Türkçenin zenginliği ve ifade gücü beni hayretlere düşürüyor. Bende gizemli bir hayranlık uyandırıyor. Bu olağanüstü güzellik büyülüyor, içine çekiyor, beni cezbelendiriyor. Bu tılsımlı güzelliğe aşığım, karasevdalıyım.
Dilimin, anadilimin bu harikulade zenginliğini satırlarında, mısralarında işleyerek, rengarenk bir resim, yanık bir türkü, canlı bir film gibi önüme seren, ruhuma fısıldayan Âşıkları dinlerken, Üstatları okurken heyecanlanıyor, coşuyor, semavî bir huzur, bana ezelî ve ebedî gibi gelen bir saadet duyuyorum. Aşıkların, Üstatların türküleri ve kitaplarıyla birlikteyken o kesiksiz saadet ikliminde yaşıyor, âdeta kanatlanıyor, uçuyorum.
O ruhanî huzur ve mutluluğu sizlerle paylaşarak çoğaltmak, sizlerin de bu saadetten payınızı almanız için karşı konulamaz bir arzu ve heves duyuyorum.
Bana o duyguları en yoğun biçimde yaşatan Üstatlardan birinin, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın birkaç cümlesiyle hem onu hem ecdadımızın dâhilerini analım hem de dilimizin, Türkçenin göz kamaştırıcı güzelliklerini temaşa edelim: “Cetlerimizden iki kişi vatan haritasını benimsemişlerdir. Bunlardan biri Mimar Sinan’dır. XVI. Asır Türkiye’sini onun eserlerinden bulmak daima mümkündür. İmparatorluğun bu dehadan payını almamış pek az büyük şehri vardır. O kadar ki Sinan denilince gözümüzün önünde son derece nispetli yontulmuş bir mücevher dizisine benzeyen irili ufaklı binalar, tâ Macaristan içerisinden başlayarak Akdeniz ve Basra Körfezi’ne kadar iner. İkincisi başlı başına bir vatan aynası olan Evliya Çelebi’dir. Bu ayna bazen ufak ilavelerle fakat daima aslın büyük çizgilerine sadık kalarak, bütün XVII. Asır Türkiye’sini verir.” (Beş Şehir, S. 22-23)
“Gümüşlü, bu, Osman Bey’in gömüldüğü eski Bizans manastırının adıdır. Bu üç heceyi her işitişimde gözlerimin önünde, fecre tutulmuş sihirli bir ayna parlıyor. Yoksa bu parıltı sadece hecelerin yaptığı terkipten mi geliyor? Burada gizlenen, Türkçenin hangi sırrıdır?” (AGE, S. 94)
“İnönü’nde genç kumandan İsmet Paşa, 1922 yılının 26 Ağustos gecesi Dumlupınar’da Başkumandan Mustafa Kemal -eğer uyudularsa- nasıl bir rüya gördüler? Milletlerine hazırladıkları istikbal kendilerine açıldı mı? Bu geceler düşüncemi başka büyük geceye, 1071 senesi Ağustos’unun 26. Gecesine götürüyor. Malazgirt’te bileğinin kuvvetiyle, dehasının zoruyla bize bu aziz vatanın kapılarını açan Alparslan’ı, muharebe emri vermeden evvel hangi kuvvetler ziyaret etti ve ona neler gösterdi? Üç kıtada genişleyecek yeni bir Roma’yı kurmak üzere olduğunu, talihini avuçları içinde taşıdığı milleti, yeni bir tarih ve coğrafyanın emrine verdiğini, yeni bir terkibin doğmasına bir çınar gibi yetişip kök salmasına sebep olduğunu acaba hissetmiş miydi? Hiç tanımadığı dehalı çocuklar; müstakbel zaferlerin kumandanları, henüz söylenmemiş şiirlerin şairleri, henüz yükselmemiş şaheser yapıların mimarları, henüz duyulmamış nağmelerin bestekârları etrafında henüz açmamış bir fecrin gülleri gibi dolaşmıyorlar mıydı? Gözlerinde Sultan Hanı’ndan, İnce Minare’den bir hayal yok muydu?
…
Ankara Kalesi bu akşam saatinde bana bir milletin tarihinin, ne kadar uzun olursa olsun, birkaç ana vakanın etrafında dönüp dolaştığı, birkaç mübarek rüyaya, yaratıcı hamlenin ta kendisi olan bir imanın devamına bağlı olduğunu bir kere daha öğretti.” (AGE, S. 25-26)
Bu satırlarda dile getirilen hadiselerin ululuğu, mazimiz ve milletimiz için hayatî önemi kadar, cümlelerdeki ifade gücü, anadilimin kelimelerinin akıl almaz güzellikte bir gerdanlıktaki inci gibi dizilişleri, pırıl pırıl okyanus derinliklerindeki rengarenk mercanlar gibi süzülüşleri bir mucize duygusu yaratıyor. İnsanı heyecanla ürpertiyor, coşturuyor. Büyülüyor. Uzaklara hem derin hem yüksek hem çok bildik, tanıdık hem esrarlı hem semavî âlemlere götürüyor. Gezdiriyor. O sırlı âlemleri temaşa ettiriyor.
Bu, her yönüyle harikulade metnin içinde bir kudret, içimizi cesaret ve atılım gücüyle dolduran, maziyi sevdirip saygı ve şükranla yad ettirirken istikbalin parlak olacağını müjdeleyen bir ruh var.
Yine bu satırlarda istikbali nasıl kuracağımızın rehberi de var: Birkaç büyük ve mübarek rüya… Uyanıkken görülen mübarek rüyalar… Yaratıcı hayal gücü! Atatürk’ün ve Alparslan’ın 26 Ağustoslarda, zihinleri bütün algılara açıkken, şuurları, kelimenin tam anlamıyla UYANIKKEN gördükleri mübarek rüyalar! Bir büyük milletin önündeki uzun asırları şekillendiren, inşa eden aziz rüyalar! Ve bu rüyalara İMAN! “Yaratıcı hamlenin ta kendisi olan iman”!
Kendine ve milletine yürekten iman!
Rüya görme sırası bugünkü nesillerde… Mübarek rüyalar…
Naçizane bendenizin de bir rüyası, TÜRKİYE’yi kanatlandıran bir rüyası var. Örnek olması bakımından bağlantısını veriyorum: https://www.genelhaberler.com/kose/oku/7053
x x x
TAVSİYE
https://www.youtube.com/watch?v=TVmI2UJVsVg
BURSA’DA ZAMAN, Ahmet Hamdi TANPINAR