İNSANLIĞIN ÖZ-ELEŞTİRİSİ...145...

Özgür DENİZ - 02.06.2021

Öylesine, laf olsun diye, yaşadığımızı sandığımız ama yaşamak nedir bilmediğimiz, sığ ve yeknesak bir hayat yaşıyoruz ki, nasıl yaşadığımızın farkında bile değiliz. Üstelikte kendi topraklarımız üstündeyiz ama nasıl yaşadığımızı, niye yaşayamadığımızı umursamıyoruz. Çünkü yaşamaya layık değiliz, gerçekten layık değiliz, zira layık olsak böyle olmazdı, böyle olmazdık. Hatta yediğimizin, içtiğimizin lezzetini bile alamıyoruz ama aldığımızı sanarak yaşıyoruz. Hayatlarımızı sorgusuz sualsiz yaşıyoruz. Oysa korkusuzca sorular yöneltmemiz iktiza ediyor tüm dünyaya karşı ve sorgulamadığımız hiçbir şeyin, tek bir kişinin bile kalmaması icap ediyor. Ama bizler kendilerimizi kör kuyuya atıvermişiz, nereye ve nasıl yol aldığı bilinmeyen bir akıntıya bırakıvermişiz sürükleniyoruz sonu bilinmeyen belirsizliklere doğru. Akıntıya kendimizi bırakıvermektense, akıntıya direnmeye çalışmamız gerekmiyor mu? Bıkmadan, usanmadan sormamız ve cevaplar beklememiz gerekmiyor mu? Gerçekten her şeyi olduğu haliyle tolere ediyor muyuz? Bu gerçekten yapıyor muyuz? Bunu nasıl beceriyoruz, sindiriyoruz? Bir tek bile sorumuz ve beklediğimiz tek bir cevap nasıl olmaz, nasıl böylesi bir yaşamı tolere edebiliriz? Neyi umabiliriz böylesi sefil bir yaşamdan? Nasıl olurda böylesi rezil bir dünyada içimizde fırtınalar kopmaz ve yer yerinden oynamaz? Nasıl olurda aynı topraklar üstünde doğduğumuz, aynı topraklar için can vermeye koştuğumuz, aynı topraklar üstünde ürettiğimiz ve benden zerre farkı olmayan Ali krallar gibi yaşarken, Veli böyle yaşar diye sormuyoruz? Her şey Ali’nin mi hakkı, nimetler münhasıran Ali için mi halkedilmiş, Ali mi insan sadece diye sormuyoruz niye? Veli efendi de yahut efendi veledi de, Ali köle yahut köle kırması mı diye niçin sorgulamıyoruz? Nice peygamberler, nice filozoflar gelmişler geçmişler, bizlere ölümsüz kaynaklar, miraslar, düşünler, duygular, ulvi idealler bırakmışlar. Bunları nasıl olurda sarf-ı nazar eyleyebilir, ıskalayabiliriz? Bizim saklanmış gerçekleri ortaya çıkarmak ve gasp edilmiş özgürlüğümüzü geri almak gibi bir sorumluğumuz yok mudur? Madem insan doğduk, insanca varolmak gibi bir derdimiz nasıl olamaz? Böyle yaparak nasıl terakki kaydedebilir, tedenniden kurtulabiliriz? Biz münhasıran kendimiz için mi varız, nasıl olur da böyle düşünebiliriz? Bize miras kalanların sorumluluğunu böyle mi taşıyacağız? Hayır demeyi öğrenmedikçe, adımız tarihe ve mezar taşına yiğit diye yazılmaz ama ne diye yazılır orasını bilemem! Birimiz değil hepimiz öğrenecez, öğrenmek zorundayız bunu, bilakis kurtuluş kabil değildir bu dünyanın cenderesinden.

 

EKSTRA NOTLAR:

 

NOT 1: Hep diyoruz ya dosdoğru ve dürüst olmak zorundayız diye, eyvallah aynen öyle olmak zorundayız. Bu yüzden geçenlerde düşünürken aklıma düşüverdi vehleten, elbette söylentilere göre, yoksa karanlık kalmış tarafları mutlaka vardır hala. Rahmetli UĞUR MUMCU katledildiğinde, kendisini katledenlerin muayyen bir kitle olduğu söylenmiş ve bunun üzerine o tarafa matuf üretilmiş retoriklerle eylemler yapılmış, sloganlar atılmıştı malum, şimdi bu tarafın o taraftan samimi bir özür borcu yok mudur sizce de, çendan ortaya dökülen söylentiler mucibince de olsa? İşte bu durumda bize gösteriyor ki, her şeyde teennili olmak mecburiyetindeyiz, isabetli kararlar verebilmek ve doğru eylemler yapabilmek için.

 

NOT 1: ‘’’’Ömrüm "memleket yıkılıyor" teranesini dinlemekle geçti, memleket filan yıkılmadı ama nedense yıkılan hep memleketin çocukları oldu.’’’’ Dücane Cündioğlu

Tarih: 02.06.2021 Okunma: 302

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?