Böyle bir Hadis olduğunu biliyorum ama sahih olup olmadığını bilmiyorum. Velakin ne akla ne de vicdana mugayir olmadığı sarihtir, beliğdir. Zira hakikat olan şeyler birbirilerini nakzetmezler, nakzetmemeleri iktiza eder. Hz. Âişe’den nakledildiği söylenir. Şöyle ki; ‘’Kureyş kabilesinden bir grup insan, hırsızlık yapan Fatıma isimli bir kadının affedilmesi için aracılık ederler. Peygamber ayağa kalkar ve şöyle der; sizden önceki insanların helak olmalarının sebebi, aralarında havastan olan kimseleri yaptıkları hırsızlıktan ya da işledikleri başka bir suçtan kurtarmaya çalışıp, onların ceza almamaları için müzahir olurlarken, avamdan birileri aynı suçu yahut başka bir suç işlediklerinde ise ceza almaları için ellerinden geleni yapmalarıdır. Bu can bu tende durduğu müddetçe Allah’a yemin ederim ki; hırsızlık yapan kişi Muhammed’in kızı Fatıma dahi olsa, O’nun da elini keserdim.’’ İşte olay budur kardeşim. Daha konuşamazsın, konuşacak yüzün olamaz, olur diyorsan yüzsüzlük damgası alnına yapışır kalır. Adalet budur, olması gereken adalettir bu. Eğilip bükülmeyen, yorumlanmaya mahal olmayan ve tatbiki şart olan adalettir bu. Önü, ardı, sağı, yolu yoktur, dümdüzdür, olduğu gibidir. Lamı cimi yoktur, eğer ki adalet diye bir şey varsa, o adaletin tecessüm etmiş ve edecek hali, olaylaşması boyutu tam da budur, şöylesi böylesi yoktur bu işin. Kimse, kimseyi hiçbir sebeple, hiçbir bahaneyle, hiçbir şekilde temize çıkarma salahiyetine malik değildir ve olamaz da. Kimse kimseden ayrıcalıklı değildir, üstünde değildir, adalet kılıcının önünde herkes eşittir ve kimse işlediği suçtan dolayı, durduğu yere göre ya kurtuluşa erip yahut adaletin muktezasınca tecziye edilemez, bilakis herkes işlediği suçun ceza-i müeyyidesi neyse o karşılığı bulur, bulmalıdır. Konumu, serveti, kudreti onu kurtaramaya sebep teşkil edemez, etmemelidir, ettirilmemelidir. Böylesi bir yola tevessül eden namerttir, alçaktır, soysuzdur. Herkes adalet önünde eşittir ve adaletin kılıcı herkese eşit şekilde çalınır, çalınmalıdır. Bilakis, yer ve gök titrer, insanlık sessizce ölür. Kimse bir suç işleyipte, sonra da kendilerini devletle eşitleyipte yahut malik olduğu güce veyahut servete yaslanıpta, işlediği suçtan kurtulmaya çalışamaz. Böyle bir soysuzluğa yeltenmeye çalışırsa da hukuk onun önüne aşılamayacak bir dağ olup çıkmalıdır. Bu bir insanlık suçudur zira ve tüm değerlere ihanettir hatta değerlerin tedricen çürütülmesidir, tefessüh ettirilmesidir. Kendisi böyle yapıpta, kendisi dışında ki herkesi en ufak ve basit bir durumda ihanetle itham edemez hiçbir kimse. Ve bendeniz, bu ihaneti tolere etmem, edemem, etmeyeceğim. Namusum ve şerefim üzerine and olsun ki bunu yapmayacağım. İdam mı edeceksiniz, etmezseniz namertsiniz, şerefsizisiniz, soysuzsunuz. Buyurun yüreğiniz yetiyorsa, cesaretiniz varsa deneyin de görelim. Hangi köpek oluyorsunuz ki de böylesi bir şeye cüret edebileceksiniz? Ne demek ya, kendi ülkemde köle gibi, köpek gibi mi yaşayacam, bana ayrı, ona ayrı, buna ayrı, şuna ayrı bir yargılama olamaz kardeşim. Kimsenin böylesi bir hakkı ve salahiyeti yoktur, olamaz kardeşim. Çünkü bu bünye böylesi bir onursuzluğu kaldıramaz. Bendeniz kendi adıma hakkımı ararım, aramak zorundayım, şayet insanlık onuruna seza bir yaşam peşindeysem. Hem hakkımı aramayıp hem de onurlu yaşam istiyorum diyememem, böylesi bir şey iğrenç bir riyakârlık olur çünkü. Kimse de kimseyi işlediği bir suçtan dolayı kurtarmak için aracılık edemez, etmemelidir. Böylesi bir şerefsizliğe tevessül eden de, suç işleyenle aynı kategoride değerlendirilmelidir ve aynı mukabeleyi bulmalıdır. Herkes işlediği suçun ceza olarak karşılığı ne ise onunla tecziye edilmek zorundadır. Cezadan korkan suçtan kaçacaktır kardeşim, kaçmıyorsa layığını bulacaktır, bulduğunda da itirazı olmayacaktır kardeşim. Aksi durumda tüm vicdanlar böylesi bir ihaneti kusar ve buna isyan eder, isyanında da haklı olur. Çünkü cezasız kalan her suç, insanlıktan çalınan bir haktır. Bendeniz suç işlersem ceza alacam ama kallavi birisi suç işleme hürriyetine malik olacak, tükürürüm böylesi soysuzluğa, böylesi ayrıcalığa. Böyle bir durum neticesinde, devlete nasıl güvenebilirim, ülkeme nasıl sevgiyle bağlanabilirim, vazifemi nasıl gönül rahatlığıyla ifa edebilirim? Hiçbir kimse, hiçbir zaman ve hiçbir şekilde suç işleme hürriyetine malik değildir, olamaz, badema da olamayacaktır, behemehâl oldurulmamalıdır.
Bedeviler, soysuzlar, yobazlar, dar kafalılar, cahiller,
ahmaklar, onursuzlar, namussuzlar, şerefsizler, ahlaksızlar, kan emiciler,
insanlık düşmanları, eşitlik ve adalet cellatları ne demişlerdi? Biz bunlarla
aynı sofraya mı oturacaz, Muhammed bizlerden, yediklerimizi bunlarla
paylaşmamızı mı istiyor, bizi bunlarla eşit olmaya mı çağırıyor? Aldıkları
cevap evetti, velakin tolere etmeleri kabil değildi ve reddettiler, çünkü kendilerini
üstün görüyorlardı, ayrıcalıklı görüyorlardı, karşısındakileri ise aşağılık görüyorlardı,
tahkir ve tezyif ediyorlardı, onlarla aynı sofrada oturmaktan kendilerince
hicap duyuyorlardı, onları istedikleri gibi kullanıyorlardı, emeklerinin
üzerine çöküyorlardı, namuslarını payimal ediyorlardı, her şeylerine el
koymaktan imtina etmiyorlardı, biriktiriyorlardı ve mütemadi sayıyorlardı,
biriktirdiklerini kendilerinin kazandıklarını söylüyorlardı ve kazandıklarını
paylaşmalarının mümkün olmadığını deklare ediyorlardı. Çünkü her şeye
kendilerini hak sahibi ve layık görüyorlardı, onlar efendiydiler,
karşısındakiler ise köleydiler ve kölelerle bir tutulamazlardı. Peygamber ise
eşitlikçi ve adil bir düzen istiyordu. Bu yüzden böylesi bir düzeni tolere
edemezdi, bu düzenle pazarlık yapamazdı, bu düzeni behemehal yerle yeksan
etmeliydi ve yeniden insanlık onuru temelinde bir düzen inşa etmeliydi, çünkü
her insan onurlu yaşamaya hak sahibiydi, ancak o vakit tüm insanlık aynı anda
gülebilirdi ve sevinebilirdi. Zaten O’nun da vazifesi buydu ve vazifesine
mugayir hareket edemezdi, ki etmezdi de. Kimsenin kimseden üstün olmadığı,
herkesin bir tarağın dişleri gibi eşit olduğu, kimsenin ne efendi ne de köle
olmadığı bir düzendi istediği peygamberin. Hep ezilenlerin, horlananların,
aşağılananların, köleleştirilenlerin yanındaydı peygamber, zalimlere, alçaklara,
varsıllara ise uzaktı. Bunların dinleri değildi önemli olan, nasıl yaşadıkları
ve hayata nasıl baktıklarıydı. Zira mühim olan eylemdi, söylem değildi. Neyi
varsa ömrü boyunca paylaşmaktan geri durmadı, zayıfın, ezilmişin yanından
ayrılmadı. Zalimlere hiçbir sebeple, hiçbir şekilde boyun eğmedi, yakınlık
göstermedi, onlar karşısında eğilindiğinde ise dinin yarısının gideceğini
söyledi. O daima insanlığı sömürenlerle mücadele etti, adaleti ikame etmek ve
adaletle hükmetmek istedi. Yoldaşları hep ezilmişlerdendi ve o ezilmiş
olanlarla yola çıktı, onlarla yürüdü aynı yolda. İşte insanlığın kadim
kavgasının özeti budur. Ne kadar da iki tarafta inanıyor olsalar da, eylemleri
inançlarının nasıl bir inanç olduğunun mutlak hüccetiydi. Bir tarafın inancı
adalet üzerinde yükselen bir dünyayı, bir tarafın inancı ise her şeye
kendisinin layık olduğunu düşünen ve bazılarının ayrıcalıklı olduğu bir dünyayı
istiyordu kendilerince. Ama böyle bir adalet yoktu ve adalet böylesi bir hayatı
kusardı. Öyleyse insanım diyen tek bir kimse böylesi bir hayatı tolere edemezdi
ve kendisine dayatılmasına da isyan ederdi. Kimsenin mülkünde değilim, kimsenin
babasının çiftliğinde değilim. Herkese ait olan bir dünyadayım ve herkesin ortak
olduğu bir mülkün üzerindeyim ve bir hazine varsa, o hazine herkesin ortak
hazinesidir. Öyleyse herkesle eşitim ve eşit muamele görmeyi hak ederim. Keza
hiçbir kimseyi ayrıcalıklı olarak göremem ve onlara karşı ayrı muamele
edilmesini sindiremem. Bilakis böylesi bir kahpeliği, soysuzluğu, alçaklığı,
pezevenkliği kusarım. Ortak olunan bir mülk üzerinde birileri sefa sürüp,
birileri bir ömür cefaya mahkûm olamaz, kılınamaz, böylesi bir şey tolere
edilemez. Hazineyse herkesin hazinesi, devletse herkesin devleti, mülkse
herkesin mülküdür, öyleyse bu ortak olgular, münhasıran birilerinin hizmetinde
olamaz, bulunamaz, tutulamaz. Hiçbir şey birilerinin değildir ve birilerinin de
inhisarında değildir, olamaz da. Birileri lüks ve şatafat içerisinde yaşayıp,
birileri bir dilim ekmeğe muhtaç durumda olamaz. Bunu vicdanlar tolere edemez,
bilakis akılda, vicdan da buna isyan eder, bunu kusar. Kimse yaptığı
pislikleri, işlediği günahları, hiçbir zaman ve hiçbir şekilde ortak ve kutsal
değerlerle öretemez, örtmeye tevessül edemez ve hem böyle yapıp hem de başkalarından
onay bekleyemez. Hatta işlediği günahların ve yaptığı pisliklerin bedelini de
başkalarına ödetemez. Hazineyi batırıp, yeniden doldurmak için başkalarının
emeğinin ürününe göz dikemezsin pezevenk. Sen istediğin gibi yaşayacaksın,
istediğin gibi günah işleyeceksin, sonra da sonucunu başkalarıyla paylaşmaya
yelteneceksin. Bu ne biçim bir soysuzluktur, kahpeliktir, alçaklıktır? Haddini
ve hududunu bileceksin.
Ülkeler kimindir? O ülkenin toprakları üzerinde yaşayan,
üzerinde yaşadığı toprakları teriyle ve yaşıyla hamur eden, o toprağa emek
vererek, ter-yaş-kan akıtarak o topraktan rızkını çıkaran, o topraklar üzerinde
her türlü farklılıklarına rağmen kader birliği eden halklarındır. Bakınız!
İnsançocukları, insanlık tarihi boyunca, devlet gücünün arkasına saklanılarak
çok ezildi ve sömürüldü. Devlet, tüm tarihsel süreçlerde daima birkaç gurup
arasında dönüp duran ve güçsüzlerin üzerinde ise Demokles’in Kılıcı gibi
sallanan korkunç bir güce dönüştü ve adeta canavarlaştı. Devlet birilerine güç,
imkân, zenginlik sağlarken, birilerini ise ezdikçe ezdi, süründürdü ve kendine mahkûm
ve muhtaç etti adeta. Ne garipti ki, birileri devletin arkasına saklanarak
devran sürerlerken, üstelikte devlete gönülden bağlanmazlarken, birileri can
verdikleri devletin gölgesinde adeta can çekişiyorlardı. İnsanlık böylesi
amansız bir dilemmayla karşı karşıyaydı. Bir de devlet denilen mekanizma kutsal
sayılınca herkes zımnen ona kulluğa davet edildi, kulluğu reddedenler ise her
şeyden mahrum bırakıldı ve isyanları muvacehesinde de tüm gücüyle devleti karşılarında
buldular ve perişan edildiler. Oysa birileri devletin kulu değil, devlet
herkesin hadimi olmalıydı ve adaleti de din edinmeliydi ki, herkes kendisine
gönüllü olarak sadık kalsındı, bilakis başka türlüsü kabil olamazdı ve
beklenemezdi de, beklemekte adil ve ahlaki olmazdı. Devlet her daim sömürüye
maske kılındı ve maalesef şayet bir devlet vardıysa da o devlet buna gönüllü
olarak razı geldi ve böylesi bir rezilliği tensip ve tasvip etti zımnen yahut
görmezlikten geldi. Yani kendisini ruhen ve bedenen mutlak olarak sahiplenenleri
sahipsiz koydu, zalimler ve kan emiciler muvacehesinde. Artık tarihin geldiği
aşamada bu devlet maskeli insafsızca sömürüye bir nihayet verme vakti geldi. Hatta
devleti, devlet düşmanlarından kurtarma ve ezilenlerin devleti kılma vakti
geldi. Bakınız, bunları söylediğim için bana da düşman olacaksınız biliyorum,
çünkü siz gerçeğe düşmansınız, gerçeği söyleyeni sevmiyorsunuz, uyanmaktan
korkuyorsunuz, aldanmaktan zevk alıyorsunuz. Hiçbir zaman da gerçeği
söyleyenlerin yanında olmadınız, yalan daha güzel göründü gözlerinize ve
kulaklarınızı okşadı. Bakınız, kurbansınız. Cambazların oyunlarının
kurbanlarısınız. Alimler, politikacılar, gazeteciler, mafya, bürokrasi,
sanatçı, hepsi birer cambazdır. Sizler onların oyunlarını izlerken, onlar
sizlerin ruhlarınızı uyuşturuyorlar, akıllarınızı dumura uğratıyorlar,
ceplerinizi boşaltıyorlar. Hepsi, birbirine, oradan da devlete eklemlenmiş
tiplerdir. Gerçekte hiçbirinin hiçbir değeri ve yeri yoktur bu hayatta. Saf
halleriyle mevcutsalar orası başkadır elbette, velakin böylesi bir şey kabil
midir yaşadığımız dünyada? Tanrı onları tanımıyor. Tanrı onlara karşı sizin
yanınızda. Tanrı bunların düzenlerini başlarına geçirmenizi istiyor sizden. Tanrı
tanımladığımız devlete ve bunlara karşı. Gizemli güçler varmış gibi yazılarla,
dizilerle, müziklerle ve türlü silahlarla algı yaratıyorlar ve sizlerin
yüreklerinize ve zihinlerinize korku salıyorlar, korku salgını yaratıyorlar ve
sizleri hiçbir şey yapmadan esir alıyorlar. Sizlere, zımnen, böylesi bir durum
muvacehesinde teslim olmaktan ve boyun eğmekten başka yapabileceğiniz hiçbir
şey yoktur düşüncesini zerk ediyorlar. Birleşmemiz lazım ve birleşik gücümüzle
tüm korku dağlarını eritmemiz lazım. Korkuyla yaşanmaz, korku her gün öldürür
insanı. Biz onları yenebiliriz, gücümüzü bilir ve gücümüze inanırsak ve gücümüzü
gösterirsek. Elbirliğiyle bizi soyuyorlar. Olguları istedikleri gibi tahrif ve
tahrip edip, kendilerinin istedikleri gibi tanımlıyorlar ve o tanımlama
üzerinden karşılarınıza çıkıp sizleri aldatıyorlar. Hayat boş, bunların hepsi
hikaye, hiçbir anlamı yok bunların. Her türlü pisliği yapıp önünüze devleti
koyanların ve sizi devletle susturanların ve soyanların arsız yüzlerine tükürün.
Herkesin yaptığına bakın. Kimsenin dinine, imanına bakmayın, bitevi
vatan-millet-devlet demesine aldanmayın. İnsanı gösteren eylemidir, söylemi
değil. Hani denir ya; birini tanımak için ya yolculuk yap ya da alışveriş. Çünkü
insan eylemlerinde görünür tüm gerçekliğiyle. Kötüyü yok etmekten korkmayın. Siz
suçsuz olduğunuz halde tecziye edilirken, gerçekten suçlu olanları tecziye
etmekten korkmayın. Tecziye edilmeleri gerekenleri tecziye etmeleri gerekenler
etmiyorlarsa, sizler etmekten imtina etmeyin, zerre merhamet göstermeyin. İnsan
gibi yaşamanın başka yolu yok. Yemin ederim yok. Tanrı şahidim olsun ki yok.
Bakınız insançocukları! Sizler kimseden korkmayacaksınız,
herkes sizden korkacak, çünkü yükselten de sizsiniz, alçaltan da sizsiniz. Zira
her şeyi Tanrı’nın eli olarak bahşeden sizsiniz. Verirseniz güldürürsünüz,
alırsanız öldürürsünüz. Vermeye layık görüp verdiyseniz, almanız gerekiyorsa da
verdiğiniz bir şeyi, almakta tereddüde düşmeyiniz ve alınız düşürünüz, rezil,
perişan ediniz. Ki, sizlere ihanet edemesin hiçbir kimse, hatta böylesi bir
soysuzluğu düşünemesin bile. Siz gerçek efendilersiniz ama birilerini efendi
konumuna yükseltip onların kölesi olma alçaklığına kendinizi layık görüyorsunuz
yani kendi ellerinizle kendinizi düşürüyorsunuz ve öldürüyorsunuz, bunu
yapmayın kendinize. İçinizdeki devasa gücün farkında olun ve o gücü gerektiği
zamanda, gereken yerde, gerektiği şekilde kullanmaktan kesinlikle imtina
etmeyin. Bilakis zilleti hak edersiniz. Onursuzca yaşamaya mahkum olursunuz.
Ki, haddizatında zillet içinde onursuzca yaşamıyor musunuz, yaşatılmıyor
musunuz? Elinize ve ağzınıza bakanların ellerine ve ağızlarına bakar hale
gelmekten daha şedit bir zillet ve onursuzluk var mıdır? Niçin kendinizi bu
halde düşüyorsunuz ve her türlü rezilliğe duçar kalıyorsunuz? Yeryüzünün gerçek
varisleri olarak niçin hak ettiğiniz yerde olmaya çalışmıyorsunuz ve gasp
edilen haklarınızı yeniden almak için uğraşmıyorsunuz? Kendi aranızda bölünüp
parçalanıyorsunuz ve kendi kendinizi yenmeye hazır hale getiriyorsunuz.
Kendinizi kendi ellerinizle zalimlere sunarsanız, elbette onlarda iştahla
yemekten imtina etmeyeceklerdir, hicap duymayacaklardır yemekten, zira onlarda
hicap duyacak yüz ne arar. Size bırakılmak istenen emanete layık olamıyorsunuz,
bu nasıl bir sefalettir, pespayeliktir, lakaytlıktır, aymazlıktır? Oysa çok
istediğiniz bir şey size sunulmak isteniyor hatta bu sizin hakkınızdır deniyor
ama siz almak istemiyorsunuz, bu nasıl bir iştir Tanrı aşkına? Size layık
görülen hayatı gerçekten hak ediyor musunuz, hak ettiğinizi düşünüyor musunuz?
Eğer hak etmiyor ve hak etmediğinizi düşünüyorsanız, niçin bile isteye o hayatı
yaşıyorsunuz? İnsanca ve onurluca yaşamak sizlerin de hakkınız değil midir,
üstelikte kendi topraklarınızda? Artık her tarafımızla, sağımızla, solumuzla
dosdoğru olalım ve tüm pislikleri temizleyip tertemiz bir ülke inşa edelim. Karanlıkta
kalmış ve öyle olduğu için hepimizi esir almış gerçekleri gün yüzüne çıkaralım.
Her suçluyu yargılayalım ayrım yapmadan. Önümüze çıkan fırsatları kaçırmayalım,
çok iyi kullanalım. Zira her zaman pisliği temizlemenin fırsatı gelip önümüze
konmaz. Gelip önümüze konulan fırsatta tepilmez, kaçırılmaz. Bırakalım hatta
elimizden geleni de yapalım ve her şey ortaya çıksın hatta herkes ne biliyorsa
meydana döksün ki, tertemiz bir hayat doğsun oradan ve tertemiz hayatlarla yeni
bir ülke inşa edip o ülkede bir daha pisliklerin türemesine imkan vermeyelim.
Ey ezilenler! Sizler yeryüzünün önderleri kılınmak
isteniyorsunuz? İstemiyor musunuz böylesi şerefli bir payeyi? Ama önce o
önderliğe layık olmalısınız elbette. Elbette söylemle değil eylemle layık
olacaksınız. Yüreklerinizi ve beyinlerinizi tüm fazlalıklardan
temizlemelisiniz, tabir caizse resetlemelisiniz ki, neyin vaat edildiğinin ve o
vaat edilenin sorumluluğunu deruhte edip, o sorumluluğu taşımanın ne demek
olduğunun fevkinde olasınız. Sonra da yapmanız gerekeni, nasıl yapmanız
gerekiyorsa yapmakta tereddüde düşmeden yapabilesiniz. Her şeyi bildiği
iddiasında olan insançocuğu daha kendisini bilmiyor, bu ne amansız paradokstur?
Kendini bilmeden neyi bilebilirsin ki? Kendini bilmediğin için değil midir,
seni senden iyi bilenler tarafından aldatılmanın, sömürülmenin bu kadar kolay
olması? Kendi ellerinizle kendinize kötülük ediyorsunuz? Ne kendinizin
farkındasınız ne de tevdi edilmek istenilen emanetin ne olduğunun bilincine
varabilmiş durumdasınız. Ama meydana çıktığınız vakit her konuda ahkam
kesmekten, her şeyi bildiğinizi sanmaktan geri durmuyorsunuz. Bu nasıl bir
cehalettir, ahmaklıktır, alıklıktır, bönlüktür, sekterliktir, dar kafalılıktır?
Hatta bu tam anlamıyla bir cinnet hali değil midir? Önderliğe layık olan
sizlersiniz ama layık olmayanları önderler kılarak kendi kendinize
zulmediyorsunuz, mazoşist misiniz siz? Biz yaşamayalım sizler yaşayın
diyorsunuz hal-i pür melalinizle. O zaman niçin doğdunuz, niçin yaşıyorsunuz,
bunca nimet niçin var? Varın bir uçurumun kenarına ve atın kendinizi uçurumdan aşağıya
ve ne kendiniz sefil yaşayın ne de böylesi bir yaşamı hak etmeyenlerin sefil
bir şekilde yaşamalarına sebep olun. Nasıl bir aldanmadır, kandırılmadır bu? Bu
kadar mı düşüksünüz, düşkünsünüz, onursuzsunuz? Birileri dünyayı yutuyor, siz
içecek bir yudum su bulamıyorsunuz ama bir de şükrediyorsunuz, şükrün böyle bir
şey olduğunu mu sanıyorsunuz? Böylesi bir duruma sabretmeyi marifet
sanıyorsunuz ama sabrın böylesi bir zillete tahammül etmek olmadığını
bilmiyorsunuz. Sonra da güya inanıyorsunuz. Hayır, siz inandığınızı
sanıyorsunuz, sizler dar kafalılarsınız, bilmiyorsunuz belki ama münafıksınız. Sizler
ne kimliğinizi biliyorsunuz, ne kim olduğunuzu biliyorsunuz, ne de dininizi
biliyorsunuz ama biliyormuş gibi yaşadığınızı sanıyor ve insanları
aldatıyorsunuz. Hayır, hiçbir şey bilmiyorsunuz. Mutlak olarak cahilsiniz hatta
bilmediğinizi de bilmeyecek kadar cahilsiniz. Ne kendisinin farkında olan, ne
yaşadığı hayatın farkında olan, ne de muarızlarını tanımayan zavallılarsınız.
Başkalarının sizlerin emeğinizle görkemli bir hayat yaşamalarına imkan
sunuyorsunuz, sonra da onların hayatlarını izleyip onlar karşısında aşağılık
kompleksine kapılıyorsunuz ve böylece onların kulu, kölesi olmayı gönüllü
olarak tolere ediyorsunuz hatta böylesi bir sefillikten zevk alıyorsunuz. Siz
insan değil misiniz ve insanca yaşamaya layık görmüyor musunuz kendinizi? Kendi
topraklarınızda, kendi mülkünüzde acı çekerek geberip gitmeyi nasıl olurda
tolere edebilirsiniz? Hiçbir hicap duymuyor musunuz böylesi bir şeyi tolere
etmekten ve böylesi bir hayata rıza göstermekten? Veyl olsun o vakit sizlere!
Maalesef tarih boyunca korkutulmuşuz devleti inhisarlarına
geçiren yönetim erkleri tarafından, sömürülmüşüz ekonominin üzerine kabus gibi
çöken kompradorlar tarafından ve aldatılmışız dini kendilerine ait gören
hamanlar tarafından. Üç şebeke tarihsel süreç içerisinde bizleri öyle bir
cendereye almışlar ki, bir daha kurtulamamışız bu cendereden hatta kurtulmakta
istememişiz yani tolere etmişiz ve bunu da gönüllü olarak yapmışız. Çünkü bize
ait olmayan hatta bizi sömürmek için aracı kılınan şeyleri kutsallaştırarak yapmışız
bunu. Koyun gibi güdülmüşüz bu üç şebeke tarafından yani iktidarı, sermayeyi,
dini inhisarlarına alanlar tarafından. Üçü de birbirlerini beslemişler daima ve
birbirlerine müzahir olmuşlar, birbirilerini hiçbir zaman zora düşürmemişler
insançocukları muvacehesinde. Sultanlar, tüccarlar, din adamları ortaklığında
kurulan bir devlet, tutsak alınan bir hayat ve köleleştirilen bir millet. Hep
bu şekilde yaşaya gelmişiz. Bu yüzden de hakkımızı aramayı ihanet etmek
sanmışız. Yani insan olmaktan korkmuşuz. Kulluğu, köleliği içselleştirmişiz,
kanıksamışız, sessizce tolere etmişiz, benimsemişiz. Hep boyun eğmişiz ve boyun
eğmeyi görev addetmişiz. Bu yüzden de bizler münhasıran bakınmakla iktifa
etmişiz, sürünmüşüz ama birileri hayatın her anını dolu dolu yaşamışlar,
hayattan tat almışlar. Nimetlerin üzerine çökmüşler, kendileri kepçeyle
almışlar, bizlere ise kaşıkla bile vermemişler. Bize sahte şükrü ve sabrı
öğütlemişler mütemadiyen yani bizlere yokluğu ve acıyı reva görmüşler ama
kendilerini de yaşamaya layık görmüşler. Soydukça soymuşlar, doydukça doymuşlar
ama bizlere zırnık koklatmamışlar, ki hakkımızı bile teslim etmekten imtina
etmişler. Biri bizi korkutmuş, biri bizim olanı bizden çalmış, biri de bunların
yaptıklarını gözlerimize haklı ve hoş göstermiş ve bizleri aldatmış yani her
şeye rağmen sabretmemiz gerektiğini, hakkımızı almayı ahirete bırakmayı
öğütlemiş ama ne gariptir ki böyle yapanlar kendi haklarını bu dünyadayken
almışlar. Bizlere bir hırka, bir lokma öğütlenip reva görülürken, kendileri
kasalarını, keselerini lebalep doldurmuşlar. İşte böyle böyle bugünlere
gelmişiz, hala aynı kafadayız, hala yalan dolan arasında ahmakça yaşıyoruz ve
eyvallah ediyoruz. Ne hakkımızı biliyoruz, ne de bildiğimiz hakkımızı istemeyi
ve almayı. Niye kutsuyoruz ve dokunulmaz kılıyoruz onları? Kim ki onlar? Onlar
da bir insan nihayetinde. Ki, gerçekte hayvandan farkları yok ama zevahirde insana
benziyorlar. İyilikleri de var, kötülükleri de var. Hatta bir iyiliklerini göstermek,
zorlasakta kabil değildir. Pir-ü pak değillerdir. Bigünah değillerdir. Layüsel değillerdir.
Hatta işin gerçeği pislik içinde yaşayan parazitlerdir. İşte bu bizi
donuklaştırıyor ve onların kendi zihin dünyalarına göre yeniden tanımladıkları
daha doğrusu tahrip ve tahrif ederek tanımladıkları olgular üzerinden
sömürülmemize ve koyun gibi güdülmemize imkan tanıyor. Lütfen böylesi bir
aldanışın kurbanı olmayın, bunların sizleri aldatmalarına geçit vermeyin.
Haklarınızı bilin ve isteyin hatta behemehal alın. Haklı taleplerinizi almak
için iktiza ediyorsa başkaldırın, hemen boyun eğmeyin. Sizler, ne tebaasınız, ne kulsunuz, ne de
kölesiniz, sizler birer bireylersiniz. Size ait olan sizde olmalıdır,
başkasında değil, böylesi bir şeyi asla ve kata tolere etmeyiniz ve size ait
olanın sizde olması için ödünsüz bir şekilde kavganızı vermekten hazer
etmeyiniz.
Öyle bir aldatılıyorsunuz ki, nasıl aldatıldığınızı açıklamak
bile tehdit ve tehlike addediliyor ve bunu yapan yani nasıl aldatılındığını sarahaten
tafsilatlı olarak izhar ve izah edenler acımasızca tecziye ediliyorlar. Çünkü
kirli, kanlı ve karanlık tezgahı bozmuş oluyorsunuz. Zira bazı şeyler böylesi
yollardan muhafaza edilmeye çalışılıyor. Oysa nasıl olurda ortak şeyler böylesi
yollara tevessül edilerek var kılınmaya çalışılabilinir? Bu nasıl bir kafadır
Tanrı aşkına? Niçin namusluca konuşulmuyor sanıyorsunuz, niçin bazı şeyler
karanlıkta bırakılıyor da, sizler o karanlıkta bırakılanlar tavassutu ile
aldatılıyorsunuz ve oradan vuruluyorsunuz? Bugün nice olumsuz şeylerin sebebi
olan olayları ve o olayların kökenini politikacıların, şeyhlerin, gazetecilerin
bilmediklerini mi sanıyorsunuz? Eğer böyleyse sizler tam anlamıyla ahmaklar
güruhusunuz. Çünkü her şeyi çok iyi biliyorlar ama açıklamıyorlar, çünkü
açıklamadıklarıyla sizler üzerinde egemenlik tesis ederek, sizleri sömürüyorlar.
Perdeyi bir kaldırıverseniz, en devlet düşmanı görünen devletin gerçek kulu
çıkar, en bilmem ne düşmanı o en bilmem neyin varlığından sonsuz memnundur,
zira böyle böyle varlıklarını tahkim etmektedirler. Görünen şey sizleri
aldatmasın, gerçek görünenin arkasında olan ama asla görmediğinizdir. Sizlere
münhasıran görmeniz gereken kadarını gösterirler, görmemeniz gerekeni isteseniz
de göremezsiniz. Ama aklınızı çalıştırmanız müstesna, zira akıl çalışırsa tüm
sırlar faş oluverir spontane olarak. Yani bazı şeyler bile isteye karanlığa
mahkum ediliyor ki, sizler karanlıkta bırakılan o şeyler tavassutu ile daha
kolay idare edilebilinin. Oysa her şey net, berrak, anlaşılabilir olunsa, onlar
sizlerin üzerinizde tesis ettikleri egemenliği kaybedeceklerdir ama onlara her
türlü ayrıcalık hakkını tanıyan, türlü nimetleri inhisarlarına geçirme hakkını
sunan egemenliği kaybetmek isterler mi hiç? Yani politikacılar niçin böylesi
bir şeye eyvallah ediyorlar, dahası alimler, şeyhler, gazeteciler, kompradorlar
niçin eyvallah ediyorlar? Çünkü hepsi aynı karanlıktan besleniyorlar, aydınlık
hepsinin eceli olacaktır bilakis. Zira onlar sizlerle eşit olmak istemiyorlar,
bunlar bedeviler gibidirler, yüzlerine bakınca hayaları var sanırsınız ama
bilakis haya perdeleri paramparça olmuş güruhlardır bunlar. Dillerinde inanç
vardır ama yalandır, münhasıran sizleri aldatmak içindir. Hepsi birazcık
ucundan sunar gibi yapıyorlar gerçekleri, sonra geri çekiliyorlar, niye? Zira
gözlerinizi boyamaları gerekiyor, bunu yapmazlarsa uyanıverirsiniz diye ödleri
patlıyor hepsinin. Yaaa sizler niçin böylesi bir tezgâha geliyorsunuz? Çünkü
sizlerin de onlardan farkınız yok kusura bakmayın. Zira sizlerde adil, eşit ve
paylaşımcı bir dünyayı istemiyorsunuz, o dünyanın önderleri olacak bile
olsanız. Yani bir tarafımızla değil her tarafımızla hastayız ve riyakarız. Bizler
bizi iyileştirecek ilacın bile en büyük düşmanlarıyız ve düşmanlarımızın
kucağın göz göre göre düşüyoruz. Bizi hakikat uyandıracak, iyileştirecek, ayağa
kaldıracak ama yalanlara gösterdiğimiz hürmeti hakikatten esirgiyoruz. Çünkü
bizler en büyük sahtekarlarız, bizleri aldatan ve sömürenlerden bile daha
sahtekarız.
Bize rağmen teşekkül ettirilmiş ve devleti de ele geçirmiş
bir konsorsiyumun köleleri gibiyiz. Her olgu ama her olgu onların inhisarlarında,
olguları istedikleri gibi yoğurup, hamur edip, o hamurdan ürettikleri ekmeği
önümüze koyuyorlar ve hadi buyurun yiyin diyorlar. Ya asi gelip yemeyeceğiz ve
ülkemiz bize zindan olacak yahut yiyip zehirlenecez ve zincirsiz köleler olarak
yaşayacaz. Onlar düşünüyorlar, onlar kararlar alıyorlar, onlar tayin ediyorlar,
onlar istiyorlar ve olan her şey bu düzlemde oluyor. Güya bizim için oluyor ama
bize rağmen oluyor. Bizde bizim için olduğunu sanıyoruz olan şeyleri. Peki,
madem öyle, niçin herkes işlediği suçun cezasını çekmiyor? Niçin bendeniz suç
işlersem en ağır şekilde tecziye ediliyorum da, biraz daha eşit olanlar
istedikleri gibi suç işleme özgürlüğüne malikler, düşündünüz mü hiç? Niye
düşüneceksiniz ki değil mi, zaten böyle olmasını istiyorsunuz, çünkü bir gün
kendinizin de böylesi bir eşitliğe kavuşacağınızı düşünüyor ve düşlüyorsunuz.
Niçin herkese ait olan ortak hazineden birileri bin alırlarken bendenize bir
pay düşüyor? Bu nasıl oluyor da benim için oluyor, bir bilen, anlayan var mı bunu? Böyle olduğumuz müddetçe de asla ve kata
mahkumu olduğumuz hayattan kurtulamayacağız, çünkü o hayata layık olmuş
olacağız. Layık olmasaydık zaten gelip bizi bulmazdı, bizim bulduğumuz da
bulduğumuz şey olmazdı. Her şey bir avuç zümrenin kendi dünyalarında olup
bitiyor, bizlerin haberimiz bile olmuyor. Halk mutlak biat etmiş ya da
ettirilmiş köleler yığınından başka bir şey değil maalesef. Halkın hiçbir hakkı
yok, hatta yaşamak hakkı bile yok inanın ama birilerinin yaşamları halkın
yaşamasına bağlı olduğu için halkın yaşamasına müsaade etmektedirler, olay
budur, gerçek budur. Halk, tabir caizse kafaları önlerine eğilmiş ve önüne
konanı yiyen bir hayvan gibi görülmektedir ve öyle muamele görmektedir ama
kendisi de bunu hak etmektedir. Bir adı bile yok halkın ne acıdır ki. Aklın
ışığını söndürmüşüz, hakikat güneşinin önünü karanlığın perdesiyle kapatmışız,
bilmin-ilmin yolunu örgütlü cehaletle kesmişiz, sonra da niçin böyleyiz diye
çığlıklar atıyoruz. Güya içinde bulunduğumuz halden şekva ediyoruz. Bu ne tür
bir mürailiktir Tanrı aşkına? Birileri her şeyi açıklamaktan korkuyorlar,
bizlerde her şeyi bilmekten korkuyoruz. Bu korkuyla mı hükmedeceğiz, bu
korkuyla mı bu düzeni değiştireceğiz? Korkma, kurtuluş biraz daha cesur olmayı
önkoşul kılıyor, cesaret daha fazla cesaret gerekiyor. Yürü bre insançocuğu bu
hesap amansız olacak!
İnsançocukları, tarihin hiçbir döneminde yıkılanları
görmemiş, gözleri hep yapılanları görmeye odaklanmıştır. Bu yüzden de
yıkılanların ne olduğunun fevkinde olamamışlardır. Oysa asıl yıkılanlardır ki, insançocuklarının
varlıklarının garantisidirler ama onlar hep yapılanları görmüşlerdir ve
yapılanlardır ki, onlara hiçbir şey vermemiştir ama onlardan azar azar
çalmıştır. Kapitalizm, insanı yaşatacak hiçbir şeyi yaşatmaz, yaşamasından da
hazzetmez, çünkü insan yaşarsa kapitalizm ölür. İnsan ölmeli ki kapitalizm
yaşasın. Oysa insançocuklarını yaşatacak olan yapılanlar değil yıkılanlardır.
Eğer yapılanlarla yaşayacak olsaydı emin olalım ki kapitalizm buna müsaade
etmezdi, zira yıkılanlara niçin sessiz kalmaktadır, çünkü yıkılanlardan
kazanmaktadır, yapılanlar onu haddinden fazla tatmin etmekte, doyurmakta,
şişirmektedir. Böylece her yaptıkları meşruiyet temeline oturan egemenler tüm
kötülüklerini daha kolay saçabilmektedirler yeryüzüne. Kapitalizm yıkılanla mülksüzleştirmekte,
yapılanla da tüm mülkü inhisarına geçirmektedir yani kendisi tüm mülke çökerken
insançocuklarını mülksüzleştirerek kendi egemenliğine biat ettirmenin yolunu
açmaktadır. Zaten mülkün tekelleşmesinin gerçek maksadı da; egemenliğin yolunu
açmaktır ve istenileni dayatarak istendik insanlar yetiştirerek kapitalist
sistemin idamesini temin etmektir. Daha ucuz olanı ve zaten mevcut olanı yokmuş
gibi varsayarak, niçin hiç ihtiyaç olmadığı halde aynı şeyin yenisini yapmaya
tevessül ederiz? Çünkü sermayeye kullanım alanı ve kullanırken çoğalma alanı
açmak isteriz. Sermaye artsın ki, bizlerde almamız gerekenden daha fazlasını
alalım ve güç kesbedelim ve elde ettiğimiz güçle de rahatça hükmedebilelim diye
düşleriz. Yani sermayeyi hem teraküm ettirmek hem de temerküz ettirmektir gaye.
Böylece güç odağı olmasını ve halkı sindirmenin daha kolay kılınmasını
sağlamaktır gerçek niyet, zımnen. Niçin halk için yapıldığı söylenen şeyler
halka sorulmadan halka rağmen yapılır? Çünkü halk için yapılmamaktadır halk
için yapıldığı söylenen hiçbir şey, bilakis kapitalistler için yapılmaktadır
ama halk için yapıldığı söylenerek halkın tepkisi kırılmaktadır tabi bu bile
gizlenmektedir halktan. Halk tam anlamıyla mal yerine konulmaktadır,
güdülmektedir, uyutulmaktadır, uyuşturulmaktadır. Ve halkta durumundan
memnundur yani alan memnun, satan memnundur, öyleyse varolsun kapitalizm
yaşasın zillet mi? Bu kadar mı onurundan vazgeçebiliyorsun ey insançocuğu?
Uyan artık ey insançocuğu! İnanmadan önce anlamayı seç. Anlamadan
inanmak, sömürülmenin yolunu açmaktan başka hiçbir şey tevlit etmez. Önüne
hazır konulan her şeyden şüphe et. Şüphe seni eninde sonunda mutlaka gerçeğe
ulaştıracaktır unutma. Her şeyi sorgula ve her soruyu sormaktan imtina etme.
Sana büyük bir paye vaat ediliyor, niçin tertemiz şeyi tepiyorsun da, kirli ve
zehirli şeyleri yutmaya teşne oluyorsun? Sana tanrılık yapan sahte önderlerden
kurtulman ve insanlığa önder olman söyleniyor, bunun sana vaat edildiği beyan
ediliyor, korkuyor musun yoksa böylesi bir sorumluluğu deruhte etmekten? Çok
namussuzca aldatılıyorsun, niçin bunun farkına varmıyorsun? Her türlü pislik işleniyor,
günahın dibine batılıyor, sonra pislikler ifşa edilsin, günahlar hatırlanıp
tövbe edilsin, herkes bile isteye işlediği suçun cezasını adaletle çeksin,
kimse cezadan kaçamasın denildiğinde devlet çöker deniliyor, taşlar yerinden
oynar deniliyor. Ne yani pislikler yapılırken, günahlar işlenirken, taşlar
döşenirken ve tüm bunlar gizlenmek istenirken hatta bu meyanda bendeniz büyük
kayıplar verirken, haklarımdan olurken yıkılmayan devletin, bunlar açık
edilince mi yıkılacağı tutuyor? Bendenizin suçum, günahım ne? Bunlar tamamen
yanıltmacadır. Benim hayatım kötüleştirilirken çökmeyen devlet, benim hayatım
iyileştirilirken mi yahut iyileştirilmek istenirken mi çökecek, o vakit
bırakalım çöksün ve yeniden yeni bir devlet kurulsun ve kurulacak devlet
herkesin devleti olsun. Bana ne beni ezdiren, sömürttüren, tüm haklarımı
çaldıran devletten, yok olsun daha iyi. Beni yaşatmayan devletin yaşaması zaten
kabil olmaz ki, bendeniz istesem bile olmaz bu. Çünkü burada ki kararı bendeniz
veremem, vicdanları saran, kuşatan azap verir kararı orada. Hatta bırakalım
herkes kendi kendini yönetsin. Zira otoritenin bendenizi soydurmaktan başka bir
işlevi var mı, oluyor mu? Buyurun cevap verin yüreğiniz yetiyorsa. Ne kadar
onursuzca bir durumdur bu? Keza, bizler sermayenin hadimi olmuş, sermayenin
kölesi olmuş politikalardan, politikacı şebeklerden bizlere hayır geleceğini
sanıyoruz. Sermeyenin beslediği ve sermayeye hizmet eden dinin bizi
uyandıracağını düşünüyoruz. Uhuvveti pekiştireceğine, adavete sebep haline
getirilen milliyetin bizleri bir arada tutacağını sanıyoruz. Bizler hastayız ve
mutlak cahiliz. Her şeyi nasılda bozup dağıtmışız, meflûç etmişiz muhkem olan
ne varsa ve mehcur bırakmışız tutunulması gereken tüm değerleri, sonrada
böylece yaşasın diyoruz yaşayamayacak durumda olan şeyler için. Böylesi bir şey
nasıl kabil olabilir ve bizler böylesi bir tezgâha nasıl gelebiliriz? Olguların
cahiliyiz, bu yüzden nasıl olaylaştıklarını algılayamıyor, anlayamıyoruz,
analiz edemiyoruz. Kendi topraklarımızda insan gibi yaşayamıyoruz be, adeta
hayvan muamelesi görüyoruz. Elbette bunu da kendi ellerimizle yaptıklarımız
yüzünden hak ediyoruz, çünkü insan gibi yaşamak istemiyoruz, istiyormuşuz gibi
görünüyoruz sadece. Açlıkla imtihan ediliyoruz sanki. Hak ettiğimiz hakkımızı
asla alamıyoruz, zira istemeyi bilmiyoruz. Bizi yaşatması gerekenler kendileri yaşıyorlar
ama bizleri süründürüyorlar, sonra da büyük yalanlarla bizleri yanıltıyorlar,
manipüle ediyorlar ve bizlerde bu tezgâha kolayca geliyoruz. Ve çok kolay bir şekilde
oltaya takılıyoruz. Bizler adeta mal yerine konuluyoruz. Bizler nice
zorluklarla hayata tutunmaya çalışırken, birileri bin ömre bedel bir hayatı bir
ömre sığdırıyorlar, biz bir payımızı bile alamazken birileri beş pay alıyorlar,
bu nasıl kabil olabiliyor, hangi imkânlarla kabil olabiliyor, niçin
sorgulamıyoruz bunları? Bizleri kutsal ve ortak olgularla acımasızca,
insafsızca, merhametsizce, zalimce sömürüyorlar maalesef ve bizler münhasıran
izlemekle iktifa ediyoruz olan bitenleri. Ne yani yaşamak münhasıran
birilerinin mi hakkıdır, o vakit biz niye geldik dünyaya? Dünyanın sahibi onlar
mıdırlar ki de, dünyanın tüm mülküne rahatça çökebilmektedirler ve milyonları
ser sefil bırakabilmektedirler? Dünyanın tüm ezilenleri! Birleşiniz ve birleşik
gücünüzle çürümüş düzenleri yerle yeksan eyleyiniz ve önderliğini yapacağınız
düzeni ikame ediniz! Bilakis yaşamak için geldiğiniz dünyadan yaşayamadan
ayrılıp gitmek kaderiniz olacaktır.