Tanrı’m! Uyar diyorsun, şahitsin uyarıyorum, ateşin
dokunmasın istiyorum, öyle bir dünyan var ki, zaten yarattığın dünyanın
cehenneminde fazlasıyla yanıyorum. Tam istediğin şekilde uyarmaya çalışsam da
ve Sen’in yanmamı istemediğini bilsem de yine de yanacağımı bildiğim için
Sen’in istediğin gibi uyaramadığım da bir gerçektir. Çünkü var ettiğin dünya da
yoksun gibisin ve dünyanda var olanlar, Sen’in varlığını yok sayarak istediğin
gibi uyarmam neticesinde yakmaktan imtina etmeyeceklerdir çok iyi biliyorum ve
o yüzden de istediğin gibi uyarıyı yapamıyorum, zira acıyacak bir can verdin ve
canımın yanacağını bile bile bunu yapamam bunu da biliyorsun, ki tolere de
ediyorsun, çünkü beni anlıyorsun, zira yarattığını biliyorsun, biliyorsun ama
yanarken de olmuyorsun. Korktuğumu sanma, işkence acı verir ruhuma, ölsem iyi
ama ya ölmezsem Tanrı’m, nasıl acır ruhum, en kötüsü de bu değil mi, o zaman
Senin’le bağım temelli kopmaz mı? Sana karşı dürüst olmam gerektiğini bildiğim
için böyle söylüyorum, bilakis sahtekâr olurum ama olamam biliyorsun. Canım
yanıyor Tanrı’m, yüreğimin nasıl sızladığını, beynimin nasıl zonkladığını,
gövdemin nasıl sarsıldığını, tüm mevcudiyetimle nasıl zangır zangır titrediğimi
ancak Sen biliyorsun. Sen’in sesini haykırdığımı da biliyorsun yani nasıl bir
duyguyla haykırdığımı çok iyi biliyorsun, çünkü bendesin. Sanki yokmuşsun gibi
bir karşılık görmesem de, zaten Sen’in da böyle bir karşılık vermeyeceğini
bilsem de yine de duymanı istiyorum. Seninle yine görüşeceğiz, konuşacağız,
hesaplaşacağız Tanrı’m. Geçelim!
Soruyorum Sana Tanrı’m! Bu dünyayı niye yarattın? Bu ülkeyi
niye yarattın? Bu güzellikleri, nimetleri niye yarattın? Beni niye yarattın
Tanrı’m? Emrolunduğun gibi dosdoğru ol diyorsan değil mi? Peki nasıl olacam
Tanrı’m, onu da söyler misin? Beni kimsenin kulu olarak yaratmadın değil mi? Başkalarının
kulu olarak yarattıysan emrolunduğun gibi dosdoğru ol demen mutlak çelişki.
Eğer Senin kulunsam, o vakit niçin emrolunduğum gibi dosdoğru olduğum zaman
yangınlardan yangın beğeniyorum? Öyle ya beni başkalarının kulu olarak
yaratmadın ve ben onlara başkaldırabilirim ya da onların kulu olarak
yarattıysan Senin kulun olamam ve onlara boyun eğerim, perestiş ederim. Burada
bir gariplik var Tanrı’m. Ve bu gariplik nedir, nasıldır, nasıl olabilmektedir
anlamıyorum. Biliyorum Tanrı’m suç Benim değil diyorsun, sen sende olanları
kullanmıyorsan, kullanmadığından dolayı kendini suçlamalısın, kullanmadıklarını
vereni değil diyorsun. Hepiniz Bir’siniz ve hepiniz birleşip Bir olduğunuz da
tüm acılarınız biter diyorsun ama anlamıyorlar yarattıkların Tanrı’m, burada
suç kimin Tanrı’m ve başkalarının suçunu niçin başkaları çekmektedirler? Bu
dünyaya ömrümün her anında, her saniyesinde acı çekmek için mi geldim Tanrı’m?
Yaşayanları izlemek için mi geldim, başkalarının doğurduğu acıları tatmaya mı
geldim, yaşamayacaksam niye geldim, olanlar niçin oldu, niçin yarattın şeyleri?
Tüm bu çelişkileri çözmedikçe Sen’inle kavgam bitmeyecek Tanrı’m. Senin’le
konuşacağımız daha çok şey var Tanrı’m. Geçelim!
İndirdiğin Rum Suresi’nin 41. Ayetinde şöyle diyorsun Tanrı’m,
biraz eklemeler yaptım ama anlayacağına ve hoş göreceğine inanıyorum, zaten
öyle olduğunu bildiğim için böyle söylüyorum; “”işlediğiniz günahlar ve
kötülükler, yaptığınız pislikler ve büyük ahlaksızlıklar, doğaya ve insana
karşı işlediğiniz cinayetler, günahlarına girdiğiniz masum insanlar ve dilsiz
hayvanlar, midelerinize doldurduğunuz haramlar, teraküm ederek başkalarının
yoksul kalmasına sebep olduğunuz servetler, suçsuz insanlara yaptığınız
zulümler, namussuzca sömürdüğünüz terler-yaşlar-kanlar ve emekler,
merhametsizce kirlettiğiniz denizler-sular-topraklar-havalar, gecesini
gündüzünü zehir ettiğiniz ve yaşamak sevinçlerini öldürdüğünüz insanlar,
haklarını yediğiniz yetimler, görmezlikten geldiğiniz ve yapılırken sükût
ettiğiniz haksızlıklar, cezalandırdığınız iyilikler ve yaydığınız kötülükler,
horladığınız iyiler ve övdüğünüz kötüler, eroinle zehirlediğiniz gençler,
organlarını çıkarıp sattığınız çocuklar, küçücük bedenlerini ağzı salyalı
pezevenklere peşkeş çektiğiniz çocuklar, bir yudum suya ve bir dilim ekmeğe
muhtaç ettiğiniz insanlar, örttüğünüz hakikatler ve hakikat diye sunduğunuz
yalanlar ve daha nice pislikleriniz ve kötülükleriniz yüzünden karada ve
denizde düzen bozuldu ve işlediklerinizin bir kısmını tatmaya, üst üste
uyarılar almaya başladınız ey insançocukları, yürüdüğünüz yanlış, kötü ve
karanlık yoldan dönüş yapmanız için.”” Geçelim!
Kim ne kadar dinliyor Seni Tanrı’m ve bunu söyleyene kim
sevgiyle bakıyor Tanrı’m? Sen’in uyarını kendi dilimle ancak bu kadar
söyleyebiliyorum Tanrı’m, daha teferruatlı olarak ise söyleyemiyorum. Niçin ama
niçin söyleyemiyorum? İşte orada Senin’le ilginç bir kavga başlıyor Tanrı’m. Peki,
suçlu muyum? Hayır Tanrı’m değilim ve lütfen suçlusun deme, zaten demeyeceksin,
çünkü fazlasını yapamam Tanrı’m? Yaptığım zaman ikimizde ne olacağını çok iyi
biliyoruz. Bu dünyada Sen yoksun Tanrı’m, varsın ama yoksun ve biliyorsun ki,
Senin yokluğunda bana neler etmezler ki? Zaten ediyorlar, bunu ancak edilenler
biliyorlar. Edenler ise Seni yok sayarak ediyorlar ettiklerini. Ama bilmiyorlar
başlarına gelecekleri ve geliyorsa da anlamıyorlar nasıl geldiğini. Çünkü bu
dünyada insan yok Tanrım. Bu dünya insana benzeyen vahşi hayvanların dünyası. Varlığını
kabul edip, yokmuşsun gibi yaşayanların dünyası. Bu dünya sureti insan olup,
sıreti yılan, çıyan, domuz, çakal, it, engerek olanların dünyası. Bu dünya
kahpelerin, pezevenklerin, namussuzların, şerefsizlerin, alçakların,
yalancıların dünyası. Peki, böyle bir dünyada nasıl olacakta Senin istediğin gibi
yaşayacağım ve uyaracağım Tanrı’m? Yine de uyarabildiğim kadarıyla uyaracağım
Tanrı’m. Geçelim!
Ey âlimler, şeyhler! Emrolunduğunuz gibi dosdoğru olunuz. Tabi
gerçekten inanıyorsanız, işittik ve itaat ettik diyorsanız, namusunuzu ve
şerefinizi kaybetmediyseniz lütfen dosdoğru olunuz. Mezhebinize, cemaatinize,
dini anlayış ve algılayışınıza göre doğru olmayınız, hakikate göre dosdoğru
olunuz. Kişilere, guruplara, teşekküllere göre değil, hakikate göre doğru
olunuz. Çünkü siz, hakikate karşı sorumlusunuz. Haksızlık karşısında susan
dilsiz şeytanlar olmayınız. Sizlerin çıkarlarınız olamaz, sizler
menfaatlerinize göre tavır belirleyemezsiniz, sizler beklentilerle yaşayamaz ve
hareket edemezsiniz. Sizler hakikati yalanla örtemezsiniz. Sizler bir şeyler
istediğiniz gibi olsun diye haksızlık karşısında susamaz, dilsiz şeytan olamaz,
yanlışları tolere edemez, karanlık yollarda yürünmesine eyvallah diyemezsiniz. Sizler
spontane deruhte ettiğiniz sorumlulukların sahibisiniz. Din bağlamında sizler peygamberi
misyonun mirasçılarısınız, birer manevi öndersiniz ve önderliğinize seza
söylemek ve eylemek zorundasınız. Bunu yapmazsanız ve bunu böyle yapmazsanız
namusunuzu ve şerefinizi kaybedersiniz, vicdanınızı öldürürsünüz, ahlakı
çiğnemiş olursunuz. Sizler ahlaklı olmak zorundasınız, ahlakçılık yapamazsınız.
Böyle yaparsanız zalimlerden olursunuz. Sizler zalimlerin yardakçısı
olamazsınız. Merhametin ziyadesiyle benliklerinde bulunması gereken ilk
zümresiniz ve merhametsizlik edemezsiniz. Sizler iyi olursanız insanlar iyi
olacaktır, sizler kötü olduğunuzda nasıl olacakta kötülüğün kötülük olduğunu
söyleyebileceksiniz ve nasıl olacakta insanlar iyi olacaklar? Yanlış varsa ve
onu kim yaptıysa, o yanlışın yanlış olduğunu ifade etmekten ve yanlış yapanı
uyarmaktan imtina etmeyiniz, edemezsiniz. Neyden korkuyorsunuz ya da korkabilir
misiniz yahut korkunuzun bir sebebi olabilir mi? Şerefsiz olmayınız, lütfen şerefli
olunuz. Ateşlerde yanarsınız, kanlar kusarsınız, kızgın demirlerle
dağlanırsınız. Habbab’ı hatırlayınız, nasılda kızgın demirlerle dağlanmıştı da
sözünden dönmemişti. Bizler sizin müritleriniz değiliz ve bizleri öyle
göremezsiniz, görmenize herhangi bir sebep bulamazsınız. Hatta insanlara
müritler olmamalarını söylemelisiniz. Ama yine de bize karşı merhametli ve adil
olmak zorundasınız. Çünkü bizler bağımsız birer bireyiz, kuluz ama sizlerin
kulu değiliz ve olmayız da. Olmadığımız için de bizlere karşı mesafeli
olamazsınız, bizlere adaletsizlik yapamazsınız, merhametsizlik edemezsiniz,
bizlere yapılan kötülüklere kayıtsız kalamazsınız. Sizler herkese karşı adil ve
eşit davranmak zorundasınız. Ta ki din sahibi olmayanlara bile. Bilakis, Tanrı’ya,
Peygambere, Kitaba ve Büyük İnsanlığa ihanet etmiş olursunuz ve yaptıklarınızın
da sonuçlarına katlanmak zorunda kalırsınız. Geçelim!
Ey politikacılar, bürokratlar! Sizler insanların temsilcilerisiniz,
insanları temsil etmek ve insanların haklarını korumak için o makamlardasınız
ama o makamların sahibi siz değilsiniz, biziz biz ve bizim için kullanmalısınız
o makamları siz. Bu dünyanın realitesine göre varsınız, istenmeseniz de oluyorsunuz
ama varlığınızın ve olmanızın da gerekleri vardır, lütfen varlığınızın ve
olmanızın mucibince, gereğince hareket ediniz. Sizler oralarda insanları soymak
ve soydurmak için var değilsiniz. İnsanları soyacak ve soyduracak kadar
onursuz, şerefsiz, namussuz olamazsınız. Soyuyor ve soyduruyorsanız da tüm
bunları tolere etmiş oluyorsunuz. Kendiniz istediğiniz gibi yaşayıp, insanlara
acı çektirmek ve insanların sefaletine duyarsız kalmak için orada
bulunmuyorsunuz. Sizler adaleti ikame etmek için oradasınız. Düşmanlarınıza
bile adil olmak zorundasınız. Keza ahlakla siyaseti de ayıramazsınız,
ayırdığınız vakitte insanlığı öldürürsünüz. Bin düşünüp bir hareket
etmelisiniz. İnsanların kaderlerini etkiliyorsanız, böyle yapmak zorundasınız.
Çünkü günahlarınızın bedelini bizler ödemek zorunda değiliz, bunu yapamazsınız.
Her türlü kötülüğü yapıp, günahı işleyip, doğacak sonuçlardan kaçmak için
bizleri pisliklerinize ortak edemezsiniz. Kendinizi baki sanıp baki heveslere
kapılıp keyfinizce yaşayamazsınız, hareket edemezsiniz, kararlar alamazsınız.
İnsanların güvenliğini sağlamak için orada bulunuyorsunuz. Bu garip insanların,
korkularından yaşamayı bile unutan insanların hakkını yemeyin, yedirmeyin,
yiyene ve yedirene acımayın. Şerefsiz olmayın, lütfen şerefli olun. Sizlerin
kulunuz, köleniz değiliz biz. Bizleri kulunuz ve köleniz olarak görüp, bizlere
istediğiniz gibi davranamazsınız. Kimsiniz siz, kaç paralıksınız, kendinizi ne
sanıyorsunuz? Bu vatan babalarınız çiftliği, bu millette sizin milletiniz
değildir, bu devlette sizlerle var değildir. Kendilerinizi vazgeçilmez olarak
göremezsiniz, böyle görüpte her şeyi yapmaya hak sahibi olamazsınız. Efendimiz
değilsiniz hiçbiriniz ve badema da olamayacaksınız. Sizler de, bizler de yani
hepimiz ölümlüyüz ve mutlaka öleceğiz ve ona göre yaşamak zorundayız. İnsanların
malını, mülkünü dilediğinizce kullanamazsınız, inhisarlarınıza alamazsınız,
israf edemezsiniz, peşkeş çekemezsiniz ve bu sebeple de insanları acılardan
acılara sürgün edemesiniz, sefalete mahkûm edemesiniz. Bizlerin hazinemizden
politika yapmak için milyonlarca lirayı çalamazsınız, alamazsınız. Bu
hırsızlıktır, gasptır, ahlaksızlıktır, adaletsizliktir, zulümdür. Sizler
insanların haklarını korumak, güvenliklerini sağlamak, acılarını dindirmek için
varsınız ve oradasınız. Bilakis kimsiniz ve anlamınız nedir? Makamlarla insan
olmayınız, kaybedince hayvandan daha aşağılara inersiniz. Makamla şerefli
olmayınız, şerefli olunuz ki makamlarınızı da şereflendiriniz. Sizlerin her
yaptığınız, masivaya dair her şeyin kaderini belirlemektedir ve durum buysa,
ona göre yaşamak zorundasınız, bilakis isticalen bulunduğunuz makamları
bırakınız. Haddinizi ve hududunuzu biliniz ve kendinize geliniz. Geçelim!
Ey aydınlar, gazeteciler! Kafalarınızı kiraya vermeyiniz,
yüreklerinizi çıkarlarınızın altında ezmeyiniz. Şerefli ve namuslu olunuz.
Kalemlerinizi satmayınız, kiralamayınız. Kitap yüklü merkeplere dönüşmeyiniz. Malumatfuruş
zalimler olmayınız. Gerçekleri yazınız, yalanlarla insanları aldatmayınız. İnsanların
hayallerinin kirletilmesine, umutlarının çalınmasına, düşlerinin karartılmasına
yol vermeyiniz, yol verecek şekilde hareket etmeyiniz. Bile isteye yalanı
gerçeklere müreccah kılmayınız ve gerçekleri yazınız, yalanları yazmayınız. Namuslu,
dürüst, onurlu, şerefli ve doğru olunuz. Hakikati behemehâl gizlemeyiniz açık
ediniz, kimsenin çıkarı için hakikati eğip bükmeyiniz. Sizler birilerinin
köpekleri değilsiniz, onların kapılarında beklemeyiniz ve onlar için
havlamayınız, köpek gibi yaşamayınız, öyle yaşamayı da reddediniz. Münhasıran
söylemeyiniz aynı zamanda eyleyiniz de. Çünkü eylemsiz söylem kıymetsizdir,
değersizdir. Keza eyleme dönüşmeyen bilginin hükmü yoktur. Çünkü sözün
tanığıdır eylem. Sizler insanların haklarının korunması, aranması, alınması
için yazınız, zaten bunun için varsınız, olmalısınız. İnsanlar için dövüşünüz,
yücelirsiniz; insanlar için dövüşmezseniz, alçalırsınız. Alçaklar olarak
anılmayınız. Sizler ihale takipçiliği yapamazsınız, insanların onurlu yaşam
kavgalarının ortakları olmalısınız. Sizler hiçbir patronunda köpeği değilsiniz,
onlar için insanlara karşı havlayamazsınız. Sizler büyük insanlık için ve ortak
ülke adına dövüşmelisiniz. Ayrıcalıklar kalksın, kimse kimseyi ezmesin, kimse
kimseye üstünlük taslamasın, herkes eşit ve özgür olsun diye yazmalısınız.
Bağımsızlık ve özgülük uğruna dövüşmelisiniz. İnsanları soyanları ve
soyduranları açık etmelisiniz. İnsanlığın safında durmalısınız. Birer cesur
yürek ve aydınlık kafa olmalısınız. Geçelim!
Ey yargıçlar! Kararlarınızı hiçbir baskı altında kalmadan
alınız. Verdiğiniz kararların ya hayatları hayatlandıracağını ya da hayatları
bitireceğini bilerek alınız. Verdiğiniz her karardan mesulsünüz ve
sonuçlarından sorumlusunuz. Sizler kimsenin yargıçları değilsiniz, hakikatin
yargıçlarısınız ve hakikate göre kararlar almalı, vermelisiniz. Sizler
zalimlerin kılıcı, mazlumların celladı ve eceli değilsiniz. Çünkü sizin
karalarınızla ya insanlar ölürler ya da dirilirler. İnsanları öldürmeyiniz
diriltiniz. Suçluların değil suçsuzların yargıçları olunuz. Vebal altına
girmeyiniz, biliniz ki bu sonsuz feci bir şeydir, bedelini çok ağır ödersiniz. Tanrı’ya
yemin olsun ki, sonsuz kötü bir şeydir vebal ve iflah etmez kimseyi. Sizler
haklı olandan yana kullanmalısınız kılıcınızı. Verdiğiniz adaletsiz bir kararın
nelere yol açacağını düşünerek hareket etmelisiniz. Sizler hiçbir kimsenin
karşısında boyun eğmemelisiniz, dünyaya minnet etmemelisiniz, namertten yana
kesmemelisiniz. Siz öldüğünüz gün insanlığın da öleceğini bilmelisiniz. Sizler
çok yüksek mevkileri işgal ediyorsunuz ve ağır sorumluluklar taşıyorsunuz,
belki de herkesten daha önemli bir konumdasınız, çünkü sizler adaleti temsil
ediyorsunuz ve adaletten yana kesecek kılıçlarsınız, bu yüzden bulunduğunuz
yerin farkında ve bilincinde olarak hareket etmelisiniz. Tabir caizse öldüren
ve yaşatan bir vazife ifa ediyorsunuz. Merhametli, ahlaklı, adil olmalısınız.
Vicdanlarınızın sesinde olmalıdır kulaklarınız daima ve ruhlarınız özgür
olmalıdır. Doğru kararlarınız, özgürlüğünüzün çocuğudurlar. Lütfen vicdanlarınızı
öldürmeyiniz, bilakis insanlığı da öldürürsünüz. Şerefinizle, onurunuzla
hareket ediniz ve bu değerleri behemehâl kaybetmeyiniz, kaybettirecek en ufak
bir harekete de tevessül etmeyiniz. Geçelim!
Ey polisler, askerler! Sizler bu milletin evlatlarısınız ve
bu milletin evlatlarını korumakla mükellefsiniz, bu vatanı savunmakla
yükümlüsünüz. Sizler para babalarının polisleri ve askerleri değilsiniz. Sizler
milletin ve devletin güvenlik güçlerisiniz ve milletin ve devletin yanında
durmalısınız. Hiçbir kişinin, gurubun, teşekkülün çıkarlarına alet
olmamalısınız. Sizler herkese eşit mesafede durmak zorundasınız. Sizler
milletin ve sınırlarımızın güvenliğinden sorumlusunuz ve bu sorumlulukla
hareket etmek zorundasınız. Aksi takdirde suçlulara arka çıkmak, onları korumak
için var değilsiniz. Sizler bu milletin doğal üyelerisiniz, hiçbir harici
gurubun üyeleri değilsiniz ve olamazsınız da, bilakis istikametiniz de sapma
tezahür eder ki bu çok vahimdir. Suçsuz insanlara şedit, suçlu insanlara karşı
da mülayim olamazsınız. Mesleklerinizin mahiyeti mucibince herkese eşit
mesafede durmak zorundasınız. Her daim vicdanlarınızla hareket etmelisiniz,
size başkaldırıyor olsa bile sizden güçsüz olanlara ve sizde olan imkânlara
malik olmayanlara yine de merhametli olmalısınız, o anda merhametinizi aktive
etmelisiniz. Merhametli olmak sizleri yüceltir ama şedit olmak sizlere duyulan
sevgiyi ve saygıyı tahrip eder, bu ise mesleğiniz mucibince kötü bir durumdur.
Çünkü devlete duyulan güven sizinle başlar, sizinle biter bir yerde. Siz ya
korku salarsınız ya da güven yaratırsınız. Korku salarsanız gönüllerde yer
edinemezsiniz, güven verirseniz de her daim ve her yerde etrafınız çelik
zırhlarla sarılırmış olur manen. Sizin de konumunuz tıpkı yargıların konumu ki
sonsuz hayati öneme malik bir konumdur. Hayat memat meselesi bir yerdesiniz ve
bulunduğunuz yerin mahiyeti mucibince hareket etmeniz elzemdir, tüm insanlığın
iyiliği için. Geçelim!
Ey sanatçılar! Sanat yüce bir değerdir ve sizler
ürettiklerinizle ya yücelirsiniz ve yükseklere seza olursunuz ya da
alçalırsınız ve alçaklık damgasını yersiniz. Bu yüzden lütfen insanlık için
üretiniz ki yücelesiniz. Keza insanlığı yüceltecek şeyler üretiniz, insanlığı
alçaltacak şeyler değil. Aksi şekilde eylemde bulunuyorsanız da sanatçılık
payesini hak etmesiniz. Birilerinin size sanatçı demesiyle sanatçı olamazsınız,
o payeyi ancak hak ederseniz gerçekten sanatçı olursunuz ve bunu vicdanlarınız
mutlaka size söyler, biz bilmesekte gerçeği siz bilirsiniz, gerçeği bizim bilmememiz
bir şeyi değiştirmez. Hak etmediğiniz takdirde bahşediliyorsa da bundan utanç
duymalısınız. Halk için yapmalısınız sanatınızı, kendiniz ve insanlık
düşmanları için değil. Ve her daim insanların safında durmalısınız ve onların
sözcüsü olmalısınız. Sanatçı eğilmez, o özgür bir yüreğin ve aydınlık bir
kafanın sahibidir. Asla eğilmeyiniz ve asla kötülüğe teslim olmayınız. Sanatçı
karanlığa saplanmış bir oktur ve karanlığı delerek aydınlığın ışığını doğurur. Şeylerin
görünmeyen taraflarını keşfe çıkan insandır sanatçı ve keşfettiklerinizi
insanların önüne hesapsız, umarsız, tahripsiz, tahrifsiz koymanız elzemdir
namus adına. Kapıkulları değilsiniz ve olmayınız, minnet etmeyiniz kimseye. Sanatınızı
hangi alanda yaparsanız yapınız, onurunuzla, şerefinizle yapınız, böyle
yaparsanız ölümsüzleşirsiniz, bilakis varlığınızda bile yokluğa mahkûm
olursunuz. Unutmayınız ki, hikâyesi anlatılanlar var olmayı hak etmiş
olanlardır. Geçelim!
Ey bilim insanları! Şeylerin görünmeyen yüzleri olmasaydı
bilim diye bir şey olmazdı, çünkü bilim şeylerin görünmeyen yüzlerinin görünür
kılınmasıdır. İşte sizler de şeylerin görünmeyen yüzlerini görünür kılmak için
varsınız ve o görünmeyen yüzlerin oldukları gibi görünmelerini sağlamalısınız,
gördüğünüz şeyi tahrip ve tahrif ederek görünür kılıp buradan çıkarlar elde
etmeye yeltenirseniz şerefsizlik ve onursuzluk damgası alnınıza yapışır kalır.
Sizler para babaları için bilim üretmiyorsunuz, insanlık için bilim
üretiyorsunuz ve insanlığı aldatacak kadar alçalamazsınız. İnsanlığa zararlı
şeyler üretemezsiniz ve bunu gizleyemezsiniz. Zararlı bir şeyi faydalı olarak
sunup buradan rant elde etmeyi düşünemezsiniz, bu kadar düşemezsiniz. İnsanlığı
yaşatmaktır en yüce ereğiniz, insanlığı birileri lehine öldürerek, yok ederek
rant elde etmek değildir. Bu kadar soysuz ve kahpe olamazsınız. Bilim insanı, insanlık
ailesi içerisinde en yüce mevkie maliktir ve bulunduğu mevkie göre hareket
etmek mecburiyetindedir, bilim insanı olmanın doğası gereği böyledirler. Bilim
insanları gerçekleri gizleyemezler ve olanı değiştiremezler, olanı olduğundan
başka şekilde sunamazlar. Bu hem bilime, hem insanlığa ihanettir ve böyle yapan
soysuz bir haindir. Handiyse içinde yaşadığımız maddi dünyanın temelidir bilim,
zira her şey onun süzgecinden geçmektedir ve onun sayesinde tezahür etmektedir.
Terakkinin de, tedenninin de müsebbibidir handiyse. Karanlığı aydınlatan da
bilimdir, çünkü görünmeyen şey karanlıktadır ve o karanlığı yararak görünmeyeni
görünür kılmaktadır. Lütfen bilime ihanet etmeyiniz, insanlığın lehine
kullanınız ürettiklerinizi ve keşfettiğiniz bilgileri. Geçelim!
Ey kompradorlar! İnsan olunuz, domuzlar sürüsünden bir domuz
olmaktan vazgeçiniz. İnsanların terinden, yaşından, kanından, emeğinden kirli
ve kanlı ellerinizi çekiniz. İnsanlardan çalarak kasalarınızda biriktirdiğiniz
haram servetleri hak sahiplerine teslim ediniz. Artık ezmekten ve zulmetmekten
korkunuz ve geri durunuz. Çöktüğünüz ortak servetin üzerinden kalkınız. Mutlak
mülkiyetçilik telakkisiyle her şeyi monopolünüze geçirmekten vazgeçiniz. İnsanların
hazinelerini, kaynaklarını yağmalamaktan ve ağababalarınıza peşkeş çekmekten
isticalen vazgeçiniz ve insanların huzuruna çıkıp af dileyiniz. Boynunuza
geçirilecek urganlarınızı hazırlamanızın lüzumu yoktur, mutlak sonunuzu kendi ellerinizle
hazırlamayınız. Bir an önce af dileyiniz ki, merhametten yana hak sahibi
olunuz. Bilakis merhamet edilmezsiniz ve emin olun ki, adaletle
yargılanırsınız. Adaletle yargılanmanın ne demek olduğunu bilir misiniz? Adaletle
yargılanırken merhamet kenarda bırakılır. Merhametin olmadığı ama adaletin
güçlü olduğu bir yargılama nasıl bir yargılamadır hissedebiliyor musunuz?
Gariplerin, yetimlerin, zayıfların haklarının yemekten vazgeçiniz. İnsanları
sömürmekten uzak durunuz. Kimsenin hakkına tasallut etmeyiniz gücünüzü ve
servetinizi kullanarak, yediğiniz haklar bir ateş olup yakınca çığlıklarınızı
hiçbir kulak duymaz, hiçbir göz görmez, hiçbir vicdan hissetmez olur. Bugüne
kadar çaldığınız, gasp ettiğiniz, yediğiniz ne kadar hak varsa isticalen
sahiplerine iade ediniz, bunu behemehâl yapınız, bilakis asla ve kata
kurtulamazsınız yargılanmaktan. Sizlerin vatan sevginizin de, vatanı
sömürebildiğiniz kadar olduğunu bilmediğimizi de sanmayınız, sizler bu vatanı
sömüremeseydiniz mutlaka en büyük vatan hainleri olurdunuz. Bizleri aptal mı
sanıyorsunuz? Milleti doydurduğunuzu varsayarak, milleti sömürmeye kendinizi
hak sahibi sanıyorsunuz. Kimi kimin malıyla doyuruyorsunuz, kimin toprağında
üretiyorsunuz, sahip olduklarınızın gerçek sahipleri kimlerdir behey soysuzlar?
Milletten çalıp millete veriyorsunuz, üstelikte verdiğiniz de aldığınızın
yanında deve de kulaktır, okyanusta zerredir. Sizler insanlığın aleyhine iş
yaptığınız için kazanmıyor musunuz tüm servetlerinizi? Bizleri mal mı
sanıyorsunuz? Geçelim!
Ey insançocukları! Öncelikle, behemehâl, insan olmak
kavgasının ödünsüz bir neferi olmalısınız ve insanlık yolunda tavizsiz
yürümelisiniz. Sizler de akıllı, bilinçli olmak zorundasınız. Asla
aldatmamalısınız ama aynı zamanda aldatılmanıza da yol vermemelisiniz. Kesin inançlı
olmamalısınız. Hiçbir zaman kimliklere bakmamalısınız, mutlaka ama mutlaka eylemlere
bakarak kararlar vermeli ve tavır almalısınız. İstendik yerde konuşlandırılmayı
ve istendik yönde koşullandırılmayı kesinlikle reddetmelisiniz. Önyargılarınızı
parçalayıp atmalısınız. Polarize ve atomize olmaktan uzak durmalısınız, sizi böylesi
bir sonuca mahkûm etmek isteyenlerin aksine birleşmeli ve birleşik gücünüzle
tüm zalimlere ve kötülere başkaldırmalısınız. El ele vermeli, birbirinize saygı
duymalı, birbirinizi sevmeli, birleşmeli ve birleşik gücünüzle sizlere dünyayı
cehennem eden düzenleri yerle yeksan eylemelisiniz. Vicdanlı, merhametli,
ahlaklı ve adil olmalısınız. Bu değerlerle ancak var olabileceğinizi
bilmelisiniz. Sorusuz kalmamalı, sorgulamayı elden bırakmamalısınız ve
karşıtlarınızı, ancak onları ikna ederek mağlup edebileceğinizi bilmelisiniz,
bilakis icbar ile iknaya yeltenmek zorbalıktır, tiksindirici bir tavırdır. Haksızlık
karşısında hiçbir şatta ve koşulda susmamalısınız. Haksızlık kimden gelirse
gelsin ve kimse yönelik olursa olsun mutlaka önünde barikat olmalısınız,
aşılmaz bir duvar olmalısınız. Bilin ve unutmayın ki; kaderinizi kendiniz tayin
edersiniz, çünkü kaderiniz yaptığınız tercihlerin bütünleşik neticesidir. Bu
yüzden yaptığınız her şeyin sorumluluğu size aittir. İşlediğiniz günahlar
sizindir ve bedelini ödeyecek olanlarda sizlersiniz. Hiçbir şeye mutlak olarak
inanmayın, mutlaka şüphe edin ve tetkik edin. Hemen inanmayı değil, anladıktan
sonra inanmayı tercih edin. Adaletin peşinden gitmek doğru olandır. Dünyada
egemen olan realiteye göre gücün peşinden gidilmesi ne kadar kaçınılmaz gibi
görünse de sizler behemehâl adaletin peşinden gitmeyi tercih edin ve bunu
başarında. Kuşkusuz güçten mahrum adalet acizdir ama buna mukabil adaleti
olmayan güçte zalimdir. Güçten mahrum adalete elbette karşı çıkanlar,
direnenler olmaktadır, zira kötü insanlarla lebaleptir dünya ve ne kadar güce
muhalif olunsa da güçten korkulur ve onun önünde eğilinir ama adaletsiz gücünde
töhmet altında kalması mukadderdir. Öyleyse adalet ile gücün tevhidi iktiza
etmektedir ve bunu başarmak elzemdir, bu da bizim ödevimizdir. Bunun için adil
olanın güçlü, güçlü olanın ise adil olması icap eder. Velakin dünya öyle bir
yer ki ve insanlar o kadar zalim ki; haklı olan güçlü sayılmadı, güçlü olan
haklı sayıldı ve her şey buradan başlayarak bozuldu ve işin şirazesi de burada
kaçtı, bir daha da düzletmek kabil olmadı ama artık düzeltmek zorundayız. Geçelim!
Ey devlet! Artık ezilenlerin devleti ol, adaletten milim
sapma, güçsüzün yanında dur, suçsuzsun yanında dur, asla ve kata vebal alma,
unutma ki mutlak güçlü olan sen değilsin ve gücünün, yanında bir hiç olduğu bir
güç mutlaka vardır ve o güç, gücünün üzerine indiği vakit toza dönersin. Bu
yüzden hakikatin safında dur, yalanın yanında durup yalana güç verme ve yalanın
yayılmasına müzahir olma. Senin dinin adalettir ve adaleti ezme, ezdirme,
çiğneme çiğnetme. Adalet öldüğü vakit, kendi ecelinin altını imzalamış olursun
ve bunu durdurmaya hiçbir kuvvet, hiçbir kudret, hiçbir servet kadir değildir. Devletler,
adaletleri kadar güçlüdürler ve varolmayı hak ederler. Seni çok uyardım.
Diyeceğim odur ki; gerçek devlet ol, gerçekten devlet ol. Mademki varsın,
varsan olman gerektiğin gibi ol. İnsanlarını ayırma, hiçbir kimseyi kayırma,
herkese eşit mesafede ol ve herkesi adaletle yargıla ve öyle karar ver. Gönüllerde
yer bulmak istiyorsan yapacağın tercih bellidir, karar senindir. Geçelim!
Son tahlilde; hayatım arayışla, okumayla, soruyla, sorguyla,
şüpheyle, uyarılarla geçti. Hep hakikatin peşinden koştum durdum mütemadiyen. Gördüğüm
hiçbir hakikati gizlemedim. Ulaştığım hiçbir hakikati de haykırmaktan imtina
etmedim, bunu yaparken korkuyla hareket etmedim. Karanlığın ve aydınlığın
kavgasına, her zamanda, her zeminde, her şartta ve koşulda iştirak ettim,
iştirak etmekten imtina etmedim. Keza bilim ve cehaletin kavgasına da aynı
şekilde iştirak etmekten geri durmadım. Kuşkusuz çok zorluklarla karşılaştım,
haklarımdan mahrum kaldım, ötelendim, hiçbir yerden kovulmadım ama bir yere
fazla geldiğimi hissettiğim anda terk etmek için bir dakika düşünmedim ama
yolumdan da dönmedim, duruşumdan da taviz vermedim, çünkü böyleyse vardım yoksa
varsam da olamazdım. Zira cehaletin karanlığı doğurduğunu, karanlığında
cehaleti beslediğini ve ikisinin örgütlü birlikteliğinde tüm insanlık haklarımı
ve yaşamak sevincimi kaybettiğimi, kaybedeceğimi biliyordum. Kendim olarak
kalmak uğrunda savaştım hep ve başardım mı, kazandığım nedir, neleri kaybettim,
kuşkusuz hesabının kitabının yapılıp cevap verilmesi iktiza eder, yaptım mı,
belki bir gün yaparım? Söylediklerimizden söylemediklerimiz ya da
unuttuklarımız aklımıza gelsin artık. Geçelim!
En son tahlilde; İnsan olmalıyız! İnsan kalmalıyız! İnsanca
yaşamalıyız! İnsan gibi ölmeyi hak etmeliyiz! Yaşasın insan!