum, nefret edilen her şeyi seviyorum.
Yüreğim çiziyor rotasını yolculuklarımın, gitmemek gitmektir benim için, zaten
içindeyim gitmek istediğim yerin. Ne renklerin anlamı var benim için, ne de
anlamlı bir zevk. Para için yaşıyor gibiysem de, kendisi için yaşadığım sanılan
şeyi yok etmek için savaşıyorum. Kulların kulu olamıyorum, özgürlük heykeliyim
insanlık toprağında yükselmiş, düştüğüm yerden özgürce dikelmişim ve özgürlükle
varolmuş, yoğrulmuşum. Bulmacaya benziyorum belki ama bir çift göze, gülen bir
yüze, tatlı bir söze açılıverecek ve çözülüverecek kadar basitim haddizatında.
Bilmediğim yerleri özlüyorum, tanış olmadığım insanları seviyorum. Gülen bir
çocuk yüzüne satıyorum kalbime ait olan ne varsa. Ya cellatlar olmamalı ya
çocuklar doğmamalı; doğduysa çocuklar yaşamalı, varsa cellatlar ölmeli. Ait
olmadığım yere kendini ait görenler için savaşıyorum. Mavi şarkılar söylerim
kendi kendime, anlaşılmayan şiirler yazar okurum. Uzak düşler düşlerim
düşlerimde. Düşman olmadım kimseye, dostum da olmadı kimse. Düşmanı ben
bulamadım, dost beni bulmadı. Dost diye bulduklarım da gidecekleri yere
vardıklarında sessizce ayrıldılar. Kula kulluğu reddetmişim bir kere,
kullaştırılmak istendim her kere ama uğrayamadım bir daha kul olacağım yerlere.
Yalnız ve yabancıyım. Bana ait olmayan ve kendisine ait olmadığım yerdeyim.
Büyüyünceye kadar sevebiliyorum insanları. Ağlayan gözlerde kaybolup gidiyorum,
gülen bir yüzde dirilinceye kadar. Yaşamak zorundayım savaşmak için. Yaşamak
için yazmak zorunda olduğum gibi. Birilerine ait olmak için kullaşmayı
sindirebilecek bir yüreğim yok, sindirebilen yüreklere rağmen. Yaşamak için
düşmüşsem yahut düştüğüm için yaşamak zorunda kalmışsam, yükselmek için
savaşmak zorundayım.
YABANCI...
Özgür DENİZ - 16.05.2021
Tarih: 16.05.2021
Okunma: 302
YORUMLAR
Yorumunuzu ekleyin.
İ. Hakkı Cengiz
16.05.2021 - 13:05
İnanılmaz... Duygu, hüzün, karanlık, aydınlık, ümit, yeis, cesaret, hamiyet, fazilet... hepsi var. Ve daha fazlası... YABANCI, iki yabancı... Diyalektik de var. Elbette bu savaş zaferle bitecek, bu azim ve irade özgürlüklerin yolunu açacaktır. Kalemine sağlık, sevgili kardeşim. Selâmlar...
özgür deniz
16.05.2021 - 17:38
aynı duygu ve düşüncelerle, tüm kalbimle bilincimle içtenliğimle benliğimle sonsuz teşekürler ve bilmukabele saygıdeğer paşam saygıdeğer ağabey. inşaAllah zafer, mutlaka zafer. insanlığın ve halkların görkemli zaferi. derin saygılar selamlar inşaAllah.